Geçmişe saygıymış, geleceğe yatırımmış...
Güzel laflar bunlar ama lafla peynir gemisi yürümedi bu zamana kadar, Antalya Müzesi’yle mi yürüyecek?
Hepimizin malumu, Antalya’da yeni bir müze yatırımı gündemde. Duyunca sevindik tabi ama azıcık altını eşeleyince, karşılaştığımız manzara sevincimizi kursağımızda bıraktı yine.
Şimdi bir düşün…
Antalya’nın göbeğinde bir müze yapacaksın ama yaklaşık maliyet çalışması için taa Adana’dan ekip çağırıyorsun. Peki, Antalya’daki Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü ne iş yapar?
Yani burada yıllarını bu kente vermiş uzmanlar varken, niye “Biz Adana’dan getiririz” diyorsun? Antalya’dakiler ‘yetersiz’ mi görüldü? Yoksa başka bir şey mi dönüyor da maliyetleri ‘kendinizce’ şekillendiriyorsunuz?
Sayın Kültür Bakanı, bu soruyu sadece biz değil, sokaktaki vatandaş da soruyor: “Madem bu işler kamu adına yapılıyor, niye her ihalede şehir şehir gezip duruyoruz?”
Bitmedi…
Hatırlatalım:
Antalya Valisi Ersin Yazıcı döneminde, İbradı Ormana’da yapılan sokak sağlıklaştırma projeleri oldukça şeffaf ve katılımcı biçimde yapıldı. Hatta o projeye verdiğiniz 500.000 Euro’luk hibe, babanızın adını taşıyan bir projeye gitti.
Orada sorun olmadı da 3. etapta niye bu kez Konya’dan ekip çağırıyorsunuz?
Antalya yok mu sayılıyor, yoksa bazı projeler ince ayar mı görüyor?
Asıl meseleye gelelim:
Yeni Antalya Arkeoloji Müzesi…
Gerçekten Konyaaltı’na mı yapılmalı?
Mevcut müze nerede? Denize sıfır. Şehrin belleğiyle iç içe. İstanbul Arkeoloji Müzesi’ne bakın, Gülhane Parkı’nda. Ziyaretçi parkta yürürken kendini tarihin içinde buluyor. Peki bizde niye böyle vizyoner bir düşünce gelişmiyor?
Niye müzeyi, daracık bir alana, nefes alamayacağımız bir projeye tıkıyoruz?
Okurken “eleştirmek kolay, katkı sun” diye iç geçiren zatı şahaneler, yazımın bu kısmında birinci derece muhatabım sizsiniz.
Madem yeni alan aranıyor, EXPO alanı ne güne duruyor?
Yıllardır kermes alanı oldu, bazen konserler için, bazen de “mantar yetiştirsek mi?” dedirten atıl bir boşluk. Şimdiler de ise düğün salonu.
Oraya neden gerçek bir kültür vahası kurulmuyor?
Düşünsenize…
Hem müze, hem park, hem konser alanı, hem atölyeler… Çocuklar tarihle büyüsün, halk müzeyle buluşsun, şehir nefes alsın.
Çünkü arkeoloji sadece taş yığınının vitrinde sergilenmesi değil, geçmişle bugünü barıştıran bir hikayedir. Ve bu hikaye dar koridorlarda değil, halkla iç içe yaşamalıdır.
O yüzden bir ricamız var:
Ne olur bu işi oldu-bitti’ye, ben yaptım oldu’ya getirmeyin.
Bir iki sığ fikir ve birkaç imzayla bu şehri böyle büyük bir mirastan mahrum bırakmayın. Antalya’ya yaraşır bir eser oluşturmak için, iki düşünüp bir hareket edin.
Derdimiz bağcı dövmek değil, üzüm yemek.
Derdimiz bina değil, Antalya.
KAPANMADIK EFENDİM, EVRİLDİK
Son günlerde bir “yerel gazeteler kapanıyor” havası esiyor ki, sanırsın matbaa makinesi bile Hakk’ın rahmetine kavuştu. Sosyal medyada dolaşanlara bakarsan, yerel medya ekonomik zorluklar nedeniyle, batmış, bitmiş, Antalya'da gazete kalmamış, herkes bavulunu toplamış gitmiş. Bu mesnetsiz iddiaları dillendirenlerin üstat diye nitelendirilen gazeteciler olması ise işin en trajikomik tarafı. ‘Terzi kendi söküğünü dikemez’ derler ya, bu gazeteci üstatlar da kendi sektörlerindeki gelişmelerden bir haber olduklarından neredeyse “Antalya’da son gazeteci mumla aranıyor” diye tweet atacaklar.
Efendim, ‘Antalya’da yayın yapan beş yerel gazete kapanıyormuş’. Öyle yazmışlar. Yazanlar da bir havalı, bir emin… Sanki masanın altında gizli belge bulmuşlar. Ekonomik krizmiş, basın emekçileri kapının önüne konmuşmuş, ah vah yandık bittik kül oldukmuş…
Bu haberleri yazanlara tek kelamım var: Arkadaşlar, keşke fantastik kurgu yerine habercilik yapsaydınız.
Bakın, olayın tam ortasında biz varız. Yani gözümüzle gördüğümüz, kendi elimizle karar verdiğimiz bir mesele bu. Söz konusu beş gazeteden bir tanesi hariç, diğerleri kapanmıyor.
Altını çize çize söylüyorum: Ka-pan-mı-yor!
Ne oluyor peki?
Şöyle oluyor:
Biz dedik ki, “Bu ilan işleri artık bize yavaşlatıcı oluyor. Kâğıtla, matbaa ile uğraşacağımıza dijitalde koşalım.” Yani kimse bizi kapatmadı. Biz kendi kendimize dedik ki, “Arkadaş, bu çağ hız çağı. Elindeki gazeteyle koşamazsın.” Ve rotayı dijitale kırdık.
Artık neredeyse hiç kimse basılı gazete almıyor. Herkesin parmağı ekranlarda. Market alışverişi bile cepte, sen hâlâ diyorsun ki “Niye gazete basmıyorsunuz?” Hayırdır, hâlâ 2005’te misin?
Yani neymiş? Kapanmadık efendim. Tam tersine, genişledik. Dijitale açıldık. Kısacası biz basılıdan dijitale geçtik, çünkü biliyoruz ki geleceğin yolu ekranlardan geçiyor. Matbaa kokusuna saygımız sonsuz ama artık çağ mürekkep değil, piksel çağı.
Bu dönüşümle masraflar azaldı mı? Azaldı. Ama sakın öyle bir bilgisayar bir sandalyeyle gazetecilik oynadığımızı sanmayın. Kadromuz burada, kalemimiz sağlam. Tek fark: Artık zincirsiziz, özgürüz, daha da hızlıyız.
Şimdi sosyal medyada biri “Şu gazete kapanmış” yazarsa, önce bir derin nefes alın… Sonra da gülümseyin lütfen. Çünkü biz buradayız. Hürses olarak ne kapandık, ne sustuk, ne de köşeye çekildik.
Aksine, tam gaz yola devam ediyoruz.
Hatta hazır olun, bu dijital dönüşümün belgeselini bile çekeriz yakında. Adını şimdiden belirledik: “Kapanmadık, Evrildik.”
Gerisi tevatür. Bizim bittiğimizi düşünenler biraz daha bekleyecek.
Çünkü biz ne dedik?
“İlanla değil, inançla ayaktayız!”
Yorumlar
Kalan Karakter: