Mülteci sorunu, Türkiye ve Avrupa’nın gündeminden düşmüyor. Nasıl düşsün; her gün binlerce insan, Türkiye ve Avrupa ülkeleri kapılarına dayanmaya devam ediyor.
Çoğu Suriyeli… Savaştan kaçıyorlar. Can havliyle, önce en yakın komşu Türkiye’ye geliyorlar. Bir bölümü, burada yeni bir yaşam kurmak için çabalıyor. İş buluyor, çalışıyor, yerleşiyor. Kimi tutunamıyor; park ve bahçelerde yatıp dilenerek karnını doyurmaya çalışıyor. Bir miktar parası olanlar ise; daha rahat bir hayat düşüyle Avrupa’nın gelişmiş ülkelerine geçmeye çalışıyor.
Ege sahilleri, bu amaçla mülteci akınına uğramış durumda. Bin dolardan başlayan ücretlerle, her an batabilecek lastik botlara balık istifi doldurulmuş çoluk çocuk binlerce insan, Yunan adalarına ulaşmaya çalışıyor. Ölümü bile göze alarak…
“Artık gelmesinler” diyor Yunanistan… “Kendi karnımızı zor doyuruyoruz, bir de onlara bakamayız” diyor. Hatta zaman zaman, sahil güvenlik ekipleri, Yunan adalarına doğru yola çıkan botları batırıp göçmenleri ölüme terk ediyor.
Yunanlılar hatırlamıyor ama, Ege kıyılarının mültecilerle ilk karşılaşması değil bu…
* * * * *
2. Dünya Savaşı yılları… Bütün Avrupa kan ağlıyor; savaşa katılmayıp tarafsız kalmayı seçmiş Türkiye, savaşın yol açtığı, yoksulluk ve açlıkla mücadele etmekte…
Yunanistan, önce İtalya’nın, sonra da Nazi Almanyası’nın saldırısı altında. Binlerce insan ölüyor; ülkenin kaynaklarına Nazilerce el konuluyor; tarımsal hasılat yüzde 70 oranında azalıyor ve ‘Büyük Açlık’ denilen dönem başlıyor.
Türkiye; daha çok yakın geçmişte ülkesini işgal eden ve savaşarak kovduğu Yunanlılara, savaşın ilk günlerinden itibaren yardım elini uzatıyor. Gemiler ve şilepler, açlıkla boğuşan Yunanlılara, buğday, pirinç, fasulye, sağlık malzemesi ve giyim eşyası taşıyor durmaksızın. Ancak, ekmeği kendi vatandaşına karneyle verecek denli zor durumdaki Türkiye’nin katkılarına rağmen, açlık giderek büyüyor ve ölümler artıyor.
Bunun üzerine, Yunan adalarından Türkiye’ye bir mülteci akını başlıyor. 1941-1945 yılları arasında, Yunan vatandaşları, bulabildikleri her deniz aracıyla Türkiye’ye sığınıyorlar. Mayıs 1941’de başlayan göçmen akını, savaşın sonuna kadar artarak sürüyor. 1945 yılına gelindiğinde, Yunan adalarından Türkiye’ye gelenlerin sayısı 40 bini buluyor; adalarda kalan toplam nüfus ise sadece 30 bin.
Hasta, yaralı ve aç göçmenlere, Türkiye, geçmişi bir kenara koyup kucak açıyor. Onlar için kamplar kuruluyor; elindeki iki lokma ekmeği bölüşebilen koca yürekli Anadolu halkı, kendi karnını doyurmaktan acizken, ‘misafir’lerini de doyurmaya ve iyileştirmeye çalışıyor.
* * * * *
Ege’de lastik botlar, göçmen taşıyor bir kıyıdan bir kıyıya. İlk kez değil… Botlardan birine, birkaç tarih kitabı koyup göndermeli komşuya. Belki birileri okuyup hatırlar diye…