Varlık Fonu tasfiye edilmeli
Yaklaşık bir yıl önce Cumhuriyet’in en büyük mali kurumları bir araya getirilerek kurulan Varlık Fonu isimli devlet şirketine devredildi.
“Ziraat Bankası, Halk Bank, PTT, BİST, BOTAŞ, TPAO Çaykur, THY, Eti Maden, Türksat kuruluşlarının devlet payları, Milli Piyango ve diğer şans oyunlar ile bu kurumların arazileri, lojmanları ve Hazine’ye ait turizm yatırımı olabilecek milyonlarca hektar arazi bu Fona devredildi.”
Antalya’daki birçok lojman ve arazi de bu arada Varlık Fonu’na geçti.
Aktif büyüklüğü yaklaşık 160 milyar dolar olan dev bir devlet şirketi yaratıldı.
Başbakanlığa bağlı olan fonun kuruluş amacı;
“Sermaye piyasalarında araç çeşitliliği ve derinliğine katkı sağlamak, yurt içinde kamuya ait varlıkları ekonomiye kazandırmak, dış kaynak temin etmek, stratejik, büyük ölçekli yatırımlara iştirak etmek” olarak belirlenmişti.
Aslında yaratılan bu fonun dünyadaki benzerleri ile uzaktan yakından alakasının olmadığı, olsa olsa onların bir karikatürü olacağı aradan geçen zaman içerisinde belli oldu.
Dünya’daki Varlık Fonları, o ülkenin Merkez Bankası tarafından kurulmakta ve yönetilmektedir.
Çünkü fonun mali kaynakları “bütçe fazlasının aktarılmasıyla” oluşmaktadır.
Bizde ise, Başbakanlık tarafından kurulup, yönetilmekte ve bütçe fazlamız olmadığından Cumhuriyet’in en büyük kazanımları olan kuruluşların varlıkları fonun mali kaynağını oluşturmakta.
Uydurma ve zorlamalarla kurulmuş olsa da yine bir şeyler yapabilir, ülke ekonomisine bir şeyler kazandırabilir diye beklentisi olan kesimler oldukça fazla...
Nitekim CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Antalya Milletvekili “Çetin Osman Budak,” merak etmiş ve bir yıldır bu fonun neler yaptığını öğrenmek için TBMM Başkanlığı’na bir soru önergesi vermişti.
Bu önergeye Başbakan Yardımcısı “Mehmet Şimşek,” Varlık Fonu Yönetim Kurulu Başkanı “Himmet Karadağ’ın” yazısıyla cevap vermiş.
Verilen cevapta Varlık Fonu yönetiminin giderleri ile ilgili bilgi verilmezken, bir yıllık sürenin kuruluş ve yapılanma faaliyetleri ile geçirildiği, dış kaynak bulma, yatırımlara iştirak etme, varlıkların değerini arttırma gibi alanlarda da hiçbir faaliyette bulunmadığı belirtilmiş.
Ve devamında da şu ilginç bilgi yer almış:
“Stratejik yatırım planı hazırlanmış olup; 10 Nisan 2017 tarihi itibariyle değerlendirilmek üzere Başbakanlık makamına takdim edilmiştir. Türkiye Varlık Fonu Yönetimi A.Ş.’nin 2017 yılında sermayesinin vadeli mevduatta değerlendirilmesinden (yani faiz geliri) ortalama aylık geliri yaklaşık 480 bin TL’dir”
Verilen cevabın özeti şu; “Biz bir yılı lay lay lomla geçirdik, faiz lobisine katkı sunuyoruz…”
Çetin Osman Budak’ın yorumu ise şöyle;
“Türkiye Varlık Fonu, bırakın değer katmayı, ülkenin değerlerini harcıyor. Zararın neresinden dönülse kardır. İtiraf edilen kamu zararı daha da büyümeden Varlık Fonu bir an önce tasfiye edilmelidir. Oluşan kamu zararı da sorumlularından tahsil edilsin”
----
Doğru söze ne denir?
EXPO’nun hesabını kimler verecek…
2011 yılının Kasım ayında Paris’te, Antalyalılar büyük bir coşku yaşamıştı.
Yapılan Bayrak devir-teslim töreni ile “Botanik EXPO’sunun” 2016 yılında Antalya’da yapılması kararlaştırılmış, dönemin Tarım Bakanı “Mehdi Eker” ve şimdinin Başbakanı, o dönemin Ulaştırma Bakanı “Binali Yıldırım’ın” katılımı ile Antalya’ya müjdeler verilmişti.
Daha 5 yıl vardı ve bu 5 yılda neler yapılmazdı ki…
Ama gel-gör ki bu 5 yılın 4 yılı lay lay lomla geçirildi.
Bir yıl ilgili kanunun nasıl çıkacağı tartışıldı.
Kanun çıktı, bu kez de EXPO Ajansı’nın kuruluşu ve ajansta kimlerin adamları yetkili olacak, yönetim ve icra kurullarında kimler yer alacak, ihaleler kimler arasında paylaşılacak kavgası ile bir yıl daha geçirildi.
Bir yılda yer tespiti ve sembol çiçek tartışmaları ile heba edildi.
1,5 yıl kalmıştı ki nihayet Aksu’daki arazide çalışmalar başladı.
İşleri yürütecek olan EXPO Ajansı’nın Genel Sekreteri 3 kez, kadrosu da iki kez baştan ayağa değiştirildi.
İşler karmaşıklaşıp içinden çıkılmaz hal alınca Cumhurbaşkanı Erdoğan devreye girdi ve “EXPO benim himayemdedir” dedi ve tüm yatırımın kontrolünü eline alarak ihale alma tartışmalarına, kavgalara son verdi.
Erdoğan devreye girdiğinde zaten yumurtada da kapıya dayanmıştı.
Arazinin düzenlenmesi bir yana, uluslararası tanıtımda tek bir faaliyet yapılmamış, katılımcı olması için ülkelerle temaslar kurulmamıştı.
En kıytırık EXPO’ya yüzlerce ülke katılırken biz gelişmiş ülkeler yerine 3. sınıf ülkelere yönelmiş ve onlara da “ya yeter ki gelin katılın masraflarınız bizden” diye yalvar, yakar olmuştuk.
Oysa EXPO, olimpiyatlardan sonra 4 yılda bir yapılan dünyanın en büyük uluslararası organizasyonuydu ve biz çuvalladık…
EXPO ile Antalya’nın kaderini değiştireceğiz, diyorduk…
EXPO ile Antalya’nın marka değerini yükselteceğiz, tanınırlılığımızı üst düzeye çıkaracağız, diyorduk…
EXPO’yu acentelerin programına aldırıp, 12 milyon turist getireceğiz, diyorduk…
Ne oldu?
Kocaman bir fiyasko…
İşin faaliyet kısmında bocalayıp berbat ettik…
Ya mali kısmında ne yaptık?
Bakın işte orası hala belli değil…
EXPO Kanunu’n da alanın düzenlemesi ile ilgili yapılacak tüm ihalelerin “davetiye” ile yapılması hükme bağlanmıştı.
Buna itiraz edilmedi, çünkü “ihale ile zaman kaybı olur” denildi.
İyi, tamam da…
“EXPO biteli 1,5 yıl oluyor, bırakın otu/boku, ağacı/çiçeği kamuoyu hala bu organizasyonun kaça mal olduğunu bilmiyor…
Kimlerin, hangi şirketlerin hangi işleri kaç paraya yaptığı da bilinmiyor…
Milyarlarca doların nereye gittiği belli değil…
Hangi yetkili bunları kamuoyuna açıklayacak, o da belli değil…”
Şimdilerde “EXPO Alanı’nı ne yapalım, kime verelim” tartışmaları yapılıyor…
“Ya arkadaş kime verirseniz verin ama öncelikle yaşanan bu fiyaskonun ve halkın sırtına yüklenen maliyetin hesabını verin…”
---------------------
Hüseyin Baraner’den çarpıcı turizm tespitleri
Antalya’da turizmle uğraşan hemen herkes Hüseyin Baraner’i tanır, bilir.
Hayatının büyük bir bölümünü turizme harcayan, tabiri caizse “turizm duayeni” diyebileceğimiz bir işadamı…
Geçenlerde gazeteci dostumuz “Bünyamin Tokmak’a” turizmin yapısal sorunları ile ilgili çarpıcı açıklamalarda bulunmuş.
Bu açıklamaları özetleyerek söyleyecek olursak, şunları diyor Baraner;
Turizmimizde ciddi yapısal sorunlar ve şişkinlikler var. Mevcut yapımız sağlıklı değil, işletme sistemimizin içinde verimliliği ve net kârı kemiren ödemler var Dünya turizm pazarlarında rekabetin amansız şekilde arttığı katıldığımız turizm fuarlarında açıkça görülmektedir. Bu nedenle Türkiye’de turizmin ray değiştirmesi artık kaçınılmaz bir gerekliliktir. Artık otelcilere büyük arazi tahsisleri verilmesin. Bunun yerine Türkiye’nin her köşesinde sanatçı, sporcu, kültürlü, doğa ve turizm aşığı gurme ailelere 2-3 dönüm arazi tahsis edilsin. Tüm Anadolu’da gerçek Türk Mutfağı’nın ve misafirperverliliğinin yaşatıldığı İspanya, İtalya özellikle Bavyera ve Avusturya’da benzeri bulunan 20-50 odalı otantik aile işletmesi tesisler desteklensin. Ayrıca bu heyecanlı ailelere 20 yıl geri ödemeli teşvik ve kredi verilsin. Tanıtım ve pazarlamada yeni model yerel platformlar ile pazarlama ve tanıtım desteği sağlansın. Kimsenin kopyalayamayacağı, taklit edemeyeceği bize ait olan Anadolu’nun gerçek tatlarını, renklerini, seslerini, suyunu, rüzgârını, karını, çamurunu, yağmurunu, kuşunu, kurdunu, tarih, sanat ve kültürünü markalaştıran bu yeni konaklama sistemleriyle güçlendirilsin. Böylelikle ülkemizdeki mevcut turizm işletmelerini ve 85 milyar dolarlık milli turizm yatırımlarımızı da korumuş ve güçlendirmiş oluruz. Gelecekte hem küresel dijital pazarlama sistemlerinin, hem de “markamı sökersem burası batar” diyen uluslararası marka tabela pazarlamacılarının esiri olmayalım.Satışta dışarıya komisyon öde, tabela marka için yine dışarıya komisyon öde, et-içki ithal et, yabancı eleman çalıştır, sanatçıları ve animasyonu dışarıdan getir anlayışı sektörümüzün cazibesini ve verimliliğini iyice azaltacaktır.
Yerli ve milliliğin büyük pirim yaptığı şu günlerde Baraner, turizmde de “dünya markalarının esiri” olmamayı ve bunun yerine kendimize özgü turizm yatırımlarına yönelmemiz gerektiğini ifade ediyor.
Bunun yolu da turizmde kelle saymak yerine, ne kadar para kazandık anlayışına geçip kaliteyi artırmamızdır…
Bence Hüseyin Baraner’i dinlemekte büyük fayda var.
---------
Başkan Uysal’ı da çileden çıkardılar
Bir belediye başkanının en duyarlı olduğu şey, yaptığı bir işi bir başka kurumun gelip bozmasıdır.
Çünkü hem hizmet götürdüğü halk sıkıntıya düşüyor, hem emek ve hem de para kaybına yol açıyor…
İşte Muratpaşa İlçesi’nde yaşanan “çeşitli kurumların kazı çalışmaları” tam da böyle bir sonuca yol açmaktadır.
Başkan Uysal, asfaltladığı yolların ve yeniden düzenlediği kaldırımların özellikle ASAT, CLK, SUPERONLİNE ve ENERYA gibi kurum ve kuruluşlar tarafından tahrip edilmesi karşısında çileden çıkmış durumda.
Bu kurumların yaptığı alt yapı çalışmalarından önce kamu malını korumak ve yolların sürekli kazılmasının önüne geçmek için nerede, ne zaman asfaltlama çalışması yapılacağı bilgisini ilgili kurumlarla sürekli paylaştıklarını belirtmesine rağmen bu takvimi adı geçen kurumların pek de dikkate almadıklarını ifade ediyor.
Başkan Uysal açıklamasında şöyle diyor;
“Asfalt plentimizi kurduk, altyapı ve doğalgaz çalışmaları tamamlanan mahallelerimizin, sorumluluk alanımızdaki tüm cadde ve sokaklarını program dahilinde sıcak asfaltla kaplıyor, kaldırımlarını düzenliyoruz.
Sadece 2017 yılında toplam 88 kilometre yolu sıcak asfaltla kapladık.
Bize bağlı 78 cadde ve sokaktaki yollarımız ve kaldırımlarımız kısmi olarak tahrip edildi.
Toplam 13 kilometre yol ya ciddi ya da kısmi tahribata uğradı.
Komşularımızın vergileri belli oranda heba oldu, yollarımız sokaklarımız, dolayısıyla insanlarımız hırpalandı.”
Bu serzenişe rağmen Başkan Uysal, bu kurumların yol tahribatlarında herhangi bir kasıt aramadığını ama işlerini belli bir koordinasyon içinde daha dikkatli yapmaları gerektiğinin altını çiziyor.
Başkan Uysal’ın bu uyarıları dikkate alınmalı.
Halkın en nefret ettiği konuların başında sokağının yaz-boz tahtası gibi sürekli kazılıp çamur-çukur hale getirilmesidir.
---------
Dünyayı yöneten 42 kişi
Birkaç gün önce dünya ajanslarına düşen bir habere göre; dünyadaki sermayenin toplamının yarısı 42 kişinin elindeymiş.
Yine bu habere göre; dünyada toplam olarak 1043 dolar milyarderi varmış…
Dünyadaki tüm devletler ve devleti yönetmeye talip olanlar toplumlarının bağımsız, bireylerinin de özgür ve refah içinde yaşamaları için siyaset yaparlar.
Bağımsızlık, özgürlük ve refah içinde yaşamasının anahtarı ise paradır.
Zaten siyaset de parayı bulmak, yaratmak ve yönetmek için yapılır.
Ne kadar paranız varsa o kadar bağımsız, özgür ve refah içindesinizdir.
Şimdi söyleyin bakalım; dünyadaki paranın yarısı 42 kişideyse, geriye kalan yarısının büyük bir kısmını da 1043 kişi elinde bulunduruyorsa size düşen pay ne kadardır?
İşte bu pay kadar bağımsız, bu pay kadar özgür ve refah yaşayabilirsiniz.
Kısacası; para kimdeyse dünyayı yöneten de onlardır.
Elimize mikrofonu alıp “heyyyy…” diye ne kadar atarlanırsak atarlanalım, bu siyasi mastürbasyondan öteye gitmez.
Mustafa Kemal’in dediği gibi; ekonomik olarak ne kadar bağımsızsanız, siyasi olarak da o kadar bağımsızsınızdır…
Ne kadar göğüs ileri, kıç dışarı duruşumuz olursa olsun çi-faide…
Yorumlar
Kalan Karakter: