Herkes gibi ben de başından sonuna kadar izledim darbe girişimini. Herkes gibi ben de anlayamamanın, gerçeği belki de hiçbir zaman öğrenemeyecek olmanın ağırlığı altında ezildim.
Herkes düşündü, sordu, konuştu, yazdı…
Bu kadar amatör darbe olur muydu?.
Yaşananlar, iktidar tarafından kurgulanmış bir ‘müsamere’ miydi?
Darbe girişiminin ardında Gülen Cemaati mi vardı? Cemaatin, Cumhuriyetin tüm kurumlarına yerleşmesinde, bugünkü iktidarla elele yürümüşlüğünün payı yok muydu?
Darbenin liderleri denilen askerler, bulundukları mevkilere, ‘Atatürk ve Cumhuriyet sevdalısı’ askerler tasfiye edildikten sonra, bizzat iktidar tarafından getirilmemiş miydi? Bu durumda, iktidarın hiç mi sorumluluğu yoktu?
Girişimin ardından ABD olduğunu iddia eden hükümet yetkilileri, CIA’in darbeler konusunda uzman olduğunu, dünyanın birçok ülkesinde sayısız darbe planlayıp hayata geçirdiğini, eğer ABD bu darbe girişimin ardında olsaydı, başarıya ulaşmasının kaçınılmaz olduğunu bilmiyorlar mıydı? Biliyorlar da, Gülen’i iade etmesi için ABD’yi sıkıştırmaya mı çalışıyorlardı?
Hepsi son derece önemli sorular; ancak benim bugünkü yazımın konusu değiller.
* * * * *
“Ne hissediyorsan onu yazmalısın” demişti gazeteci bir abim. Deneyeyim… Tüm hücrelerime kadar işlemiş tarifsiz bir mutsuzluk içerisindeyim. Bugüne kadar yaşadığım hiçbir duyguya benzemiyor. Çünkü yaşananlar, beni ‘kimsesiz’ bıraktı sanki. Ülkemin insanları artık “benim insanlarım” değil ve ben de artık onlardan değilim. Nasıl olabilirim ki?..
Bir yanda…
Helikopterlerden ateş ederek sivil vatandaşları eli titremeden tarayanlar…
Tankların namlularını sivillere çevirip, gerektiğinde ateşlemekten çekinmeyenler…
Genelkurmay Başkanını rehin almakla yetinmeyip, başına silah dayayıp boğazını kemerle sıkanlar…
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin adını, okyanus ötesinden aldıkları emirlerin acımasızlığıyla kirletenler…
Öte yanda…
“Sokağa çıkma” çağrısını, kendisine benzemeyenle savaşmak olarak algılayanlar…
‘Vatan’ ve ‘millet’ kavramlarını yok sayıp, “İslam elden gidiyor” diyerek, bayrağı yerine silahıyla sokağa fırlayanlar…
Tekbir getirerek şeriat ve cihat çağrısı yapanlar…
Darbe girişimiyle uzaktan yakından ilgisi olmayan Alevilerin mahallelerine saldıranlar…
Suriyelilerin işyerlerini kundaklayanlar…
Açık giyindikleri bahanesiyle sokaktan geçenlere saldıranlar…
Emir-komuta zinciri içerisinde, aldıkları emirleri yerine getirmek zorunda kalan erleri linç edenler… Çocuk yaştaki erleri kemerlerle döverken aldıkları zevk yüzünden okunanlar…
“Darbeci p.çlerin karıları milletin ganimetidir” diyebilecek kadar çirkinleşebilenler…
Hukuku yok sayıp, kendi askerini öldüren sivilleri, cezalandırmayı aklından bile geçirmediği gibi, teşvik edenler…
“İdam isteriz” diye çığlıklar atanlar…
Ve bütün bunları ‘demokrasi’ diye adlandırıp, yaşananları ‘bayram’la kutlayanlar…
Benim insanlarım değil bundan böyle ve ben de onların bir parçası değilim. Benim Türkiye’min artık var olmadığını anlamanın acısı, bütün bedenimde…
Bundan sonra elim kalem tutar da yazmaya devam edebilirsem, onların dışındaki her şey olacak konum, ama asla onlar değil… Bir daha asla…
Aynı duygular içindeyim. Bir gazeteci olarak yalnız kalmak hiç umurumda değil, siz hariç onlardan birisi asla olamam, ne bir liraya ne bir trilyon neyse, onurumu satamam. Gerekirse çıkar savaşırım. ama bir insan olarak yalnızlık çok kötü. Bu insanlar gerçekten benim insanlarım değil. Çeşme'de tatildeyim. İzmir'e gittim, 1 saatlik yol. Benim 65 yıl yaşadığım İzmir değil. Kemeraltı çarşısında yürüyorum, 150 milletten insan ama hepsi itilmiş, kakılmış, savaşan, sömürge ülkelerin insanları. Suriyeli, afganistanlı, filistinli, Irak'lı vb.. şöyle koca İzmir'de bir tekamerikalı, fransız, ingiliz, alman turist göremedim. Oysa bir zamanlar o kemeraltı turist kafileleri ile dolar taşardı.İzmir'in 1'nci Kordonu demokrasi sahilidir. Lüks restoranlarda, önlerinde serili çim alanlarda gençler, yaşlılar el ele gözgöze, dudak dudağadır. cafeler, restoranlar artık saat 24'de kapanıyor.