Bu bağlamda ‘Tek başına ayakta duran bir kadın’ tehdit unsuru olarak görülüyor.
Türkiye’de Osmanlı ve sonrası Cumhuriyet modernleşmesinde, karşımıza milliyetçi – muhafazakâr değerlerle donanmış, hiyerarşik ilişkilere inanan, gücü yücelten bir egemen erkeklik hali çıkmaktadır.
Toplumsal cinsiyet ve hukuk ilişkisi kurulurken hegemon erkeklik kavramı bağlamında Türkiye’deki anayasal gelişmeler, temel hak ve özgürlüklerin gelişimi ile cinsiyet eşitsizliğinin en açık ifadelerini taşıyan Medeni Kanun ve Ceza Kanunu gibi temel kanunlar üzerinde inşa edilmiştir.
Sosyal hayatta toplumun yapıtaşı olarak belirlenen ailenin reisi erkektir. Erkek, hane dışı işlerden sorumludur. Bu da erkeğin dış dünyada olup biten politik ve ekonomik tüm gelişmelerde söz sahibi olmasına yol açmıştır.
Cumhuriyet ile görünüşte modernleşen erkekler, halen geleneksel düşünüş biçimiyle hareket etmektedirler.
Ailede baba himayesinde eş ve kız çocuk namusundan erkek sorumludur.
Kadın cinselliğinin denetimine sahip oldukları yetkisi kendilerinde olan erkekler, hane içinde ki yetkilerini kamusal alanda da kullanıyorlar.
Kamusal alanda, kadınların ne şekilde var olacakları (giyim kuşam, adap dahil, her konuda) hakkında karar mercii erkeklerdir.
Mesela kadın ‘evlenmeden ve çocuk yapmadan’ yaşanacak her türden ilişki, ister arkadaşlık düzeyinde olsun, isterse başka bir düzeyde olsun, toplum ve devlet gözünde “gayrimeşru” olarak görülüyor.
Örnek verecek olursak; öğrenci kentlerinde bekar erkek öğrenciye ev kiraya verilirken, kız öğrenciye kiralamama görüşü sadece bu günün meselesi olmadığını hepimiz hatırlarız.
Günümüzde yapılan şikayete dair bekar kız öğrenci ev baskınları, apartman yöneticilerinin ahlak muhafızlığına soyunması ile bekar kız öğrenciye bu baskının sosyal hayatta ve dijital ortamda linç haline dönüştüğünü sıkça gözlemliyoruz.
Bizde kadın-erkek eşitsizliği kurumsallaşmış bir olgu haline gelmiştir.
O halde AKP’nin iktidara geldiğinden bu yana, kadın politikalarının kısıtlayıcı ve kontrol etmeye yönelik olduğu eleştirileri çokta objektif değildir.
AKP’nin pek çok politikalarını eleştirebiliriz, ancak birinci ağızdan söyleyebilirim ki, kadın politikalarındaki kısıtlamalar, yukarıda belirttiğim üzere geleneksel yapımızın getirdiği erkek hegemonik sisteme dayanır.
Kadınlara dolaylı yada dolaysız dayatılan "evli değilseniz yoksunuz" mesajı, yukarıda anlattığım üzere tüm geleneksel toplumlarda dinsel referanslara daha da pekiştirilmiş ve biz kadınlara dayatılan bir mesaj haline dönüşmüştür.
Legal bir birey olmanız sadece ve sadece kocanızın soy ismi ile mümkün olabiliyor. O halde bile toplumda, ancak temsilen birkaç kadın, politikada iş dünyasında, esnaflıkta, bürokraside, medyada varlık gösterebiliyor.
Kadınların hür iradesi ile davranması mümkün değilmiş gibi, ancak evli olarak sürdürdüğü iş hayatı, ana, eş pozisyonu, ev içi ağır yük ile birlikte hem çalışıp hem ev işlerini götüren kadınlar çifte sömürü altında eziliyor.
AKP kadın politikalarında; Kadının bağımsız bir şekilde ayakta durmasını sağlayacak, güvenceli, tam zamanlı emeklilik ve sosyal güvenlik hakkı bulunan bir iş ortamı ile hayatını sürdürebilmesi sağlanamadı.
Geçmişten bu güne gelen çifte standart, ancak doğum izni süresinin uzatılması ile sınırlı kalırken, işveren keyfiyetinde, güvencesiz, kayıt dışı olarak, düşük ücretli ve düşük statülü işlerde çalışmaya dayatılmasının volümü arttı.
Kendi yaşamımdan örnekle bu politikaların 25-30 yıl öncesinden hiçbir farkı olmadığını söyleyebilirim.
Ülkemizde ki kadına bakış açısına rağmen, her ne kadar muhafazakar-demokratik bir yapı içinde bir bakış açısına tabii olsak da, ben görüşlerimi ve davranışlarımı, bana karşı gösterilen husumetlere rağmen açıkça ve sakınmadan sergiledim.
Antalya, ülke geneline göre biraz daha az muhafazakar görünüyor olması sizi yanıltmasın!
Aynı ülke genelinde olduğu gibi, kadına biçilen kıyafeti Antalya’da yaşayan kadınlarda da görmek isteyen bir anlayış var.
Tarihin öğrettiği gerçeklik algısı ile kadına yüklenen aile bağlılığı ve namus öğeleri kapsamında, Antalya ve kadın dediğimizde yine sınıfta kalındığını görüyoruz.
Aile içi şiddet, cinsel taciz ve çocuk tacizinin yaşandığı kentler sıralamasında ön sıralarda yer aldığımızı hatırlatarak, 2004 yılında Recep Tayyip Erdoğan’ın töre cinayetlerini önlemek için valilere, kaymakamlara gönderdiği genelgeyi hatırlatma gereği duyuyorum.
İyi ki 2012’de yürürlüğe giren ‘Ailenin Korunması ve Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesi’ Kanunu çıktıda, tehdit altındaki kadın doğrudan polis, jandarma gibi kolluk kuvvetlerine başvurabildi. Keza kanuna rağmen, şiddete maruz kalan kadınların sadece % 11’i bunu resmi kurumlara bildiriyor.
Ya görünmeyen, fiziki bir kanıtı olmayan zulüm ile karşı karşıya kadın ne yapıyor? Sineye çekip şiddete razı oluyor…
*****
Sosyal hayatta, iş dünyasında dayatmalara maruz kalan kadınları, ben dahil Antalya yaşamında örneklerle anlatacağım.
O halde hayat kurgusu kadınlara nasıl bir kıyafet biçiyor?
Bir sonra ki yazımda…
Yorumlar
Kalan Karakter: