Hayatın içinde hep bir savunma veriyoruz. İşte, ailede, ilişkilerde, sosyal medyada… Hep bir “mahkeme salonu” var aslında. Fark şu ki; biz çoğu zaman gerçeği savunmak yerine günü kurtarmaya oynuyoruz.
M.Ö. 399’da Sokrates’in önüne de bir mahkeme kuruldu. Suçlamalar hazırdı: gençleri bozmak, tanrılara inanmamak, düzeni tehdit etmek… Adamın yapacağı şey belliydi; biraz boyun eğecek, “tamam hatalıydım” diyecek ve kurtulacaktı. Ama o başka bir cümle kurdu:
“Yanlış yapmak, ölümden daha kötüdür.”
Biliyordu, ölecekti. Ama yalancı bir hayatı yaşamaktansa hakikati söyleyip ölmeyi seçti.
Bugün biz aynı yerde değiliz belki ama kendi küçük mahkemelerimiz var:
• İş görüşmesinde süslenmiş cümleler,
• Sosyal medyada parlatılmış hayatlar,
• Çıkar için görmezden gelinen doğrular,
• İçimizde kalıp da söylenmeyen hakikatler…
Bir şekilde hep “yaşamak için” doğruluktan taviz veriyoruz. Ama fark etmediğimiz şey şu: aslında kaybettiğimiz en değerli şey kendimiz.
Sokrates’in idama yürüyüşü bize hâlâ fısıldıyor:
Hayatın değeri uzunluğunda değil, nasıl yaşandığında.
Kendi savunmamızı yaparken unutmayalım; çünkü günün sonunda soru hep aynı olacak:
Yaşamı kurtarmak için doğruluğu gömecek miyiz, yoksa doğruluk için her şeyi göze alacak mıyız?
Esenlikle kalın…
Yorumlar
Kalan Karakter: