Bizim dışımızda gelişen olaylara, tavır almamaya, taraf olmamaya eğilimliyizdir.
Genelde iki tarafa da eşit mesafede durmayı ‘dengeli’ bir duruş olarak kabul ederiz.
Bir hak iddiasında ve haksızlık tartışmasının olduğu hâllerde bir çok kişi taraf olmamayı tercih eder.
Bu tercihteki kişilerin ‘bırakın kendileri halletsin, biz işimize bakalım’ düşüncesiyle susanların yanı sıra ‘bu haklı, şu haklı’ gibi fikir beyanı, olduğunu düşündüğü taraftan yana bir tavır koymanın kendisine getireceği ‘kayıp hesabı’ yapanlar ya da endişeleri mevzubahistir.
Sessizliğin kime yarar sağlayıp kimlerin hanesine kâr yazacağı bugünden kestirilemez.
Olayların içinde olanlar, susmanın erdem mi, yoksa ihanet mi olduğunu bir türlü anlayamazlar.
Oysa zaman göstermiştir ki ‘susmak çoğu zaman ihanettir’.
Susmak bazen körleşmenin işareti olabilir.
‘Söz gümüşse sükût altındır’ dense de, haksızlık karşısında bildiğini söylemeyen, gerçekleri saklayan, gelişmeleri engelleyen ihanet içindedir.
Bir tavır koymama, taraf olmama yaklaşımında en temel yanılgılardan biri, bu şekilde dengeli duruşun düşünülmesidir.
İki tarafın da eşit haklılık durumları, yüzde yüz haklı, yüzde yüz haksız hâlleri nadirdir.
Genelde taraflardan biri diğerinden daha haklıdır.
Ama bir tarafın haklı olduğu aşikâr olduğu hâlde, tarafsız kalmak asla dengeli ya da tarafsızlık olarak adlandırılamaz.
Haksızlığa uğranılmış bir konuda, üçüncü kişilerin tarafsız kalması gerçekten haksızlık yapana yarar.
Haksızlık karşısında tarafsız kalanlar, gerçekte haklının aleyhine bir tavır almaktadır.
Sözüm ona tarafsız duruşun, haksızlığı izole edip hakkını alma çabası içindeki mağduru ‘geçimsiz insan’ konumuna sokma vebali vardır.
Haklı ile haksız arasındaki konu, ancak hakların sahibine iadesi ile denge ve adalet sağlanmış olur.
Haklı ve adaletli günler dilerim...