Antalya Ticaret ve Sanayi Odası’nın Temmuz ayı meclis toplantısında, dikkat çekici olduğu kadar düşündürücü bir manzara yaşandı. Türkiye’nin en büyük ticaret ve sanayi odalarından biri olan ATSO’nun 117 kişilik meclisi, bu ayki oturumda şehrin kamu yönetimiyle doğrudan temas kurma fırsatını büyük ölçüde elinin tersiyle itti.
Toplantının özel konuğu Antalya Valisi Hulusi Şahin’di. Yani devletin şehirdeki en üst düzey yöneticisi, mülki idarenin başı. Vali’nin, oda meclisine konuk olması sıradan bir protokol ziyareti değil; Antalya’nın sorunlarının, çözüm önerilerinin doğrudan aktarılabileceği, nadir ve değerli bir buluşmadır.
Ancak bu önemli fırsat, ATSO Meclisi üyeleri tarafından yeterince ciddiye alınmadı. Katılım oranı düşüktü, ama asıl vahim olan, katılmış gibi yapıp toplantıya girmeyenlerin sayısıydı.
ATSO’nun kayıtlarına göre, 117 üyeden 98’i toplantı tutanağını, yani yoklama kağıdını imzaladı. Ancak ATSO’nun kendi sosyal medya hesaplarında paylaştığı fotoğraflar ve YouTube yayınında görüldüğü üzere, salonda en fazla 40 meclis üyesi vardı. Yaklaşık 58 kişi, binaya kadar gelip imzasını atmış ama toplantı başlamadan binayı terk etmişti.
Bu tablo, yalnızca kurumsal bir zafiyet değil, temsil makamına duyulan saygının da sorgulanması gerektiğini gösteriyor. Bir meclis üyesi, toplantıya katıldığını belgeleyip ardından salonu terk ediyorsa, bu yalnızca kendi itibarını değil, temsil ettiği sektörü, üyeleri ve şehri de küçük düşürür.
Dahası, Vali'nin bu toplantıya katılacağı günler öncesinden belliydi. Bu, sürpriz bir ziyaret değildi. Hal böyleyken, “daha önemli işleri” öne sürmek mümkün değil.
ATSO Meclis Üyesi olup sektörlerini ve yaşadıkları kenti temsil etmek için seçim öncesi kırk takla atan bu zatı muhteremeler, Vali Bey’in yer aldığı toplantıda ne salona girdi, ne tartışmalara katıldı, ne de Antalya’nın geleceğiyle ilgili tek bir söz söyledi.
Liseli ergenler gibi, yoklamada ‘buradayım’ deyip parmak kaldırdı, hoca arkasını döner dönmez dersten kaçtı.
Hepinize YAZIKLAR OLSUN.
Bu tür davranışlar, sadece bireysel bir ilgisizliği değil, kurumsal bir sorumluluk eksikliğini de ortaya koyuyor. Toplantıya katılıyor gibi görünmek, ancak hiçbir katkı sunmamak; görev bilincinin değil, yalnızca formalitelerin yerine getirilmesinin göstergesidir.
Üyelerin bir kısmı, yalnızca üyelik statülerini korumak ya da sembolik bir görünürlük sağlamak adına bu tür bir yaklaşımı tercih etmiş görünüyor.
Üstelik bu tür önemli toplantılar, üyeler için sadece bir hak değil, aynı zamanda bir sorumluluktur. Kentin ekonomik aktörlerinin temsil edildiği bir meclis, devletin temsilcisiyle doğrudan temas kurma fırsatını bu kadar kolay harcayamaz. Çünkü dışarıda yüzlerce esnaf, sanayici ve girişimci, valilikten randevu alabilmek için aylarca bekliyor. Bu temas fırsatı, meclis üyelerine doğrudan sunulmuşken, bu kayıtsızlık ciddi bir temsil sorununu işaret ediyor.
ATSO Meclisi'nin yaşadığı bu durum, sadece o anki bir eksiklik değil, daha derin bir sorunun yansımasıdır. Seçilmiş ya da atanmış her temsilci, bulunduğu koltuğu sadece unvanla değil, katkı ve emekle doldurmak zorundadır. Bu noktada sorun yalnızca meclis üyelerinin davranışında değil; aynı zamanda onları o görevlere getiren üyelerde, yani Antalya iş dünyasında da aranmalıdır.
Toplantıya katılmadan imza atıp giden üyelerin kamuoyuna açıklanması yönünde bir talep de kamu vicdanında yer bulmalı. Şeffaflık ve hesap verilebilirlik ilkeleri, sadece kamu kurumları için değil, kamu niteliği taşıyan meslek kuruluşları için de geçerlidir. Bu anlamda, kimlerin bu sorumsuzluğu gösterdiğini Antalya halkının bilmesi, temsil sisteminin sağlığı açısından önemlidir.
Sonuç olarak, Antalya gibi büyük bir şehirde, kamu-özel sektör iş birliğinin en somut zeminlerinden biri olan ATSO Meclisi'nin bu sorumluluğu daha ciddiyetle taşıması gerekir. Göstermelik katılımlar, samimiyetsiz duruşlar ve kişisel konforu toplumsal görevlerin önünde tutan anlayış, bu kurumu zayıflatır.
Seçim zamanı geldiğinde, yalnızca görsel imajlara, kartvizitlere ya da tanınırlığa değil; kentin sorunlarına gerçek anlamda eğilen, çözüm üretme kapasitesi olan ve görev bilinci taşıyan kişilere yetki verilmelidir. Antalya’nın geleceği, temsil makamlarında yer alanların sorumluluk bilinciyle doğrudan bağlantılıdır. Aksi hâlde, boş koltukların sembolik değil, yapısal hale gelmesi kaçınılmaz olur.
BİRİ ‘VİZYON’ MU DEDİ?
Antalya’nın kültürel belleğini taşıyan önemli kurumlardan biri olan Antalya Müzesi sessizce kapatıldı ve yıkım başladı. Bu kararın kamuoyunda yaratması gereken tartışma ve değerlendirme ne yazık ki gerçekleşmedi. Ortak akıl bir kez daha devre dışı kaldı. Dozerin fendi ortak aklı yendi.
Antalya Valisi Hulusi Şahin ATSO Meclisi’nde yaptığı konuşmada, mevcut müze binasının yılda yalnızca 150 bin kişi tarafından ziyaret edildiğinden dem vurdu. Bu sayının düşük olduğunu belirten Vali, müzenin bir cazibe merkezi olamadığını dile getirdi.
Bu tespit, yüzeyde haklı gibi görünse de meseleyi yalnızca bina ölçeğinde tartışmak, esas sorunu ıskalamaktır. Zira ziyaretçi sayısının azlığı, tek başına bir yapının mimari yetersizliğinden ya da fiziki konumundan kaynaklanmaz. Sorun daha derinde: sistemsel bir problemle karşı karşıyayız ve bu, yönetsel sorumluluğu işaret eder.
Kültürel mirasın değeri, sadece binanın ne kadar “gösterişli” olduğu ile ölçülmez. Eğer elimizdeki mirası bir kültür politikasına, bir hikâyeye, bir kent stratejisine dönüştüremiyorsak, dünyanın en modern müzesini inşa etsek dahi sonuç değişmez.
Çünkü sorun bina değil, bizim vizyonsuzluğumuz.
Antalya, yılda milyonlarca turist ağırlayan bir şehir. Ancak bu turistlerin çok büyük bölümü otellerin dışına bile çıkarılmıyor. Böyle bir ortamda, müzeyi otel kapısının önüne yapın; ilgisizlik değişmeyecektir. Çünkü mesele mekan değil, vizyondur.
Bugün geldiğimiz noktada, müze binasının yıkılmasıyla başlayan süreç yeni bir yatırım olarak sunuluyor. Elbette ki modern ve çağdaş bir müze, kent adına olumlu bir gelişme olabilir. Ancak unutulmamalı ki; eğer aynı vizyonsuz anlayış devam ederse, yeni binanın kaderi de yıkılan ile aynı olacaktır. O çok konuşulan “itibardan tasarruf edilmez” anlayışıyla milyonlar harcanarak yapılan yapılar, içine ruh katılmadığı sürece yalnızca betonarme kabuklar olarak kalır.
Antalya’nın kültür politikaları, uzun süredir inşaat eksenli bir bakış açısına teslim olmuş durumda. Turizmi sadece otel kapasitesi ve yapılaşma üzerinden ölçen bu yaklaşım, kenti yalnızca bir tüketim merkezi olarak konumlandırıyor.
Oysa turizm, sadece konaklama değil; bir vizyon meselesidir. Ve bu vizyon, ne yazık ki Antalya'da en eksik olan şeylerden biridir.
Yorumlar
Kalan Karakter: