Bir şehri sevmek kolaydır. Ama sahip çıkmak… İşte o, ateşle imtihandır.
Antalya’yı sevmek, sadece deniziyle, portakalıyla, falezleriyle övünmek değil; susulanları da dillendirebilmektir. Çünkü bu şehir artık sadece kavurucu güneşiyle değil, duyarsızlığıyla, vefasızlığıyla, suskunluğuyla yakıyor insanı. Alev sadece ormanları değil, vicdanları da sarıyor.
Son günlerde mahalle mahalle yanan bu şehirde, sadece çam ağaçları değil, umut da küle dönüyor. Aksu, Manavgat, Gazipaşa yanıyor… Ama Instagram’da hala gün batımı fotoğrafları paylaşılıyor. Oysa yeşil Antalya artık bir kartpostaldan ibaret. Gerçekte elimizde kalan; duman, suskunluk ve yönsüzlük.
Yangına müdahalede geç kalınmış, önlem alınmamış, plan yapılmamış. Ama mazeretler hazır; “Rüzgar şiddetliydi, topografya elverişsizdi, ekipler yönlendirilmişti.” Sanki suç ormanda.
Bu kadar rahat, bu kadar kalpsiz, bu kadar suskun olunmaz! Antalya yanarken, şehirde söz sahibi olduğunu iddia edenlerin çoğu ya yazlığında, ya açılışta, ya da çalışma ziyaretinde.
Peki nerede bu vekiller?
Orman yanarken tweet atmayan, kadın cinayeti yaşanırken RT bile yapmayan, şehrin havalimanında uçak tahliye edilirken selfilere poz veren vekiller. Şehirle bağı olmayan, şehir için konuşmayan, sadece seçimden seçime sokağa inen vekillerimiz… Mecliste neye “evet” dediklerini bilmiyoruz ama havaalanı açılışlarına dört kişi birlikte selfie atabiliyorlar. Kriz anında açıklama yok ama story var: “Şehrimizin güzelliklerini yaşamaya geldik...”
Ve işin en acı tarafı, sadece siyasetçiler değil, sivil toplum da konuşmuyor. STK’lar, odalar, sendikalar… Herkes bir fonun, bir projenin, koruyucu bir kanadın altına girme peşinde. Kağıt üzerinde toplum için varlar ama fiilen yoklar. Fotoğraf var, etki yok. Çünkü artık mesele çözüm değil; sunum ve görünür olmak.
Ne zaman bir şey sorsanız “Bizim alanımız değil” diyorlar. Kadın cinayeti? “Yasal süreci bekliyoruz.” Çocuk istismarı? “Başka dernek açıklama yapacak.” Orman yangını? “Yetki bizde değil.” Herkes uzmanlaştıkça vicdanlar branş dışı kalıyor. Herkes sorumluluktan kaçıyor, çünkü herkes biliyor: Sorumluluk almak bedel ödemek demek.
Ama bu şehirde herkes bedelsiz konforun peşinde.
Ve şimdi… Şehrin altı kez oy vererek seçtiği belediye başkanı dört duvar arasında.
Ortada yolsuzluk dosyası yok, iddianame yok, mahkeme yok. Kaçma şüphesi yok, delil karartma yok. Ama tutukluluk var. Daha yargılama başlamadan, toplumun vicdanında yarılan bir adalet var.
Bu kişi bir siyasi figürden ibaret değil. Okul yaptırdı, arsa bağışladı, fidan dağıttı, çiftçiye destek oldu, güreşçiyi şampiyon yaptı. Şimdi o ekmeği yiyenlerin sesi yok. O fidandan ürün alanlar suskun. Minderde ter dökenler suskun.
Bu vefasızlık mı, korku mu, yoksa sadece unutkanlık mı?
COVID geçirdiğinde herkes seferber olmuştu. Cumhurbaşkanı aramıştı, bakan devreye girmişti. Şimdi ne değişti? Bu sessizliğin adı ne? Sokaklara dökülün demiyoruz, yargıya isyan edin demiyoruz. Ama bir ses olsun. En azından şunu diyebilecek biri çıksın: “Tutuksuz yargılansın.” Çünkü adalet, sadece kural değil, aynı zamanda vicdandır.
Bu şehirde artık susmak, en yaygın dil. Herkes aynı ezberi okuyor: “Görmedim, duymadım, konuşmadım.”
Antalya artık sadece bir coğrafya değil; kolektif unutkanlığın, organize suskunluğun ve sahte kalabalıkların başkenti.
Yangın olur, susulur.
Cinayet işlenir, unutulur.
Müze kapanır, açıklama yapılmaz.
Bir başkan, adeta öldürülür gibi yalnız bırakılır ama kimse mezarına çiçek bile koymaz.
Ve sonra yeni bir gün başlar…
Plajlar doludur.
Protokol kravat takmıştır.
Bir yerin daha “açılışı” yapılır.
Oysa şehir çöküyordur.
Ama biz, o sırada “çay çok güzel, demli olmuş” cümlesine alkış tutarız.
Antalya haritadaki varlığını sürdürüyor ama içinde yaşayan insanlar birer birer yok oluyor.
Ya yanarak, ya susarak, ya da unutularak.
Şunu unutmayın: Bu şehir yanıyor.
Ama artık sadece alevlerden değil, ilgisizlikten.
Yorumlar
Kalan Karakter: