Yaşam, iki kapılı bir han gibidir…
Biri aklın, biri kalbin kapısıdır.
Aklın kapısı ölçer, biçer, karar verir.
Kalbin kapısı ise hisseder ve sezgilerinin çizdiği yolu benimser.
Akıl kapısından geçenler planlı ve temkinlidir. Olası riskleri hesaplayarak attıkları her adımda güven ararlar. Onlar için önemli olan, mantığa oturmuş olandır. Çoğu zaman bunu düşünmeden uygularlar bile.
Bir de kalbin ritminde yaşayanlar vardır. İçlerindeki sese kulak verir; duygularının gösterdiği yolda yürürler. Onlar için önemli olan, hayatı hissederek içinde var olabilmektir.
Tarih boyunca birçok filozof ve kadim insan bu iki bakış açısı arasında kalmıştır.
Tasavvuf, kalbi merkeze koyar; “Kalp sınırsızdır, akıl ise sınırlıdır,” der.
Stoacılık, tutkulara kapılmadan aklın rehberliğinde yaşamayı öğütler.
Aristoteles ise iki uç noktanın ortasını, “Altın Orta”yı savunur. Ona göre yaşam, akıl ve duygunun dengede olmasından ibarettir.
Tüm bunlara ve kendi yaşam tecrübelerimize baktığımızda, aslında “denge”nin ne kadar önemli olduğunu görebiliyoruz. Yaşamın sadece tek bir tez üzerinden yürüyemeyeceğini anlamak zor olmasa gerek. Çünkü insan bir makine değil…
Hayat sadece akılla da sadece kalple de yaşanmaz. Duyguları bir kenara koymak sizi duygusuz, aklı bir kenara koymak ise mantıksız yapmaz. İnsan, dalgalanan duyguların arasında savrulur hayatı boyunca.
Bazen bir kararı vermek için kalbe, bazen bir insanı anlayabilmek için akla ihtiyaç duyarız.
Sanırım olgunluk, hangi sesi ne zaman dinleyeceğimizi bilmekten ibaret…
Sonuçta; amacımız ne aklı susturmak olmalı
Ne de kalbi bastırmak…
Peki sen… Hayatını hangi sesle şekillendiriyorsun?
Yoksa kendi dengenin ritmini çoktan buldun mu?
Yorumlar
Kalan Karakter: