Her yıl sonbaharda Antalya’nın kalbi bir başka atar.
Bu şehir, sadece deniziyle ve güneşiyle değil, sinemanın büyüsüyle parlar.
Altın Portakal Film Festivali, 62 yıldır sadece bir sinema etkinliği değil, bu ülkenin hafızasında yer etmiş bir hikayedir.
Yılmaz Güney’in, Türkan Şoray’ın, Atıf Yılmaz’ın, Şerif Gören’in izlerini taşır. Antalya, sinemayla büyüyen, sanatı kalpten yaşayan bir şehirdir. Bu nedenle bu yılın teması olan “Kalpten”, kentin ruhuna tam denk düşüyor.
24 Ekim–2 Kasım tarihleri arasında perdeler yeniden açılacak. On gün boyunca 104 film sinemaseverlerle buluşacak, 70 film Türkiye’de ilk kez Antalya’da gösterilecek.
Açılışta Settar Tanrıöğen, Serap Aksoy ve Feride Çiçekoğlu gibi ustalara onur ve emek ödülleri takdim edildi.
Genç kuşağın temsilcileri Merve Dizdar, Selahattin Paşalı ve Cansu Baydar da başarı ödülleriyle sahneye çıktı. Festivalin jürisine Türk sinemasının usta ismi Ömer Vargı başkanlık ederken, Beren Saat, Engin Alkan, Sevin Okyay ve Mircan Kaya gibi güçlü isimler de jüri koltuğunda yer alıyor.
25 Ekim’de yapılan geleneksel kortej, yine Antalya sokaklarını renklendirdi.
Bu yılın özel bölümü “Sınırlardan Sınırsızlığa”, Gazze’den Filistin’e uzanan acıları perdeye taşırken, sinemanın aynı zamanda bir umut dili olduğunu hatırlatacak.
Altın Portakal sadece bir festival değil, Antalya’nın kalbidir. Türkiye’nin kültürel vicdanıdır. Antalyalılar bu festivali sadece izlemekle kalmaz, yaşar. Her yıl milyonlarca lira, binlerce emek bu markayı yaşatmak için harcanır. Fakat tüm bu emeğin üstüne siyaset gölgesi düştüğünde, şehrin vicdanı sarsılır.
Bir Antalyalı olarak bu festivali çok seviyorum; ama bir gazeteci olarak da bu kadar köklü bir markanın siyasetle kirletilmesine tahammül edemiyorum. Hatırlayalım: 2023’te, yani 60. Altın Portakal’da, bir belgeselin programdan çıkarılmasıyla başlayan kriz festivalin iptaline kadar gitti. Bu, festival tarihinin üçüncü iptaliydi. Antalya, o yıl sinemanın değil, sansürün başkenti olarak anıldı. Kültürle, sanatla, özgürlükle övünen bir şehir için bu utanç verici bir sayfaydı.
Bir yıl sonra, 2024’te, perdeler yeniden açıldı ama geçen yılın gölgesi sahneden tamamen çekilmedi. Çünkü yara, sadece bir iptalin değil, güvenin kaybıydı. Sanat özgür düşüncenin alanıdır, doğru. Ama Antalya’nın en önemli markası, “özgürlük” adı altında herkesin ahkam kestiği bir kürsü değildir, olmamalıdır. Altın Portakal’ın gücü, tarafsızlığında, birleştiriciliğinde ve sinemayı merkeze alabilmesindedir. Bu alan siyasi hesapların, ideolojik çatışmaların değil, sanatın ve üretimin alanı olmalıdır.
Bu yıl festivalin ev sahibi olan belediye, rüşvet ve yolsuzluk soruşturmalarıyla gündemde. Başkan tutuklu, birçok bürokrat görevden uzaklaştırılmış durumda. Bu tablo ister istemez şu soruyu akla getiriyor: “Bu festival siyasetin vitrini olacak mı?” Kırmızı halı serilirken, topuk seslerinin arasına karışan gerginlik sesi işte tam da bu yüzden duyuluyor. Antalya bu soruyu hak etmiyor.
Sinemacılara, oyunculara, yönetmenlere küçük bir hatırlatma yapmak gerekiyor. Bu sahne protesto değil, üretim alanıdır. Elbette düşünce özgürlüğü kutsaldır; ama bir festival, kavga değil, düşüncenin beyaz perdedeki karşılığıdır. Kaş yapayım derken göz çıkarmamak gerekir. Çünkü birileri politik mesaj verirken, festivalin kendisi zarar görür. Bir yıl sansür tartışmasıyla yandı, bir yıl yönetim kriziyle sarsıldı; üçüncü bir yıl bu festivalin hafızasını siler. O zaman sadece Antalya değil, Türkiye’nin kültür dünyası kaybeder.
Antalya her şeye rağmen sinemaya sahip çıkan bir şehirdir. Antalyalılar sinemayı sever, sinemacıya saygı duyar; ama aynı zamanda kendi emeğine, kendi markasına ve kendi onuruna da sahip çıkar.
Kim olursa olsun, Altın Portakal’ın adını kendi gündeminin malzemesi haline getirmeye kalkarsa, bu şehir sessiz kalmaz.
Çünkü Altın Portakal, Antalyalılarındır. Ve Antalya, sahnesinde sadece sanatı görmek ister, siyaseti değil.
Yorumlar
Kalan Karakter: