Zaman zaman insanı evrende tek başına kalmış işte öyle bir varlık olarak düşünürdüm. Tabii ki insanı yalnız bir varlık olarak nitelendirmek mümkün değil. Hem doğayla birlikte hem de toplumsal bir varlık insan. Yüzyıllar boyunca toplumlar yaşamı devam ettirebilmesi ve üretebilmesi için birbirine muhtaç olmuşlar. İnsan klan, aşiret, topluluk ve toplum içinde var olabilmeyi arzulamıştır. Toplumlar da ötekine muhtaç. Öteki derken sadece içinde doğduğu fiziki çevreden söz edemeyiz. Öteki; hem fiziki çevre hem de insani ihtiyaçlar için bir arada yaşamak zorunda oldukları topluluklar. Hal böyle olunca Antik Çağ’dan bu yana insana, politik hayvan denilmiştir. Bireysellik yerine bireyciliğe dikkat çekilse de politik hayvan yerleşmiş bir kalıp haline gelmiştir. Kapitalist toplum feodal bağları bir daha kavuşmak üzere kesip atmıştır. Sonra da serbest piyasa denilen illetin görünmez elleri kendi kurallarını şekillendirmiştir. Birincil ilişkiler yerine insan insanın kurdu olmuştur. Sonuç rasyonel bir biçimde düzenlenmiş olarak görünen toplumsal düzene insanlar mahkum edilmiş ve ötekine insani olarak muhtaç hale getirilmişler. Yani ister insani bir toplumsal düzen içinde isterse serbest piyasa kurallarının şekillendirdiği rasyonel evren içinde yer alsın insan yaşamak ve üretmek için diğer toplumlara ihtiyaç duyar hale gelmiştir. Aydınlanma eleştirmenleri; kapitalist toplum düzenini, modern üretim biçimini, rasyonel zorunlulukların dayattığı, toplum dengelerini bozan, insanı toplumdan soyutlanır hale getiren rekabetçi piyasanın etkili rol akışını tartışır hale gelmişler. İşte bu yüzden bir grup aydınlanma eleştirmenleri de çıkıp; “Biz insanı vahşi bir biçimde hayatta kalma mücadelesi veren bir varlık olarak görmek istemeyiz. İstediğimiz, daha çok bir arada yaşamanın getirdiği kurallara ahlaki bir anlam gelsin ve insan kültürel bir varlık olarak hayatına idame ettirsin” demişler. Fiziksel anlamdan daha ötesi, kültürel bir varlık olan insanı insan yapan en önemli özellik dildir. Bu alanda karşılıklı düşüncelerin, fikirlerin ortaya atıldığı bir iletişim dili ortaya çıkmıştır. İnsan ile insan arasındaki insan ile toplum arasındaki sözel süreç başlamıştır. Artık adına iletişim denilen insana özgü bir olgu başlamıştır. Yeni isimlendirilen ‘iletişim’ doğal çevre üretim ve paylaşım sürecindeki öbürleri dediğimiz topluluklar arasındaki ilişkileri, bu ilişkilerin karşılıklı kabulünü sağlayan anlamlar-değerler sistemi insanın kültürel varlığının oluşumunda yer almıştır. İnsan doğayı dönüştürürken kendi yaşamsal ihtiyaçları için ürettiği ne varsa, ürettiği yöntemi, her yöntemin birbirine muhtaç kıldığı ilişki biçimleri, zorunlu olduğu ilişki biçimlerinin anlamlı olması ve devamlı olması için toplumsal iletişimin zorunluluğu doğmuştur. Hoşgeldin iletişimin bilimsel hali.