Sağlık Bakanı Kemal Memişoğlu, “2026’da kuduz aşısını antijeniyle beraber üretebilir hale geleceğiz” diyerek hepimize müjde verdi! Bu cümleden anlıyoruz ki, bugüne kadar, diğer aşılar gibi kuduz aşılarımızı hep yurt dışından getiriyor ve dünya kadar döviz ödüyorduk.
Oysa…
Türkiye Cumhuriyeti henüz 5 yaşındayken, 1928’de dönemin Sağlık Bakanı Refik Saydam öncülüğünde kurulan Umumi Hıfzıssıhha Enstitüsü, yalnızca Türkiye için değil, bölge ülkeleri için de aşı ve ilaç üreten bir bilim yuvasıydı. Çiçekten kuduza, tüberkülozdan koleraya kadar 17 farklı aşıyı üretebiliyordu.
Bitmedi…
Yıl 1938, Çin’de büyük bir kolera salgını çıkıyor ve Türkiye, Çin’e 1 milyon doz aşı hibe ediyor. Evet, yanlış okumadınız: Pandemide aşı almak için kapısında beklediğimiz Çin’e, 1938’de biz aşı göndermiştik! Hem de para bile istemeden!
*****
Sonra ne oldu?
Refik Saydam’ın kurduğu bu Cumhuriyet kurumu, 1990’larda sessizce işlevsizleştirildi. 2000’lerde aşı üretimi durduruldu, laboratuvarlar boşaltıldı. Ve nihayet 2011 yılında, AKP iktidarının kararıyla, Umumi Hıfzıssıhha Enstitüsü kapatıldı.
Gerekçeler teknikti: “Modern tesisler kuracağız, yeni sistemler getireceğiz.” Ancak sonuç şuydu:
Türkiye artık aşı üretemiyordu. Kendi kuduz aşısını bile dışarıdan satın almak zorunda kalan bir ülke haline geldik.
2020’de COVID-19 pandemisi patladığında, umutsuzca Sinovac aşısı için Çin’in kapısına dayanmak zorunda kaldık. Tıpkı Türkiye’nin eğitimde, gıdada, enerjide olduğu gibi sağlıkta da dışa bağımlılığını acı şekilde yeniden deneyimledik.
*****
Sağlık Bakanı, televizyon ekranlarında, halkımıza “müjde” veriyor. 100 yıl önce yaptıklarımızı, 21. Yüzyıl teknolojisiyle yeniden yapmayı başarabilecekmişiz inşallah!
Aşı üretimini durduran sizsiniz, enstitüyü kapatan sizsiniz, uzmanları dağıtan sizsiniz.
Şimdi yeniden yapacağız diyorsunuz. Bu, itiraf gibi görünüyor ama aynı zamanda bir hafızasızlık çağrısı: “Unutun” diyorlar. “Unutun ki sorumlu sormayın!”
*****
Bu ülke, 1930’larda halkı için aşı üreten, bilim insanı yetiştiren, sağlıkta bağımsızlık vizyonu olan bir Cumhuriyet’ti.
Bugün geldiğimiz noktada, bir yüzyıl sonra, aynı noktaya varmayı “ilerleme” sayıyorsak, bu yalnızca bilimsel değil, ahlaki bir çöküştür. Zaten yıllardır yaşadığımız da bu değil mi?...
Yorumlar
Kalan Karakter: