Geçtiğimiz günlerde Marmaris’ten yayılan bir video sosyal medyada geniş yankı uyandırdı. Garsonlar yarı çıplak bir şekilde, dans adı altında turist kadınları taciz ediyor, meşaleler havada, fonda müzik…
İçişleri Bakanlığı Jet hızıyla harekete geçti ve olayın meydana geldiği mekan mühürlendi, ruhsatlar iptal edildi. Kameralar önünde “gereği yapıldı” mesajı verildi.
Halbuki Marmaris’teki o rezillik, yıllardır bu ülkede her şey dahil otellerde her akşam tekrar eden sıradan bir sahneydi. Animasyon adı altında yapılan onca şovun, dansın, gösterinin bir devamı.
İnfiale neden oldu, çünkü rezalete ait görüntüler bu kez sosyal medyaya düştü ve bir anda milyonlarca kişi tarafından izlendi. Yani sorun ne garsondaydı, ne dans eden müzikte, ne otelde. Sorun, görüntünün yayılmış olmasıydı. Yani artık sadece görmek değil, gösterilmek mesele olmuştu.
Yani kamu otoritesinin itibarı zedelenmişti, itibardan tasarruf olmayacağı için hemen en üst perdeden harekete geçildi.
Ne kadar saklarsan sakla, takke düştü kel göründü. Bu olay, yıllardır “turizm” adı altında pazarlanan ama gerçekte şehirleri içten içe çürüten sistemin açık bir yansımasıydı. Şehri yaşatan damarların tek tek kesildiği, ama hala canlıymış gibi gösterildiği bir düzenin çatlağından sızan duman belki de. Sadece Marmaris’te değil, Antalya’dan Kuşadası’na kadar her yerde aynı tablo var. Büyük oteller büyüyor, parlayan tabelalar çoğalıyor, turist sayıları artıyor. Ama sokaktaki esnaf, pansiyonlar, yerel işletmeler tek tek siliniyor.
Antalya’da artık plaja inmek bile ayrıcalık işi. Gölge mi arıyorsunuz? Tuvalet, duş, hatta bir bardak su? Ancak bilekliğiniz varsa mümkün. Çünkü sahillerin çoğu artık “özel”. Halka açık alanlar ya gözlerden uzak yerlere itilmiş ya da o kadar işlevsiz ki adeta “mecburen var” kılınmış. Halk, kendi denizine cambaz gibi giriyor; çocuklar kumsalda oynarken, gölgelik bulmak adeta piyango.
Ve tüm bunlar olurken yetkililer rakamlarla övünüyor. “61 milyon turist ağırladık” diyor İçişleri Bakanı. Bravo. Gerçekten bravo. Peki bu ağırlamadan kim ne alıyor? Şehir mi kazanıyor? Esnaf mı? Yoksa sadece vergi muafiyetli büyük müteahhitler ve üç-beş tur operatörü mü? 2019’dan bu yana turist sayısı artsa da, kişi başı harcama sadece 100 dolar yükselmiş. Beş yılda, onca tanıtım kampanyasına, pist inşaatına, havalimanı genişletmesine rağmen…
Tüm çabanın karşılığı, bir akşam yemeği kadar.
Peki şehir ne kazanıyor? Daha çok trafik, daha fazla altyapı sorunu, daha kirli su, daha kötü ulaşım. Şehir büyümüyor; şişiyor. Ve sonunda patlıyor. Tıpkı Marmaris’teki o meşale gibi.
Bugün Antalya’da yaşamak değil, çalışmak var. Sabahın köründe kalkan insanlar turistin havlusunu topluyor, yatağını düzeltiyor ama kendi çocuğunu sahil kenarındaki bir dondurmacıya götüremiyor. Kendi denizine, kendi toprağına yabancı. Çünkü artık şehir turist için var. Halk ise bu devasa otelin arka mutfağında görevliymiş gibi yaşıyor.
Ve işin kötüsü, hâlâ bu sistemin başarıyla işlediğine inananlar var. Çünkü tabeladaki rakam büyük. Oysa raflar boş. Tıpkı eski İspanya gibi. Onlar zamanında bu hatayı yaptı, şimdi şehirlerine yeniden yatırım yapıyorlar. Biz ise hâlâ yatak sayısıyla övünüyoruz. Oysa şehir giderek ruhunu kaybediyor.
Antalya bir vitrin değil artık. Bir arka depo.
Marmaris’teki meşale yalnızca bir şov aracı değildi. O meşale, sistemin içten içe yandığının işaretiydi. Ve mesele artık ne kadar turist geldiği değil. Şehir, o turistin ayak bastığı yeri taşıyabilecek mi? İnsan, kendi evinde misafir gibi yaşamaya ne kadar dayanabilir?
Turizmi rakamlarla ölçen bir zihniyet, sonunda şehirden geriye kalan harabeleri de başarı hanesine yazmaya kalkar. Biz bu hikâyeyi izliyoruz, ama sonu hiç değişmiyor.
Çünkü aynı yanlışla her seferinde farklı sonuç bekleniyor.
Yorumlar
Kalan Karakter: