Kamusal alanlar nasıl iç ediliyor…
Geçen hafta yerel gazetelerin hepsinde yer alan bir haber vardı.
Manavgat’in Kızılağaç Mahallesi’nde bulunan bir 5 yıldızlı otelin, sahilde bulunan günübirlik bir alanı 30 yıldır haksız bir şekilde işgal ederek yaptığı tenis kortu ve futbol sahası ve tesisler mahalle halkı tarafından tahrip edilerek fiili bir durum yaratıldı.
Elbette mahalle halkı vandal değil.
Ellerinde hukuki bir gerekçeleri var.
Aslında olay çok ilginç.
Otelin işgal ettiği iddia edilen alan, imar planında halka açık günübirlik alan olarak görünüyor.
Ve haklı olarak mahalle halkı da alanın boşaltılmasını istiyor.
Ancak otel sahipleri de söz konusu alanı “tesis yapmak üzere Orman Bakanlığından 30 yıl önce 49 yıllığına kendilerine tahsis edildiğini” öne sürüyor.
İlk bakışta otel sahipleri de mahalle halkı da haklı…
Peki, haksız kim?
“Haksızlığı yaratan devletin ta kendisi…”
Nitekim Orman Bakanlığı yıllar sonra yanlış bir tahsis yaptığını fark ediyor.
Mahalle halkının “Kamu Denetim Kurumuna” başvurması sonucunda Kurum, mahalle halkının haklı olduğunu belirtiyor ve ilgili taraflara durumu tebliğ ediyor.
Bu karar üzerine Orman Bakanlığı durumu değerlendirmek üzere bir komisyon kuruyor ve komisyonda otelin işgal ettiği alanın “günübirlik alan” olarak halkın kullanımına açılması yönünde karar veriyor.
Ancak olay bununla bitmiyor.
Ve işin acı tarafı bundan sonra başlıyor.
Yargı ve verdiği kararlar hukuksal özellik taşıyan kurumların verdiği kararlar ne yazık ki idare tarafında “uygulanmıyor…”
İdarenin yargı kararlarını uygulamaması sadece bu olayda değil, hemen her olayda karşımıza çıkan çelişkili bir durumdur.
Kamu Denetim Kurumunun ve Orman Bakanlığındaki komisyonun verdiği kararları kim uygulayacak?
Elbette öncelikle Manavgat Kaymakamlığı ve Kaymakamlık imtina ederse Antalya Valiliği uygulamakla mükelleftir.
Peki, uygulanmayınca ne oluyor?
Halkın kullanımına açık kamusal bir alan birileri tarafından keyfi bir şekilde hukuk dışı olarak kullanılmaya devam ediyor.
İşte o zamanda halk hukuk kararını “kendisi uygulamaya kalkıyor…”
Bunun adı vandallık değil, “hak arama ve hakkına sahip çıkmaktır…”
“Bu örnekte olduğu gibi sahillerimiz ve kamusal alanlarımızla ilgili yüzlerce mahkeme kararı orta yerde duruyor ve bu kararlar maalesef idare tarafından uygulanmıyor…”
Anayasada yazıldığı gibi biz hukuk devletiysek idare, yargının verdiği kararları harfiyen ve geciktirmeden uygulamak zorundadır.
İşadamını, yatırımcıyı, otelciyi, turizmciyi koruyacağım derken bunların aleyhine verilen yargı kararları uygulanmadığında orada hukuk devletinden söz etmek mümkün değildir.
Antalya Valiliği ivedilikle işgal altındaki sahillerimiz ve kamusal alanlarımızla ilgili bir çalışma başlatmalı, bu alanlardaki işgallere son vererek halkın kullanımına açılmasını sağlamalıdır.
***
El hayâ, vel iman…
Diyanet İşleri Başkanı muhterem, “Kuran’la olmayan çocuklar şeytanla beraberdir, kalpleri karanlıktır” demiş…
İlan edilmemiş Halifelikten sonra ilan edilmemiş Şeyh-ül İslam’ımız da oldu sonunda…
Be muhterem, sen ne zamandan beri “gaipten” haber alıyorsun?
Çocukluğumda dinlediğim bir vaazda hoca efendi anlatmıştı.
Bir fahişe sıcaktan bunalan bir köpek yavrusuna ayakkabısı ile su içirir.
Onun bu merhametli davranışını gören Allah, Azrail’e emrederek canını almasını ve doğrudan cennete göndermesini emreder.
Bu durumu sorgulayan Azrail’e, Allah şunları söyler:
“O kadın yıllarca günah işlese de benim yarattığım aciz bir cana merhamet gösterdiği için cennetle mükâfatlandırdım.
Daha sonrasında yeniden günah işlemesin diye de hemen canının alınmasını istedim.”
Kimin şeytanla, kimin meleklerle beraber olacağını sen mi iyi bilirsin yoksa yaradan mı?
Hayatı boyunca Kuran’a yanaşmamış ancak merhamet duygularından dolayı cennetle ödüllendirilmiş birisinin yüreği karanlık olacak ama sen Kuran’la beraber olduğun için yüreğin apak olacak öyle mi?
Milyonlarca insanın emeğini sömüren, kanını emen sülükler Kuran’la beraber olduğu için yüreği aydınlık olacak, Kuran’la olmayan ama emeği ile nafakasını çıkarmaya çalışan garibanlar, emekçiler şeytanla beraber olacaklar öyle mi?
“Yunan işgal etseydi daha iyi olurdu” diyen meczuplar Kuran’la oldukları için yürekleri aydınlık, Kuran’la olmayan ama bu ülke ve halkı için canları, kanlarını feda eden kahramanlar şeytanla olacak ve yürekleri karanlık olacak öyle mi?
Bu ülke için şehit düşen Alevi çocukları, şehit olana kadar Kuran’la olmadıkları için yürekleri karanlık ve şeytanla beraber yaşayacaklar ama sahte raporlarla askerden kaçan Saray Çocukları Kuran’la oldukları için yürekleri aydınlık olacak öyle mi?
4-6 yaş arasındaki bebelere cehennem, azap, zebani korkuları salarak onların yüreklerinin aydınlık olacağını mı sanıyorsun?
Aslında söylediğin sözün doğru olmadığını, bu sözü; Erdoğan’ın hedef gösterdiği “cami merkezli sosyal hayatı kurmalıyız” projesinin bir parçası olarak söylediğini sende iyi biliyorsun.
Yerel seçimler yaklaşıyor ve seçmenlerde cep delik, cepken delik…
İktidar bu delikleri yamayamıyor…
Rakamlarla manipülasyonlar yapsalar da mutfaktaki yangını söndüremiyor…
Yedeğine faşist bir yapıyı almasına rağmen seçimlerde hezimete uğrayacağından korkuyor…
Bu nedenlerle iki silahını hemen sahaya sürdü…
Birincisi, yargı üzerinden “Gezi’yi” yeniden gündeme taşıyarak “korku” salmaya çalışıyor.
İkincisi, bu Muhterem gibi zatların “İslami söylemle” seçmenini konsolide etmeye çabalıyor.
Son sözüm yine bu Muhtereme olacak.
Sen ki koskoca İslami akademisyensin…
Osmanlı dönemi olsa Kazasker olacak kadar âlim sayılırsın…
Kendini ve İslam dinini iktidar için kullandırmayı nasıl içine sindiriyorsun?
El hayâ, vel iman…
***
Devlet kimlerin devleti oldu…
Yaşadığımız rezaletler sadece Muhteremin verdiği dini fetvalarla bitmiyor…
Ne yana baksan kötülük, şer, korku akıyor ülkemin saçaklarından
Bir iktidar düşünün.
Hakkını arayan işçiye toma, toprağını korumak isteyen köylüye karşı gaz kullanıyor.
Eziyor, susturuyor, ötekileştiriyor.
Ve bunu aldığı oyla meşru hale getiriyor.
Fabrikaları satıyor, dereleri kirletiyor, dağları delik deşik ediyor, ormanları kesiyor.
Hiç hız kesmiyor, durmuyor.
Cihat sonrası talan edilen ülke gibiyiz…
Polis kimin polisi belli değil…
Jandarma kimin jandarması o da belli değil…
Aydın’ın Efeler İlçesi’nde ÇED raporu olmadan tarım arazilerine jeotermal yapmak isteyen şirkete karşı çıkan köylülere jandarma gazla saldırdı.
Sormak gerek; jandarma şirketi mi koruyor, milleti mi?
Şirket kimin şirketidir?
Jandarma niçin yoksul köylü kadınlarına el kadar bebelere gaz sıkar, etraflarını tel örgüyle çevirir?
Bu sorunun cevabı sadece iktidarın zihniyetiyle açıklanamaz.
Cevap, devletin niteliğindedir…
Bu devlet bizim devletimiz mi, yoksa şirketlerin, holdinglerin, para babalarının devleti mi?
Burası bizim ülkemiz mi, yoksa “bizi öldürmek isteyenlerin ülkesi” mi?
Garip ötesi bir durumdayız.
Yurttaşlarının felaketi üzerine kurduğu iktidarını öylesine kibirli, öylesine aleni yapıyor ki, millet yaptıklarında keramet arıyor.
Ve biz bunu izah edemiyoruz.
AK Parti iktidara geldiğinden beri 80 milyar dolar özelleştirme yaptığı söyleniyor.
100 yılda yapılanlar 10 yılda haraç-mezat satıldı.
Bütün bunlar ve daha fazlası, ağızlarından devletin ve milletin bekası sözlerini düşürmeyen, lafta İslamcı, gerçekte uluslararası sermayenin “has” temsilcisi bir iktidar tarafından gerçekleştirildi.
Hem de rızamızla…
Bu yağmaya, talana “hayır” diyen, “yapmayın, etmeyin, bu ülkeye kıymayın” diyenler, “terörist” diye damgalandılar.
Ve hazin olan taraf ise bu yağmadan zarar gören üreticiler, işçiler ve yöre halkları bunu yapanları oylarıyla desteklediler, destek verdiler.
Vermeye devam ediyorlar.
Bu ciddi bir medeniyet kaybı ve sanki akıl tutulması çağında yaşıyoruz…
Sevgili dostum Mirza Arabacı bakın iktidarın zihniyeti ve devletin niteliğinin şeker üzerine nasıl oynandığını yazmış sosyal medyada…
Diyor ki;
“Bir devlet düşünün;
33 yıl önce 2 bin 400 dekarlık bir alan üzerine binlerce köylünün ürettiği şeker pancarını işlemek için fabrika kurar.
Yıllarca köylünün ektiği şeker pancarını alır, işler.
Yıllar geçer.
Bir sorun yaşamadan ülkedeki diğer şeker fabrikalarıyla birlikte ülkenin şeker ihtiyacını karşılamaya devam eder.
Ta ki, 2018 yılına kadar.
AKP iktidarı ve onun başı, elbette Türkiye’nin, hatta Türkiye’deki her şeyin başı Cumhurbaşkanı karar verir; fabrikalar satılacaktır.
Aman efendim, yapmayın!
Şeker ihtiyacımız?
İşçiler?
Üreticiler?
Dolar, döviz…
Satılacaktır…
Rica, yalvarma, itiraz, eylem…
Hiçbir sözün, eylemin hükmü olmaz kararı” ayet” olan muktedirin karşısında.
“Zarar ediyorlar” gerekçesiyle satılır.
Birinden, sizi rakamlara boğmadan söz etmek istiyorum.
33 yıl önce 2 bin 400 dekarlık bir alan üzerine kurulan Elbistan şeker fabrikasından.
“Zarar ediyor” denilen fabrika sadece 2016-2017 döneminde, 2710 çiftçinin, 7 bin 80 hektarlık alanda ektiği 415 bin ton şeker pancarını işler, 48 500 ton kristal şeker, 17671 ton melas ve 98 195 ton yaş küspe üretir.
30 milyon TL kar eder.
Buna rağmen satılır.
Kaça?
297 milyon liraya.
Oysa sadece bin dönümlük arsasının değeri 255 milyon liradır.
Makinesi, teçhizatı, aracı-gerecinin hurdası 100 milyon eder.
On parmağında on marifeti olan ve ilgilenmediği hiçbir işkolu, dalı olmayan şirket satın alırken taahhüt ettiği şeker alımını düşürür.
Dahası geçmiş yıllarda alım yoğunluğu sırasındaki kaybı önlemek için üretim yerinde kurulan silolar “maliyet getirdiği” gerekçesiyle bu yıl kurulmaz. Üreticinin 150 bin ton pancarı tarlada kalır, donar, çürür…”
Önümüzdeki yerel seçim, ülkenin uçuruma yuvarlanmadan önceki son duraktır…
Ya iktidara bir ders verilecek ve bu ülke yarınlarına daha umutla bakacak duruma gelecektir;
Ya da uçurumdan aşağıya yuvarlanıp gideceğiz…
Artık karar sizin…
Yorumlar
Kalan Karakter: