Kalıcı çözüm diplomasidir…
Suriye krizinin dış politikada yarattığı kaotik ortam, bizi her geçen gün savaşa doğru sürüklüyor.
MGK’nin son toplantısında, “Afrin” diye adlandırılan bölgeye askeri müdahale yapılması konusunda güçlü işaretler verildi.
Söz konusu bölge ABD ve Rusya’nın desteklediği PYD’nin kontrolü altında.
Ve yapılan açıklamaya göre biz bu bölgeye ÖSO denilen birliklerle girecekmişiz.
ÖSO denilen bu birlikler, hatırladığım kadarı ile Suriye iç çatışması çıktığında IŞİD’e karşı savaşması için ABD-Türkiye ortaklığı çerçevesinde eğit-donat projesi ile yetiştirilecekti.
Yine hafızam beni yanıltmıyorsa bu birliklerin eğitimini tamamlayan 150 kişilik ilk grup Suriye’ye geçtiğinde çıkan ilk çatışmada El-Nusra’ya silahlarıyla birlikte teslim olunca bu projede sona erdirilmişti.
Uzunca bir süre adından söz edilmeyen ÖSO, “Fırat kalkanı” operasyonu başladığında yeniden zuhur etti.
(Bunlar ne ara eğitildi, ne ara birlik haline getirildiler, orası meçhul…)
Cerablus ve El Bab da önde ÖSO, arkada bizim birlikler IŞİD militanlarıyla çatıştılar ve başarılı da oldular.
Cerablus’ta ciddi bir direnişle karşılaşmayan ÖSO birlikleri El-Bab da IŞİD karşısında büyük sıkıntılar yaşadı.
Bizim birliklerin desteği olmasaydı, halleri perişandı.
Demem o ki; Afrin denilen bölgeyi savunan PYD grupları, 6 yıllık savaşta pişmiş, gerilla savaşının her türlüsünü öğrenmiş terör gruplardır.
IŞİD’den daha tehlikeli oldukları bir gerçek.
ÖSO gibi projesi hüsranla sonuçlanmış, ne ara eğitildiği meçhul bir birliğin orada başarılı olması çok zordur.
İş yine bizim birliklere düşecek ve yaşanacak çatışmalarda insanların içini sızlatan insanlık dramları yaşanacaktır.
Oysa askeri seçenek yerine sorunu diplomatik kanallarla çözmek daha akılcı ve daha kalıcıdır.
Kaldı ki “Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun” uluslararası tecrübesi bu konuda barışçı çözümü sağlayacak yeterliliktedir.
Savaşarak, silahlı her türlü müdahaleyi yaparak PKK’ya karşı 35 yıldır sürdürülen bu mücadele bitmemiş, bitirilememiştir.
Terörle mücadele kapsamında içerde PKK ile mücadele edilirken buna bir de dışarıda PYD’yi eklemenin sağlıklı bir mantığı yoktur.
Afrin’e yapılacak askeri müdahalede TSK en az kayıpla ve çok kısa sürede bölgeyi ele geçirir.
Buna hiç kuşku yoktur.
Lakin ABD ve Rusya destekli PYD, IŞİD’in Cerablus ve El-Bab da yaptığı gibi “alın sizin olsun” demeyecek ve PKK’ın Türkiye’de yaptığı gibi sürekli orada bulunan birliklerimize saldıracaktır.
Askeri olarak elde edilecek bir başarı, uzun yıllar sürecek bir siyasi kangrene dönüşebilir.
Afrin meselesini, “Suriye’nin toprak bütünlüğünü sağlama” çizgisinde Rusya, İran ve Türkiye ittifakının, Esat ve Suriye devletine çözdürmeleri en sağlıklı yol gibi görünmektedir.
Afrin, Mümbiç ve İdlip te yaşanan gerilimlerin faturasını neden biz ödeyelim?
PKK ile mücadelede 500 milyar dolarlık bir kaynağımızı kuruttuk.
Terörle mücadelede yeni cepheler açarak daha fazla kaynağımızın heba olmasına fırsat verilmemelidir.
------------------------
Yargıdaki garabet…
Yıllar sonra, bugünleri analiz edecek tarihçiler şöyle diyecekler;
“Anayasa Mahkemesi, OHAL kararnameleri konusunda ben yetkisizim demeseydi, tarihin akışı ve Türkiye demokrasisinin geleceği çok daha farklı olurdu…”
Sanırım gelecek yıllarda söylenecek bu sözleri Anayasa Mahkemesi üyelerinin bir kısmı şimdiden duymuş olacaklar ki adeta günah çıkarırcasına, gazeteciler “Mehmet Altan ve Şahin Alpay hakkında hak ihlali vardır, tahliye edilmeleri gerekir” diye bir karar aldılar.
Lakin bu kararı kimse takmadı…
Tutukluluğa karar veren mahkeme ve Hükümet Sözcüsü Bozdağ başta olmak üzere AKP’li bakanlar “hadi ya, sende…” dediler…
“Sen kim oluyorsun da tutukluluğu kaldırıyorsun…”
“Yerel mahkemenin yerine kendini koyamazsın…”
“Sen temyiz mahkemesi değilsin…”
“Dosyanın içeriğini bilmeden bu kararı veremezsin…”
Oysa çıkıp “yahu daha bir hafta önce Selahattin Demirtaş’ın da bireysel başvurusu vardı, onu reddettik, onun için niye bunları demediniz” diyebilirlerdi, demediler…
Yine çıkıp “yahu Anayasa’nın 153. Maddesi derki; Anayasa Mahkemesi’nin kararları kesindir. Yasama, yürütme, yargı organları ve idare bu kararlara uymak zorundadır…” diyebilirlerdi, onu da demediler…
Eee… Sen bunları demez, anayasal suç işleyenlere haddini bildirmezsen adamın karizmasını yerle yeksan ederler böyle…
Yargıda yaşanan garabet durumlar bununla sınırlı değil ki…
Hele Enis Berberoğlu olayı inanılacak gibi değil.
Bu olay, batıdaki hukuk mekteplerinde “hukuk nasıl katledilir” konusunda asırlar boyunca verilecek bir örnek olarak tarihe geçecek nitelikte…
Berberoğlu, MİT Tırları davası nedeniyle “devlet sırlarını açığa vurma ve casusluk” suçlamasıyla hüküm giydi.
Mahkemenin bu kararı istinaf (ara temyiz mahkemesi) mahkemesinde bozuldu ve bozma kararına göre de tahliyesi gerekmekteydi.
Kararı veren yerel mahkeme, istinaf mahkemesine “git ya işine, sen bu işi bilmiyorsun, ben davaya da yeniden bakmam, Berberoğlu’nu da tahliye etmem” dedi, postasını attı…
HSK, İstinaf Mahkemesi yeniden yargılasın, dedi ve bunu dediği gün, bozma kararı veren İstinaf Mahkemesi’nin yargıç ve savcılarını aldı, yerlerine başkalarını atadı.
Yeni gelen yargıçlar, ortada bozma kararı olmasına rağmen onlar da tahliye etmediler…
İddia nedir?
Berberoğlu, devlet sırrını casusluk amacıyla kullanılması için Can Dündar’a vermiş…
İyi de devlet sırrı denilen MİT Tırları olayının belgelerini Berberoğlu’na sızdıranlar şimdi Yargıtay’da yargılanıyorlar…
“Kodumu oturtan” siyasetinin temsilcileriyle çay toplamaya gidilirse karar vermek için hukuk kitaplarına değil, kodumu oturtan siyasetçinin gözlerine bakılır…
Velhasıl, bu iki olay bile tek başına gösteriyor ki; yargı toplumsal güven kurum değil artık…
Bir ülkede hukuk ya vardır, ya yoktur.
------------------
Geeelll… Geeellll Katarlı, Antalya’ya geeelll
Başkan Türel EXPO Turkey by Qatar 2018 Fuarı’na katılmak için Katar’ın başkenti Doha’ya gitti.
Orada Katarlı yatırımcılara, Antalya’ya yatırım yapmaları için davet edecek.
Kruvaziyer Limanı, Boğaçayı Projesi ve Yat Limanı, Tünek Tepe projelerinin cazibesini anlatıp, yatırım yapmalarını isteyecek.
Başkan Türel, beni yanında götürseydi vallahi bu projeleri öyle ballandırarak anlatırdım ki Katarlı yatırımcılar ve zengin Araplar dönüş yolunda bizimle gelirlerdi.
Bakın nasıl anlatırdım onlara bu projeleri.
“Tünektepe denilen kem gözlerden ırak, yüksek yere 30 adet ultra lüks odaları olan bir otel yapıyoruz…
Nikâhlı, nikâhsız tüm eşlerinizi alıp gelebilirsiniz.
Antalya’yı yarım kuşbakışı görecek, Akdeniz lebiderya ayaklarınızın altında olacak…
Teleferikle çıkıp ineceksiniz…
Hemen aşağıda size özel sahilde kimse rahatsız etmeden denize girebilecek, size özel gölgelik alanda eskortlarınızla dinlenebileceksiniz.
Siz uçakla gelirken, yatınız da yola çıkıp gelebilir.
O dünya güzeli sahile yapacağımız marinada yatınızı bağlar, canınız istediğinde mavi tura çıkarsınız.
Tünektepe’nin hemen yanı başındaki Boğaçayı denilen yere yapacağımız suni gölde istediğiniz her türlü su sporlarını yapabilme imkânınız var…
Boğaçayı’nın çevresini imara da açtık, hoşunuza giderse eğer yapacağımız bu suni göletin kenarında, yemyeşil peyzaj alanında lüks konutlara da sahip olabilirsiniz.
Canınız kayak yapmak isterse emrinize vereceğimiz lumizinlerle Saklıkent’e çıkıp karla tanışır, kayak da yapabilirsiniz…
Côte d'A·zur, Cannes, Mayorka, Barselona ne ki, Konyaaltı oralara beş basar…
Kısacası, her mevsimi ve her türlü doğal güzelliği sizlere bir paket olarak sunuyoruz…
Bize gelin bize… Üstelik din kardeşiyiz, değil mi?”
Allah aşkına söyleyin şimdi.
Çölün kızgın kumunda ayağı yanarak dolaşan, yeşili sadece dolarda görebilen, beleşçi petrol zengini Araplar bu anlatımıma dayanabilir mi?
Elbette dayanamayacak, koşa koşa geleceklerdir…
Başkan Türel bu projeleri yapacak, zengin Araplar gelip dolarları saçacak ve bizde bu dolarlardan payımıza düşen kadar mutlu olacağız…
Ne dediniz… Anlamadım…
Konyaaltı Sahili halka kapanmış mı olacak?
Boğaçayı’na deniz suyunun girmesiyle içme suyunuz mu bozulacak?
Ya Allah aşkına bırakın şu bozgunculuğu…
Bu projelerle Arapların yeşil dolarları yağmur gibi yağacak Antalya’ya…
Kentimizin değeri artacak, dünyanın en zengin insanları buraya akacak…
Küçük marka iken büyük marka olacağız…
Daha ne istiyorsunuz?
630 km sahilimiz var, Başkan Türel’in projesine birkaç yüz metre sahili feda etmişiz, çok mu yani…
----------------
CHP’de yeni dönem ve Kumbul
CHP, nihayet İl Kongresini yaptı ve yeni İl Başkanı ile yeni Yönetim Kurulunu seçti.
Ahmet Kumbul, hem genç hem de uzun aradan sonra il başkanı olan ilk ilçe başkanı…
Yani örgütten gelen bir isim.
Muratpaşa’da iki dönem ilçe başkanlığı yapmasının verdiği avantajla eminim başarılı bir dönem geçirecektir.
Okumuşsunuzdur, Gazetemizde geçen Salı yayınlanan “Salı Sohbetlerinde” uzun uzadıya nasıl bir il başkanlığı yapacağını anlattı, bu nedenle benim bunları tekrar etmenin bir anlamı da yok zaten.
Benim üzerinde duracağım konu, önceki Kongrede İl Başkanı seçilen “Semih Esen’in” görevden istifa etmesinden sonra adeta edilgen hale gelen parti örgütünün üzerindeki yorgunluk toprağını nasıl atacağıdır.
Son il başkanı “Mustafa Erdem,” dürüst ve fedakâr bir CHP’li olmasına rağmen, görev yaptığı dönemde siyaset meydanını adeta AKP’ye terk etti…
Umarım Kumbul, bu alanı yeniden dolduracak canlılığı sağlayabilir.
Zaten bunu yapmak zorunda da…
Çünkü yerel seçimlere bir yıl kaldı.
En geç, Haziran-Temmuz aylarında siyaset turnikesi hızlanmaya başlayacaktır.
Yani, Kumbul’un önünde bu sıcak dönemi başarıyla geçirebilmesi için 5-6 ay gibi bir zaman kaldı.
Aslında bütün şartlar CHP’nin lehine işliyor…
Ancak izleyeceği siyasette dikkat etmesi gereken çok önemli virajlar var.
Hiçbir seçim çantada keklik değildir.
“AKP/MHP arasında kurulan ittifaka karşılık, CHP Antalya’da diğer muhalefet partilerini seçim bazlı olmak üzere bir araya getirebilecek bir siyaseti üretebilmeli.”
Ben bu siyasetin Ahmet Kumbul ve ekibi tarafından üretilebileceğine ve hayata geçirilebileceğine inanıyorum…
Yerel düzeyde kurulacak seçim bazlı bu ittifak, referandumda kurulan “hayır cephesi” niteliğine yakın bir işbirliği ile gerçekleşebilir.
Ancak muhalefet partileri arasında yapılacak seçim işbirliğinin ete-kemiğe bürünmesi ve sahada eylem olarak yansıyabilmesi için CHP’nin hem Büyükşehir, hem de büyük ilçelerdeki belediye başkan adaylarını ivedilikle belirlemesi gerekir.
1 yıl çok uzun bir süre değildir.
Adayların erken belirlenmesinin bazı handikapları olsa da bunlar aşılabilir.
Asıl olan bu seçim işbirliğinin nasıl ve hangi zeminde yapılacağının tespiti, sadece örgütler arası anlaşmayla değil, belediye başkan adaylarının da katılımıyla olması zorunluluktur.
Açık farkla seçimi alan Kumbul’un kendisi ve ekibi, hem örgütü dinamik hale getirecek hem de muhalefet partileriyle seçim işbirliğini gerçekleştirecek deneyime ve ilişkilere sahiptir…
Lakin kasaptaki ete soğan doğranmayacağını bilirler elbette…
Bunun için öncelikle evdeki bulgura sahip çıktıktan sonra Dimyat’a pirince gidebilirler.
Yorumlar
Kalan Karakter: