Suç işlenmeyen ülke
İnsanın olduğu her yerde mutlaka suç vardır, diye düşünürüz.
Bu düşüncemizde de haklıyız aslında ama ne var ki bu yargı İsveç için geçerli değil.
Sıklıkla belirttiğim gibi insan kutsal kabul edildiğinden insana karşı ve en önemlisi de kadına karşı işlenen suçlara en ağır cezalar uygulanmaktadır.
(2009’dan geriye doğru) 10 yılın tamamında işlenen tecavüz ve kadına şiddet suçunun toplamı 99 olay.
Bu olaylardaki faillerin tamamı da ya yabancı, ya da psikolojik sorunları olan kişiler.
Elbette tecavüz suçunun azlığındaki en önemli unsur, adeta “cinsel devrimi” gerçekleştirmiş olmalarıdır.
Yukarda belirttiğim gibi nüfusun yüzde 60 bekâr ve yüzde 47 si yalnız yaşadığı halde tecavüz suçu işlenmiyorsa bunun tek açıklaması “bireysel özgürlüğün devlet garantisi altında olmasıdır.”
Diğer suçlarda ise bu oran biraz fazla olsa da İsveç orantılarına göre yinede düşük kabul ediliyor.
Her tutuklu mahkûm için devletin günde harcadığı para 150 euro.
Yani yaklaşık günde 1000 TL…
(Bizde ise bu rakam utanılacak düzeyde, günlük 4 dolar…)
Son krizle beraber bu rakam yüksek gelmeye başlayınca hafif suçu olanların “elektronik kelepçe” uygulaması ile cezalarını evlerinde geçirmeleri uygulaması getirilmiş.
İşin ilginci elektronik kelepçe ile evinde cezasını çekenlere de aynı harcamayı yapmalarıdır.
Tarihi hafızaları kayıp
İsveç’te beni şaşırtan en önemli olay “tarihi hafızalarını” önemsememeleri oldu.
İsveç, temel olarak Viking kültürü geleneğine sahip.
Ancak Stockholm’de Viking kültürünü anlatan ne mimariye, ne de bir yaşam çizgisine rastlayamadım.
Geleneksel çizgiden çok modern çizgiye yönelmiş durumdalar.
Eski Stockholm’ü korumakla beraber yeni kentin mimarisinde geleneksel çizgileri yok.
Eski kentin büyük bölümünde ise ağırlıklı olarak 17-18 yüzyıla dayanan mimarileri var.
Yani çocukluğumuzda izlediğimiz “Vikingler” filminden izler kalmamış.
Sadece müzelerde ve hediyelik eşya satan yerlerde görmek mümkün.
Bu anlamda 1628 yılında Baltık kıyılarında batan “Vasa” isimli Viking gemisini çıkartıp müzede sergiliyorlar.
Keza, eski İsveç evleri de sadece birkaç tane turistik amaçla yaşatılıyor.
Enerji fazlası var
İsveç, kışı ve yazları bizlerden çok farklı yaşıyor.
Kış aylarında saat 9 da doğan güneş, saat 14 te batıyor.
Yani günün büyük bölümünü karanlıkta geçiriyor
-Bizim gibi biyolojik saati güneşe ayarlanmış insanlar üzerinde olumsuz etki yarattığını söylemek mümkün-
Bu nedenle yaklaşık 6 ay boyunca tüm mekânlarda ışıklar hiç sönmüyor.
Bizim gittiğimiz günler kış mevsimine denk geldiğinden Stockholm’ü ancak elektrik ışığında tanımaya çalıştık.
Elektriğinin yüzde 60 ını 12 adet kurulu bulunan nükleer santrallerden elde ediyor.
Akarsu yönünden çok zengin olmakla beraber arazisinin baraj kurmaya elverişli olamaması nedeniyle hidroelektrik santrallerden ancak ihtiyacının yüzde 25 ini elde edebiliyor.
Çöpten elde edilen elektrik ise yüzde 8 civarında.
Ürettiği elektrikte ihtiyaç fazlası olmasına karşılık kentlerin ışıklandırılması yeterli değil. Güneş battıktan sonra kent kısmen yarı karanlık duruma geliyor.
Çevre kutsanmış
İsveç’te birey haklarından sonra gelen en önemli unsur çevre.
Zaten 2 alanda kutsanmışlık var.
Birisi insan, diğeri çevre.
Ülkenin yüzde 60’ı ormanlarla kaplı.
Ormanlarda ve kırsal alanda vahşi hayatı kontrol altında tutuyorlar ancak asla evcilleştirmeye yanaşmıyorlar.
Örneğin, ülkenin kuzeyinde ne kadar geyik, ceylan, ayı, kurt yaşadığını ve bunlardan ne kadarının avlanması gerektiğini biliyorlar ancak bu hayvanların vahşi hayatına müdahale etmiyorlar.
İsveçliler için istatistik hayatlarının vazgeçilmezleri. Her şeylerini ölçü ve istatistik bilgileri ile yapıyorlar.
Bu nedenle en önemli atasözleri, “ölçmediğine biliyorum deme.”
Aynı şey denizleri içinde geçerli.
Adeta Baltık Denizinde ne kadar balık yaşadığını bilecek kadar ileri gidiyorlar.
Zaten beslenme alışkanlıkları içinde en temel gıda somon balığı ve geyik eti.
İçme suyu olarak damacana su yerine çeşme suyu kullanıyorlar.
Çeşme suyu şerbet gibi.
Neredeyse sıfır sertlikte ve son derece temiz.
Ne klorlama ne de her hangi bir katkı maddesi kullanmıyorlar.
Su kaynakları bakımından dünyada İsveç’ten daha güçlü bir ülke olduğunu sanmıyorum.
Zaten İsveç, Baltık denizi kıyısından kuzey Denizine dek uzanan geniş topraklara sahip ve bu topraklar üzerinde binlerce akarsu var.
Çöp kamyonları yok
Demin elektriğin yüzde 8 ini çöplerden elde edildiğini yazmıştık.
Ancak Stockholm’de tek bir çöp kamyonuna, çöp konteynırına ya da çöp toplama aracına rastlamadım.
Çöpler kamyonlarla toplanmıyormuş.
Her binanın girişinde bulunan bir kapaktan çöp poşetleri atılıyor, bu kapaktan yer altında bulunan bir kanalizasyon sistemine iniyor, vakumlama yöntemi ile kanallarda toplanan çöp poşetleri depolama alanına çekiliyor ve burada ayrıştırıldıktan sonra ekonomik dönüşüme sunuluyor.
Organik çöplerden önce posa çıkarılıyor ve bu işlemde açığa çıkan gazla da elektrik elde ediliyor.
Kentte tek bir çöp ve çöp artığı olmadığı gibi kokusu da yok, haliyle ne sivri ne de karasinek yok.
Bunu öğrenince haliyle “Antalya’nın leş gibi kokan, sivrisinek kaynayan sokakları aklıma geldi(!)”
Parlamento
Bu gezide en çok neye üzüldüm biliyor musunuz?
Bu yaşa geldim, kendi ülkemin parlamentosunun genel kurul salonunu göremedim ama İsveç Parlamentosunun genel kurul salonunu gördüm.
İsveç, sosyal demokrasinin uygulandığı bir ülke olmasına karşılık biçimsel anlamda “Parlamentolu Krallık”la yönetilmektedir.
Kralın ne yasama, ne yürütme ne de başka bir biçimde siyasi otoritesi ve yetkisi yoktur, semboliktir, tüm yetki parlamentodadır.
349 üyeli İsveç Parlamentosu, İsveç'in siyasi olarak oldukça önemli bir birimidir.
Meclisin, başbakanı seçme, bakanlar atama yetkileri bulunmaktadır.
Ayrıca yasama görevi de meclis ile başbakanın ortak yetkisindedir.
“İsveç, parlamentosu ve hükümeti üzerinde zorunlu yargı kontrolü olmayan bir ülkedir.”
İsveç vatandaşı olan herkesin parlamento üyesi olma hakkı vardır.
Iraklı, Hindistanlı, Şilili, Ganalı ve Türk milletvekilleri de görev yapmakta İsveç Parlamentosunda.
Bir anekdot
Parlamentoyu dolaşmak için gittiğimde karşılaştığım bir olayı da aktarmam gerek.
Rehberimle birlikte parlamentonun önüne geldiğimizde karşıdan bisikletli birinin geldiğini gördüm.
O an rehberim durdu ve bisikletliye yol verdi.
Kim bu, diye sordum, rehberim “İsveç Başbakanı Fredrik Reinfeldt” dedi.
Kel kafalı, genç ve sempatik bir adamdı…
Bisikletini park yerine bıraktı ve başıyla bizlere selam vererek parlamento binasına girdi.
Arkasından öylece bakakaldım…
Bisiklet park yerinde yüzlerce bisiklet vardı ve bunların parlamenterlerle bakanlara ait olduğunu öğrendiğimde şaşkınlığım ve bu ülkeye olan hayranlığım daha da arttı.
Son söz:
İsveç’te insan haklarının ve insanı esas alan, bireyi öne çıkaran sistemin ete/kemiğe bürünmüş halini yaşadım.
Sosyal demokrasi denen siyasal anlayışın bir partinin tercihi ve programı olmayıp “bir yaşama sistemi” olduğunu canlı olarak gördüm.
İsveç, kurumsallaşmış bir ülke.
Farklı koalisyonlarla ya da farklı siyasi partilerce yönetilse de kurumsal yaşayışı asla değişmiyor.
Ve en önemlisi de “bireyin” önceliğini kutsayan, “çevreyi doğal yaşamı” sonuna dek koruyan bir ülke.
Yani, Erdoğan’ın dediği gibi ve batmış, ne de iflas etmiş bir ülke…
Çünkü insanların gelecek kaygısı, yaşama kaygısı yoktur.
Erken de geç de olsa emekli olan bir İsveçli insanca yaşama haklarına sahiptir.