Yılın ilk altı ayında Antalya’ya yaklaşık 4 milyon turist geldi. Bu rakam, bir şehir için büyük bir gurur kaynağı gibi görünüyor. Oteller doldu, uçaklar indi kalktı, plajlar, sahiller, restoranlar cıvıl cıvıl. Kurban Bayramı tatilinde ise tablo daha da kalabalıklaştı. Türkiye’nin dört bir yanından yerli turistler, yüksek fiyatlara rağmen Antalya’dan vazgeçmedi.
Ama bu yoğunluk sadece kartpostallık manzaralar ve ekonomik hareketlilikten mi ibaret? Antalya’nın taşıdığı bu yük, su kaynaklarından altyapıya, doğadan kent yaşamına kadar pek çok alanda kırmızı alarm vermeye başladı.
*****
Antalya'da lüks tatil köylerinde kalan yabancı turistler, döviz bazında bakıldığında, çoğu zaman Türk vatandaşından çok daha ucuza tatil yapıyor. Her şey dahil sistemleriyle otelden dışarı adım atmadan, yerel esnafla hiçbir teması olmadan birkaç gün geçirip gidiyorlar. Yerli turist ise bu kısıtlı zamanda yüksek harcama yaparak kent ekonomisine canlılık kazandırıyor; ama giderek artan fiyatlarla, hizmetlerdeki yetersizlikle karşılaşıyor.
Peki bu artan hareketlilik su kaynaklarını nasıl etkiliyor? Antalya, zaten yaz aylarında su sıkıntısı yaşayan bir şehir. Dört milyon turist demek; milyonlarca litre su, tonlarca atık, artan enerji tüketimi, yoğun trafik ve beton baskısı demek. Serinlemek için girilen denizlerdeki kirlilik, sahillerde artan plastik atıklar, yaylalara kadar uzanan konaklama talebi, kentin doğal döngüsünü bozuyor.
Turizm elbette istihdam sağlar, gelir getirir. Ancak sorun şu ki; bu gelir yerelde kalmıyor. Büyük zincir otellerin çoğu uluslararası sermayeye bağlı. Kazancın önemli bölümü Antalya dışına çıkıyor. Yerel esnaf, küçük oteller, üreticiler bu pastadan yeterince pay alamıyor. Tarım arazileri konuta, ormanlar otel parseline dönüşürken, kısa vadeli kazançlar uğruna geleceğimiz gözden çıkarılıyor.
*****
Antalya artık, kendi kentlisinin bütçesine göre yaşanabilir bir yer olmaktan uzaklaşıyor. Kiralar uçtu, gıda pahalılaştı, şehir içi ulaşımda tıkanıklık arttı. Birçok Antalyalı, doğduğu şehirde tatile çıkan biri gibi yaşamak zorunda kalıyor. Sahillerde yer bulmak, trafikte ilerlemek, pazardan uygun fiyatlı ürün almak neredeyse imkânsız hale geldi.
Antalya’nın turizmden vazgeçmesi mümkün değil elbette. Ama artık bu yoğunluğu sadece gelen turist sayısıyla, artan uçak trafiğiyle ölçmeyi bırakmamız gerekiyor. Çünkü mesele sadece otellerin doluluğu değil; aynı zamanda bu şehrin nefes alıp alamadığı. Her yıl biraz daha kalabalıklaşan, doğası biraz daha geri çekilen Antalya, bir yandan kazandırırken bir yandan da sessizce kaybediyor.
Sorun, turizmin kendisi değil; nasıl yapıldığında. Su kıtlığına karşı duyarsız, doğaya karşı hoyrat, yerel halkı görmezden gelen bir turizm anlayışıyla daha ne kadar devam edebiliriz? Antalya’nın nefesi yetmezse, bu büyük “başarı hikâyesi” de fazla uzun sürmeyecek. O yüzden artık sadece kaç turist geldiğini değil, bu şehre ne kaldığını da konuşmanın zamanı. Çünkü Antalya hâlâ eşsiz, hâlâ büyüleyici ama sonsuz değil.
Yorumlar
Kalan Karakter: