Antalya’da gerçekten sessiz bir yer bulmak neredeyse imkânsız.
Deniz kenarında bile bir müzik sesi, bir motor uğultusu, bir insan kalabalığı mutlaka karışıyor rüzgâra.
Bazen gece, herkes sustuğunda bile bir uğultu kalıyor geriye, şehrin kendi nabzı gibi.
Ve insan ister istemez düşünmeden edemiyor: Biz sessizliği neden bu kadar özlüyoruz?
Oysa sessizlik sandığımız kadar basit bir şey değil.
İnsan kulağı yaklaşık 20 ile 20.000 Hz arasındaki frekansları algılar.
Duyabildiğimiz en düşük ses seviyesi 0 desibeldir.
Ama bundan da sessiz ortamlar vardır. Örneğin Microsoft’un Redmond’daki yankısız odası, ölçümlere göre –20,6 desibel ile dünyanın en sessiz yeridir.
Bu odada insanlar kendi kalp atışlarını, kanın damarlarından geçişini, hatta eklemlerinin kıpırdanışını bile duyabilir.
Çoğu kişi içeride 30 saniyeden fazla kalamaz; en uzun kalan kişi ise yaklaşık yarım saat dayanabilmiştir.
Çünkü o noktada sessizlik artık huzur değil, insanın kendi varlığının yankısı hâline gelir.
Yaradan insana hem sesi hem sessizliği armağan etmiş.
Ama çağ, o dengeyi bozmuş gibi.
Bugün sessizlik kendiliğinden gelen bir hâl değil, çaba gerektiren bir lüks.
Antalya’nın ses haritalarına bakınca bunu net görebilirsin.
Konyaaltı sahilinde ses seviyesi 75–80 dB civarında, Lara-Kundu hattında 78 dB,
Işıklar ve Kaleiçi çevresinde 80 dB, havaalanı yakınlarında ise uçak kalkışlarıyla birlikte 90 desibele kadar çıkıyor.
Ben de bu yüksek ses düzeyine sahip bölgelerden birinde ikamet ediyorum.
Hem mesleğimi orada sürdürüyorum hem de günümün büyük kısmı o gürültünün içinde geçiyor.
Yani gürültü, benim için sadece çevresel bir veri değil, günlük hayatın bir parçası.
Bu yüzden bazen sessizlik bulmak için müzik açmamak, bir konuşmanın ortasında durmak, sadece susmak gerekiyor.
Zor ama gerekli.
Çünkü şehir susmasa da insan isterse içinde bir oda kurabiliyor.
Belki de huzur, sessizliği bulmakta değil; onu içinde taşıyabilmekte saklıdır.
Esenlikle kalın…
Yorumlar
Kalan Karakter: