Antalya artık iki şehirden oluşuyor:
Birincisi kağıt üzerinde planlarla yönetilen, ikincisi o planların arkasından dolanarak büyüyen bir şehir.
Altıntaş bu çelişkinin en canlı örneği. Bir yanda hala lahana tarlaları, diğer yanda Manhattan özentisi kuleler… Ama ortada ne şehircilik aklı var ne de kamu yararını önceleyen bir vizyon.
Bu bölge, aslında Antalya’nın şehirleşme pratiğinin röntgeni. Çünkü Altıntaş’ta olanlar sadece birkaç imar parselinin hikayesi değil; bir kentin yönetim anlayışının, denetim sisteminin ve geleceğini satma hızının hikayesidir.
Antalya’da şehir planları artık şehirleri değil, rant haritalarını çiziyor.
Altıntaş bunun en görünür laboratuvarı: planlarda 0.80 emsal var ama ruhsatlar 2.00’la dağıtılıyor. “Müktesep hak” bahanesiyle binalar yükseliyor, planlar sadece duvarda asılı birer dekor haline geliyor.
Eskiden şehir planları “nerede yaşamamız gerektiğini” belirlerdi, şimdi “kim ne kadar kazanacak” sorusuna cevap veriyor.
Kağıt üzerindeki her çizgi, birilerinin cebindeki sıfırlara dönüşüyor. Böylece Antalya, planlı şehirleşmenin değil, plansız zenginleşmenin örneği oluyor.
Bir kentte denetim mekanizması çalışmıyorsa, orada hukuk sadece süs eşyasıdır.
Altıntaş’ta yarım kalmış inşaatlara verilen iskanlar, müfettiş raporlarıyla iptal edilen ruhsatlar, yapı denetim firmalarının kağıt üstü onayları… bunların her biri tesadüf değil, sistemin parçası. Müfettişler gelmese, bu skandalların hiçbiri ortaya çıkmayacaktı. Çünkü denetim artık kamu görevlisinin değil, “yakın ilişkilerin” işi.
Bir kentin geleceğini sadece binalar değil, o binaların hangi niyetle yapıldığı belirler. Altıntaş’ta yükselen her beton blok, Antalya’nın şehircilik aklından bir tuğla eksiltiyor.
Bu kadar hızlı büyüyen ama bir o kadar da köksüzleşen başka bir şehir bulmak zor.
Planlı şehircilik, kamusal vizyon, mimari bütünlük… hepsi birer lüks artık. Çünkü Antalya, planla değil parayla yönetiliyor. Her ruhsat, bir oy kaygısına, bir rant pazarlığına, bir “bizim çocuklar” kıyağına dönüşüyor.
Bu şehir artık yaşanacak bir yer değil, satılacak bir arsa olarak görülüyor.
Ve bu bakış açısı değişmedikçe, Altıntaş’ta yükselen her bina Antalya’nın kimliğinden biraz daha çalacak. Yarın bir gün o gökdelenlerin gölgesinde nefes alamadığımızda, kimse “ne oldu bu şehre” diye sormasın.
Cevap çok basit: Altıntaş’ta imar planı değil, vicdan planı çöktü.
KÖRLER SAĞIRLAR, BİRBİRİNİ AĞIRLIYOR
Antalya gibi bir şehirde istişareye kapalı bir oda olabilir mi?
Antalya Ticaret ve Sanayi Odası’nın internet sitesinde bir kurul var: Yüksek İstişare Kurulu.
Adı yüksek, görevi istişare; ama bugüne kadar ne bir toplantı ne bir fikir alışverişi ne de tek bir davet gördük. Ben de o kurulun üyelerinden biriyim. Ama anladım ki o üyelik, sadece sitenin “yönetim organları” sayfasında süs olarak durmakla sınırlıymış.
Kurullar, kurumların aklını ve vicdanını besler. İşletilmediklerinde ise sadece tabeladırlar. Antalya gibi turizmin, ticaretin, tarımın ve sanayinin kesiştiği bir şehirde; odanın en yüksek danışma organı susuyorsa, o sessizlik sadece odaya değil, bütün kente zarar verir.
Çünkü istişarenin olmadığı yerde çıkarlar konuşur, fikir değil koltuklar çatışır.
Bugün Antalya’nın geleceğini doğrudan ilgilendiren onlarca mesele var: Turizmde ucuz tatil sarmalı, küçük işletmelerin nefes alamayışı, kent merkezinin turistle buluşamaması, yangın yönetmeliklerinin absürtlüğü, ulaşımın keşmekeşi, ticaretin durağanlığı…
Bunların her biri bir istişare kurulunun gündemi olmalıydı. Ama ortada ne masa var ne sandalye ne de fikir alışverişi.
Hatta sadece kurul değil, meclisin kendisi bile artık tartışmaya tahammül edemiyor. Geçtiğimiz aylarda Meclis Başkanı Ahmet Öztürk’ün birkaç eleştirisi oldu, üyeler adeta linç girişiminde bulundu. “Senin hakkın yok” diyerek, kendi meclis başkanının bile sesini kıstılar.
Kendi başkanını susturan bir yapı, kente hangi sesi kazandırabilir? İroni şu ki, meclis başkanını bile dinlemeyen bir yönetimden istişare kuruluna kulak vermesini beklemek safdillik olurdu zaten.
Ben kurulun sesi olmayı, yazılarımda ve ekran karşısında üstlenmek zorunda kalıyorum. ATSO’nun suskunluğunu Antalya duysun diye kalemi elimden bırakmıyorum. Çünkü Antalya’nın ihtiyacı vitrinde duran kurullar değil, masada oturup fikir üreten mekanizmalardır. Bu şehir göstermelik toplantılarla, vitrin süsü panellerle, turizm gezileriyle yönetilemez. Ya gerçekten istişare edilir, ya da Antalya’yı bir kez daha kaybederiz.
Buradan çağrım açık ve nettir:
ATSO yönetimi ya bu kurulu işler hale getirsin, düzenli toplantılarla kentin meselelerini masaya yatırsın ya da kamuoyuna çıksın, “bu kurul neden var?” sorusunun cevabını versin. Çünkü göstermelik organların Antalya’ya faydası yok; aksine, bu şehrin itibarını kemiriyor.
Ve ben biliyorum, bu yazıyı okuyanların çoğu da aynı şeyi düşünüyor: Koskoca yönetim kurulu ve meclis üyeleriyle bile sonuç alınamayan bir odada, “yüksek” istişare kurulundan ne beklenebilir ki?
Körler sağırlar birbirini ağırlar misali…
Yorumlar
Kalan Karakter: