1911 yılında, Kaleiçi'nde Anbarlı Mevkii'nde, Darülmüallimin Mektebi (Erkek Öğretmen Okulu) kurulmuş. Bir bina kiralamışlar ve 40 öğrenciyle öğretime başlamışlar. Kendilerine bina tahsis edilince, tamamen yatılı okul olmuş. Yurdun dört bir yanından gelen öğrenciler, ilkokuldan sonra 4 yıl eğitim alacak ve öğretmen olacaklarmış. 1923 Nisan ayında çıkan salgın nedeniyle okul önce geçici olarak, sonra da tamamen kapatılmış. Daha sonra öğrenciler, İzmir Darülmuallimin Mektebi'ne gönderilmiş.
Öğrenciler derken, bütün öğrenciler anlaşılmış. Öğrenci sayısı, bu tarihe kadar çok azalmış. Çünkü gençlerin çoğu, Birinci Dünya Savaşı'nda savaşmak üzere askere alınmış.
Finikeli Dürdali Karasan, bu öğrencilerden biriydi. Yaşı henüz 14'tü, ancak mahkeme kararıyla büyütüp orduya katıldı. Henüz 14 yaşındayken... Sınıfındaki 35 gençten, sadece iki tanesi, zafiyet nedeniyle askere alınmamıştı; diğer tüm öğrenciler, eğitimlerine ara verip sonu belli olmayan bir savaşın küçük askerleri oldular. Onların kaç tanesinin bu savaştan sağ döndüğünü bilmiyoruz. Dürdali, şanslı olanlardandı. Döndü ve yaşadıklarını yazdı.
* * * * *
Uzun bir yolculukla başladı Dürdali'nin hikayesi... Bir tatar arabasıyla Dinar'a, oradan trenle İzmir üzerinden İstanbul'a gitti. Suriye-Filistin Cephesi'ne gitmek için ise, Haydarpaşa'dan bir yük vagonuna bindirildi. Tren, hiç görmedikleri uzak diyarlara savaşmak için giden gençlerle doluydu. 164 kuruş harcırah verildi her birine. Bu parayla bir ekmek bile alınamıyordu. Yolculuk boyunca yemek verilmedi, sadece günde bir tane kuru ekmek dağıttılar.
Yarı aç biçimde Şam'a ulaştılar ve oradan cepheye gönderildiler. Dürdali'nin ilk yaralanması burada oldu, elinden vurulmuştu. O gün aynı cephede şehit olan 200 gençle karşılaştırılınca, oldukça şanslıydı. Sonra Gazze Cephesi'nde bu kez de ayağından yaralandı. Aylarca hastanede yattıktan sonra ayağa kalktı ve terfi ederek 'zabit' oldu. Henüz 15 yaşındayken... Yeni görev yeri Nablus cephesiydi... İsmet Paşa'yla orada tanıştı ve orada 'yüzbaşı' oldu.
Cephede ağır yenilgiye uğradılar ve geri çekilmeye başladılar. Arapların saldırısına uğradılar, soyuldular, esir edildiler. Direnenler anında öldürüldü. Kalanlar, çırılçıplak halde İngilizlere teslim edildi. Araplar tarafından...
Yüzbaşı Dürdali, 16 yaşında İngilizlere esir düşmüştü. Dikenli tellerle çevrili esir kampından, ancak bir yıldan daha uzun bir süre sonra çıkabilmişti. Bu dönemde babası ölmüş, ailesi zora düşmüştü; ancak onlara destek olabilmek için elinden gelen hiç bir şey yoktu.
Serbest bırakılan esirler önce İstanbul'a gönderildi. İstanbul'dan Antalya'ya gidebilmek için, İtalyanlardan vize almak zorunda kaldı. Evet doğru okudunuz, İtalyan vizesi... Vizesini alan Dürdali, asker olmak için 4 yıl önce çıktığı Antalya'ya geri dönmüştü. Arkadaşlarının çoğunun dönemediğini, şehit düştükleri topraklara gömüldüğünü öğrendi.
* * * * *
Savaş bitmiş, ülke Batılı devletler tarafından işgal edilmiş, parça parça ve yıkık dökük hale getirilmişti. Durumu kabullenmek istemeyen her Türk genci gibi, Dürdali'nin de gözü kulağı Anadolu hareketindeydi. Mustafa Kemal'in, esareti bitenleri yeniden askere çağırdığını duyar duymaz soluğu Afyon'da aldı. Dürdali'nin orada başlayan 2. askerliği, 9 Eylül 1922'de İzmir'in kurtuluşuna kadar sürecekti.
Hayatının 8 yılını askerlik yaparak ve düşmanla savaşarak geçirmiş Dürdali'nin, kendisi gibi vatanı için savaşan yüz binlerce insandan farkı, sağ salim evine dönebilmesiydi. Diğerleri, vatan toprağında gömülü...
Ve bugün, o vatan toprakları, haraç mezat satılıyor. Hem de zamanında İngilizlerle işbirliği yaparak çocuklarımızı öldüren Araplar başta olmak üzere, 'vatan'ın ne anlama geldiğini bilmeyen ve vatanımızla hiç bir ilgisi olmayan milyonlarca yabancıya...
Bu durum beni umutsuzluğa sürüklediğinde, Atatürk'ü hatırlıyorum: "Bu milletin namusunu, yaşamını, geleceğini kurtarmak için, onun bütün varlığına kasteden kuvvetleri yok etmeye, bu milletin yeteneği, soyluluğu, kararlılığı yeterlidir."