II. Edward, 1066’da tahttan indirilen ilk İngiliz kralıydı.
Kendi iç çekişmeleri, saray çevresinin hırsı ve kifayetsiz tercihlerinin tetiklediği bu süreç, İngiliz siyasi kültürünü altüst etmişti.
Yüzyıllar sonra Shakespeare bu trajediyi hatırlarken, “Dünyevi hiç kimse Tanrı’nın seçtiği vekili tahttan indiremezdi, ta ki...” diyerek aynı şaşkınlığı dillendirmişti.
Bugün Antalya’da olup bitenleri Shakespeare'e sorsak muhtemelen şöyle derdi: “Antalya’da hiç kimse Muhittin Başkan’ın önerdiği vekili tahttan indiremezdi, ta ki...”
Tabii… vekil, kendini öneren Muhittin Böcek’ten üstün görüp başkanın güvendiği bürokratlarını tek tek görevden alır, birlikte siyaset yaptığı, son seçimlerde Büyükşehir’i ve 16 ilçeyi omuz omuza çalışarak kazandığı seçilmiş belediye başkanlarını hiçe sayıp onların üzerinde bir “hakim güç” kurmaya kalkışıp gizliden kendi siyasi istikbalini kurgulamaya başlayıncaya kadar.
Meclisin kendi içinden seçtiği Büşra Özdemir, Böcek’in açık tavsiyesiyle başkan vekili koltuğuna oturdu.
O gün için bu karar bir “kriz yönetimi” gibi görünüyordu ama biz bu şehrin damarlarını, iç ritmini biliriz yani Antalya siyasetinde hiçbir kriz uzun süre masum kalmaz.
Günler geçtikçe gördük ki mesele vekaletin verilmesi değil; vekaletin nasıl kullanıldığı.
Bir anda şehrin dört bir yanında beliren billboard pozları…
Festivallerde sanki seçilmiş başkanmış gibi sahnenin merkezine yerleşen protokol tavrı…
Resmi toplantılarda “tahtın asıl sahibi” edasıyla sergilenen teatral özgüven…
Her etkinliği kişisel PR’a dönüştüren agresif bir görünürlük stratejisi…
Vekalet bir anda “asalet maskesi” takmıştı.
Konuyu geçen hafta köşemde yazdıktan sonra , Antalya basını —iktidarıyla muhalefetiyle— aynı refleksle benzer yazılar kaleme aldı.
Çünkü mesele bir köşe yazarının kişisel yorumu değil; mesele kentin ortak hafızasını savunmaktı.
Bir vekilin, emaneti kişisel ikbal aracına dönüştürme çabasına itirazdı.
Bugün herkes aynı soruyu fısıltıyla değil yüksek sesle soruyor; “Vekil CHP genel merkezinden aldığı talimat ile, vekalet ettiği kişiyi tarihten silip kendi iktidar hikayesini mi yazmaya çalışıyor?”
Bu sorunun cevabı billboardlarda saklı.
Görevden alınan bürokratlarda saklı.
Yeni kurulan kliklerde saklı.
Toplantı fotoğraflarındaki küçük mimiklerde, protokoldeki milimetrik kaymalarda, PR kampanyalarındaki büyük özgüvende saklı.
Tarih şunu hiç şaşmadan öğretir: Gerçek meşruiyeti seçim verir, imaj çalışması değil.
Halkın iradesi ise vekâleti sınırlar.
Bir koltuğun ağırlığını taşıyamayanlar, o koltuğu sahiplenmeye kalktığında tarihin terazisi onları hep en hafif yere koyar.
Yorumlar
Kalan Karakter: