Antalya Ticaret ve Sanayi Odası’nın Eylül ayı meclis toplantısı gerçekleşti. Kağıt üzerinde şehrin ekonomisinin kalbi sayılan bu toplantı, aslında boş bir ritüelden ibaret olduğunu bir kez daha gösterdi.
Başkan Yusuf Hacısüleyman kürsüdeydi, meclis üyeleri sıralarda oturuyordu ama geriye kalan tek şey sıkıcı temenniler, herkesin zaten bildiği tespitler ve hiçbir yere çıkmayan cümleler oldu.
İşsizlikten söz etti başkan, gençlerin “ev genci” halinden bahsetti, turizmde pahalı ülke algısını dile getirdi, Kaleiçi için yönetmelik değişikliği istedi. Bunların hepsi kulağa ciddi geliyor gibi ama aslında herkesin günlük hayatında zaten yaşadığı, bildiği şeyleri tekrar etmekten öteye gitmedi.
Bu şehirde işsizlik olduğunu, gençlerin iş bulamadığını, faizlerin piyasaya yansımadığını, turizmin pahalıya çıktığını hangi esnaf bilmiyor? Hangi sanayici farkında değil? O kürsüye çıkıp bunları söylemek, yeni bir şey söylemek değildir. Bu ancak günü kurtarmak, vakit doldurmak, meclis toplantısını “boş geçmedik” süsüyle bitirmektir.
Ama asıl mesele şu: ATSO’nun görevi sadece sorunları sıralamak değil, sorunları çözmek için yol haritası çizmek olmalı.
Genç işsizliği mi konuşuluyor? O halde genç girişimcilere destek olacak projeler nerede?
Faizlerin erişilemezliğinden mi yakınılıyor? Peki üyeleri için ortak finansman fonları, kredi kooperatifleri, dayanışma modelleri neden masaya gelmiyor?
Turizmde pahalı ülke algısı mı var? O halde maliyetleri düşürecek adımlar, yerel üretimi güçlendirecek öneriler, enerji ve lojistik maliyetlerini hafifletecek vizyon nerede?
Kaleiçi’ndeki yangın yönetmeliği mi dert? Bu kentin kültürel mirası için ATSO’nun kendi yol haritası, kendi yatırımı, kendi öneri seti neden yok?
Hani geçen ay “Vizyon” adı altında 118 kişilik kafileyi özel uçakla Madrid’e götürmüşlerdi ya… O seyahatte vitrinde ışıl ışıl parlayan pırlantaları inceleyen oda yönetimi, bu ay kendi salonunda bir tek fikir bile parlatamadı. Madrid’de şampanya kadehi kaldıran eller, Antalya’da mikrofonu tutarken bir damla cesaret gösteremedi. Yani sorun sadece israf edilen kaynaklar değil, sorun aynı zamanda üretilemeyen akıl, söylenemeyen söz, çizilemeyen yol haritası.
Hadi yönetim ve başkan günü kurtarma derdinde… Mikrofon orada, kürsü orada. Peki üyeler neden sessiz? Neden çalışmadan geliyorlar toplantıya? Mikrofonu eline alan herkes “bu koltukların hakkını verelim” diyor ama ettikleri tek adam akıllı söz, içi dolu en başarılı eylem işte bu cümleden ibaret.
Toplantıya kameralar için gelen, minnoş minnoş cümleler kuran, sonra poz verip koltuğa yaslanan bir meclis tablosu var ortada. Bu şehirde esnaf kepenk açamıyor, sanayici üretim yapamıyor, turizmci boş odalara bakıyor; ama meclis salonunda resmen evcilik oynanıyor.
Üstelik toplantının bir kısmı da tam anlamıyla kreş sahnesine döndü. O bana bunu söyledi, bu öyle dedi, diğeri alınmış, beriki gücenmiş… Şehrin ekonomisinin kaderi konuşulması gerekirken, meclis salonunda “kim kime ne dedi” kavgası yaşandı. Resmen çocuk parkı seviyesinde didişmeler. Antalya’nın nefesi kesilmişken, koskoca ATSO meclisi kum havuzunda oyun oynamaktan öteye geçemedi.
En trajikomik çıkış ise ATSO Meclis Üyesi Serkan Bahar’a aitti. Antalya’nın sönmüş balonunun çantacılığını yaparak prestij kazandığını sanan, kuzenden bozma iş insanı, rahmetli Ali Bahar’ın ardından yaptığı konuşmalarda “stajyer ali kıran baş kesen” kontenjanından faydalanıp “buralar hep bizim, kimseye yedirmeyiz” falan diye racon kesiyordu. Eylül ayı toplantısında ise aynı isim bu kez üyeleri sükunete, itidalli davranmaya davet etti. Sırtını yasladığı balon elinde patlayınca, nasıl minnoş olmuş, nasıl sevgi pıtırcığına dönüşmüş, görmeniz lazımdı.
Toplantı salonunda sözde ekonomiye yön veriliyordu ama salonun dışında, ATSO koridorlarında tek bir konu konuşuluyordu: “Madrid tatilinde kim kimin odasında sabahladı, geceyi kim kiminle geçirdi?” Antalya ekonomisine yön vermekle mükellef isimler, utanmadan sıkılmadan dedikodu yapıyordu. 143 yıllık köklü bir kurumun koridorlarında, iş dünyasının geleceğini konuşmak yerine, magazin muhabiri tadında geyikler dönüyordu.
Daha da vahimi ise bu kepazeliklerin ATSO Yönetiminin şahitliğinde yaşanıyor olması, Yönetim Kurulunun bu durumdan rahatsız olmaması. Hatta “Aslında alnım pak” diyerek ortalıkta utanmadan, sıkılmadan dolaşmaları.
Antalya ekonomisi boğulurken, ATSO meclisi hala bilinenleri tekrar edip boş zamanlarında da dedikodu yapıyor.
Aslında sorunun kaynağı belli; Maalesef bu şehirde lider yok. Daha da kötüsü, yakın gelecekte de çıkacak gibi görünmüyor. Çünkü lider dediğin risk alır, taşın altına elini koyar, topluma yön çizer. Oysa ATSO’nun seçilmişlerine bakıyorsun: gündem yok, vizyon yok, cesaret yok.
Konuşmalarına bakıyorsun: kopyala–yapıştır temenniler, klişe cümleler, günü kurtarmaktan öteye gitmeyen laf kalabalığı. Böyle bir topluluk lider değil, olsa olsa seyirci çıkarır.
Antalya’nın sorunlarını çözmek için seçilmiş bu insanlar, sorunların etrafında dönüp dolaşarak aslında çözümün önündeki en büyük engel haline geliyor. Bir şehrin meclis salonunda liderlik filizlenmiyorsa, o şehir daha uzun yıllar “lider yoksunluğu” ile anılır. Antalya da tam olarak bu girdabın içinde.
ATSO’nun salonunda yaşanan boşluk, otel odalarında yaşananlar, koridorlarında dönen dedikodular, meclis kürsüsünden yükselen klişe cümleler ortada. Bu şehrin lider çıkaramamasının sebebi de bu zaten: koltukları dolduran ama vizyonu boş bırakan insanlar. Antalya’nın sorunları dağ gibi büyürken, siz seçilmişler evcilik oynamaktan öteye geçemiyorsunuz.
Düşünün, Ankara’dan Türkiye turizmini dönüştürecek dev bir hamle geliyor. Cumhurbaşkanının talimatıyla 300 adet, 190 koltuk kapasiteli yolcu uçağı için sipariş verildi. Bu adım sayesinde Türkiye’nin yıllık yolcu taşıma kapasitesi 60 milyondan 100 milyonun üzerine çıkacak. Antalya özelinde konuşursak: bugün 25 milyon turisti ağırlayacak yatak kapasitesi var ama gelen turist sayısı 16 milyon civarında kalıyor. Çünkü sorun yatakta değil, uçakta. Bu yeni yatırım, Antalya’nın boş kalan yataklarını dolduracak, sezonu 180 günün üzerine yayacak, karlılığı artıracak.
Buna “ikinci büyük turizm hamlesi” deniyor. 1980’lerde Turgut Özal tahsislerle ilk atılımı başlattı, 2000’lerde Erdoğan havalimanları ve altyapıyla ikinci aşamayı kurdu. Şimdi sıra gökyüzünde. Antalya’nın geleceğini doğrudan ilgilendiren, stratejik değeri tartışmasız bu projeyle Türkiye turizm gelirinde dünya sıralamasında ilk üçe oynamayı hedefliyor.
Peki aynı saatlerde ATSO Meclisi’nde ne konuşuluyordu? “Sevgi dili” ve “Madrid tatili.”
Yani memleketin turizminde yeni bir çağ açılacak ama Antalya’nın en köklü iş dünyası kurumu, bu tarihi fırsatı ağzına bile almıyor. Başkan Hacısüleyman, yılların turizmcisi olmasına rağmen tek kelime etmiyor. İşte vizyonsuzluk budur. Bir tarafta yüz milyon yolcuyu taşıyacak bir filonun stratejik etkisi, diğer tarafta “sevgi pıtırcıklarıyla” süslenmiş dedikodu.
Unutmayın, o koltuklar sadece sizin değil, aynı zamanda size oy veren üyelerin emaneti. Esnafın, sanayicinin, turizmcinin, çiftçinin sesi olamadığınız her gün bu emanete ihanet ediyorsunuz. Ve artık öyle bir noktadayız ki, üyeler bu ihaneti daha fazla sineye çekmeyecek.
ATSO yönetimi bugün vizyon değil, beceriksizlik üretiyor. Başkan kürsüye çıkıp aynı klişeleri tekrarlıyor, yönetim ise günü kurtarmaktan öteye gidemiyor. Ne bir proje, ne bir cesur adım, ne de bu şehrin ufkunu genişletecek tek bir fikir… Antalya’nın yükünü omuzlaması gerekenler, tam tersine Antalya’nın sırtına daha fazla yük bindiriyor. Bu vizyonsuzlukla, bu korkaklıkla, bu beceriksizlikle şehrin geleceğini tıkayan sizlersiniz. Ve bilin ki, tarih sizi vizyonerler arasında değil, Antalya’nın kayıp yıllarının sorumluları arasında yazacak.
Yorumlar
Kalan Karakter: