Seçimle ilgili ilk değerlendirme
Türkiye, 24 Haziran 2018 günü yapılacak olan erken genel seçime kilitlendi
Muhalefete göre erken değil, “baskın seçim,” iktidara göre ise iç ve dış konjonktür, ekonomideki baskılar nedeniyle kaçınılmaz bir seçimle karşı karşıyayız.
Bu 60 günlük süreçte siyasal gelişmeler nasıl olacak, nasıl gelişecek her beraber yaşayacağız ve göreceğiz.
Bildiğiniz gibi sistem artık değişti.
Yürütmenin başı olarak cumhurbaşkanını halk seçecek ve cumhurbaşkanı olmak için de yüzde 50 oy oranını geçmek zorunlu.
Bu bağlamda AK Parti ile MHP arasında Erdoğan’ın cumhurbaşkanı adaylığında bir ittifak yapıldı.
Yani iktidar açısından siyasi anlamda bir sorun yok.
Ancak muhalefet açısından Erdoğan’ın karşısına onunla başa baş mücadele edecek bir adayın çıkarılması noktasında oldukça ciddi sorunlar var.
Muhalefet partileri nedense birinci turda yüzde 50 oy oranını Erdoğan’ın geçemeyeceğine odaklanmış durumdalar.
Bu nedenle her partinin kendi adayı ile yarışa girmesini, ikinci turda topluca en yüksek oyu alan adayın desteklenmesi düşüncesindeler.
Ben böyle düşünmüyorum.
Hadi diyelim ki adaylar ikinci tura kaldılar.
Bu turda CHP’nin adayı ya da Meral Akşener (seçime girebilirse) ikinci turda “tüm muhalefetin oyunu alabilecek mi?”
CHP+İYİ Parti+Saadet Partisi ve diğer küçük partilerin oy toplamı AK Parti+MHP oy toplamına erişmiyor.
Kaldı ki ikinci turda CHP’nin adayı yarışırsa diğer muhalefet partilerin tabanından oy kaçması büyük bir olasılık.
Keza Meral Akşener’in adaylığında ise CHP tabanından oy kaçmasını kimse engelleyemez.
İşte tam da bu noktada HDP ve Kürt oylarına çok ciddi bir ihtiyaç olduğu ortadadır.
HDP faktörü
1 Kasım 2015 seçimlerinden itibaren HDP, “çözüm süreci” boyunca işbirliği yaptığı iktidar tarafından “şeytanlaştırılmaya” çalışılmış, genel başkanlarından tutun da teşkilatlarındaki yöneticilere kadar binlerce HDP’li hapse atmış, belediyeleri ellerinden almış ve siyaseten tamamen oyun dışına atılmıştır.
İktidarın bu yalnızlaştırma operasyonuna CHP başta olmak üzere muhalefet bigâne kaldığı gibi HDP’nin parti binalarının önünden bile geçmemeye özen gösterilmiştir.
HDP=PKK algısı muhalefet partilerinin en önemli çekincesi olmuştur.
Elbette bu algının oluşumuna HDP’nin de bizzat katkısı vardır.
“PKK ile arasına mesafe koyduğunu, anayasal ve meşru bir siyasi parti olduğunu bu anlamda sadece Kürt halkının meseleleriyle değil, tüm Türkiye’nin meseleleri için mücadele ettiğini kendisine oy vermeyen halka bir türlü anlatamamış ya da anlatmamıştır.”
Ancak bugün, Türkiye’nin demokrasi mücadelesinde var olma ya da küresel sermayeye teslim olma günüdür.
Eğer yeniden “parlamenter demokrasiye dönmek ve demokratik bir işleyişi yeniden kurmak” istiyorlarsa bütün toplumsal muhalefeti bu ilke etrafında toplamak zorunluluğu vardır.
“Bu nedenle hiçbir çekince ya da kırmızı çizgi ortaya koymadan, aralarındaki siyasi çelişkileri demokratik bir ortamda çözmeye erteleyip HDP’yi bu oyunun içine almak ve denkleme dâhil etmek zorunluluğu vardır.”
Bu konuda CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Antalya milletvekili “Çetin Osman Budak’ın” yaptığı açıklama bence çok dikkate değer bir açıklama.
Şöyle diyor Budak, “Halkın oylarıyla seçilmiş bir partiyi yaftalamak gibi saçma bir şey olmaz. Tek adam rejimine karşıyım diyen herkesle birlikte olacağız”
CHP’nin adayı…
Yukarda yazdığım değerlendirmeye göre CHP’nin göstereceği aday profilinin çok özel bir profile sahip olması gerekmektedir.
Seçimin zamanında yapılacağını hesap eden CHP kurmayları, aday arayışlarını zamana yayarak “Erdoğan’ın karşısına nasıl bir aday çıkarmalıyız” çalışması yaparken dar zamana sıkıştırılmış bir seçimle karşı karşıya kalınca mevcutları değerlendirme zorunda kalmış durumda.
İlk seslendirilen isim Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu.
Bana göre, Kılıçdaroğlu ideal bir aday ancak, seçmen bazında tüm muhalefetin oyunu alabilecek özelliklere “sahip değil(!)”
CHP ve CHP dışı sol oylar açısından sorun yok.
Sorun, muhalefetin sağ kanadından oy alıp alamama meselesidir.
Gerçekçi olmakta fayda var:
“Kılıçdaroğlu istediği kadar İslam’dan, hadislerden ve ayetlerden söz etsin, sağ seçmenin bilinçaltına yerleşmiş bir -Alevi kökenli olma- hali bu kesimden yeterli oyu almasına yetmeyecektir.”
Elbette bu topraklarda yaşayan her inançtan ve her kökenden insanın cumhurbaşkanı olma hakkı vardır, lakin bu hakkın seçmenler üzerinde yeterli karşılığı yoktur.
Kılıçdaroğlu dışındaki bir başka CHP’li aday belki birkaç puan fazla alabilir ama bu da yeterli olmayacaktır.
Öyleyse CHP adayı kim olabilir?
Ben kim olacağını bilemem ama şu özelliklerde olması gerekir:
“Demokrat, laik, yüzü batıya dönük, güven veren bir tarzı, muhafazakâr değerlere saygılı, hitabeti güçlü, geçmişinde en küçük bir leke bile olmayan, emekçi halkın –işte bizden biri- diyebileceği birisi olmalı.”
Uyarılar
Bazı uyarıları yazmakta fayda görüyorum.
Birincisi, CHP’liler eğer “16 Nisan Referandumunda ve sonrasındaki Adalet Yürüyüşünde” elde edilen birlikteliğin tekrar edeceğini düşünüyorlarsa büyük bir yanılgıya düşerler.
Çünkü hem konjonktür çok değişti, hem de bu eylemlerde elde edilen birlikteliğin sinerjisini örgütleyemediler…
İkinci uyarım ise OHAL ile ilgili.
24 Haziran Genel Seçimini OHAL yasakları kapsamında yapacağız.
İktidarın güvenlik politikalarını, özgürlüklerin önüne geçirdiği bu siyasi ortamda sağlıklı bir seçim kampanyası yürütülemeyeceğini herkes görüyor zaten.
Ancak daha vahim olanı ise; “Erdoğan’ın seçimi kazanması durumunda öyle görünüyor ki önümüzdeki 5 yıl OHAL’li yıllar olarak geçecektir.”
Kısacası, CHP ve diğer muhalefetin gerek cumhurbaşkanı adayı belirlemede, gerekse seçim birliktelikleri için zımni de olsa yapacakları anlaşmalarda gösterecekleri performans ya Türkiye’yi OHAL’li yıllara teslim edecektir ya da demokrasi ve özgürlüklerin yolunu açacaktır.
Hülasa;
Başta CHP olmak üzere muhalefet, hem siyasi gündemi belirleme gücünü ele geçirme, hem destek profili daha geniş bir coğrafyaya yayma, hem de hiçbir oyu sandıkta yalnız bırakmama açısından, zemini genişletmek, aktif siyasi aktörleri çoğaltmak ve birbirlerini denkleme dâhil olmaya cesaretlendirmek zorundadır.
Antalya’da ne olur…
Eğer 16 Nisan Referandumu Antalya için baz alınırsa Erdoğan’ın Antalya’da yüzde 40 civarında oy alacağını düşünüyorum.
İlk turda her parti kendi adayı ile gidecek olursa geriye kalan yüzde 60 oyu aralarında paylaşacaklardır.
Tabi CHP adayı bu yüzde 60’ın büyük bir bölümünü alır.
Muhalefet partilerinin düşündüğü gibi olur da seçim ikinci tura kalırsa Erdoğan’ın alacağı oy en çok 2 puan yükselebilir.
İkinci olan muhalefetin adayı yüzde 57-59 arasında oy alır.
Milletvekili seçiminde ise AK Parti ile CHP arasındaki farkın kapanacağını düşünüyorum.
Bu farkı, CHP’nin alacağı oyların yükselmesi değil AK Parti oylarındaki düşüş kapatacaktır.
Bu düşüşün nedeni ise İYİ Parti faktörü olacaktır.
Bu seçimde Antalya’nın çıkaracağı 16 milletvekilinin partilere göre dağılımının nasıl olacağını şimdiden söylemek çok zor.
Çünkü Cumhurbaşkanlığı seçimine yönelik yapılacak ittifaklar, milletvekili seçiminde de etkili olacaktır.
Bu nedenle milletvekili listeleri açıklanana kadar her hangi bir değerlendirme yapmak yanıltıcı olur, diye düşünüyorum.
Yine de kaba bir tasnif yapmak gerekirse şöyle bir tablo mümkün olabilir.
CHP ve AK Parti 5’er milletvekili çıkarır, geriye kalan 6 milletvekilliğini ise ittifaklara göre İYİ Parti, MHP, Saadet Partisi ve HDP arasında paylaşılır.
****
Antalya halkı mutlu değil
Doğanın ve tanrının insanlara bahşettiği nimetler bakımından Türkiye’nin en güçlü illerinin başında hiç kuşku yoktur ki Antalya gelmektedir.
Doğa o kadar cömert ki, denizi, kumu, güneşi, ormanı, su kaynaklarını, verimli toprakları, yeraltı madenlerini, dereleri ve ırmakları en gelişmiş şekliyle kullanması için Antalya’ya vermiş.
İnsanoğlu binlerce yıldır doğanın verdiği bu nimetleri tükete tükete bugünlere dek geldiği halde binlerce yıl daha tüketecek kaynakları var Antalya’nın.
Doğa bu nimetleri verirken “sen az, sen daha çok kullan” diye kategorize etmemiş insanları.
Herkese eşit oranda kullanma ve faydalanma olanaklarını da sunmuş.
Lakin bir gün birileri çıkıyor, doğanın bu nimetlerini “paraya tahvil” ediyor ve parası olanın bu nimetlerden daha çok faydalanmasının yolunu açıyor.
Doğa, sahillerimizi “herkese” vermiş ama parası olanın kullanacağı duruma getirilmiş
Doğa, Boğa Çayını “herkesin” kullanımına açmış ama parası olanın kullanacağı şekle getiriliyor.
Doğa, ormanları “herkese” vermiş ama parası olan gidip villalar yapıyor ve kullanıyor.
Doğa, dereleri-ırmakları “herkese” vermiş ama birileri baraj kurup paraya tahvil ediyor.
Doğa, suyun en temizini ve en arıtılmışını “herkese” vermiş ama parası olanlar bunu içebiliyor.
Doğa, parkları “herkesin” kullanımına vermiş ama parası olanlar daha çok faydalanıyor.
Kısacası doğa, “ne istediniz de vermedim” dediği her şeyi herkesin eşit faydasına sunduğu halde kenti yönetenlerin, bu nimetleri parası olanlara kullandırma tercihleri sonucu “Antalya halkı mutsuz…”
TUİK’in yaptığı son araştırmada “81 il içerisinde en mutsuz 4. İlin Antalya olduğu tespiti yapılmış.”
Antalya’da yaşayan nüfusun mutluluk oranı yüzde 49,8 TUİK verilerine göre.
Yani Antalyalıların yarısı “mutsuz…”
Antalya halkının yarısının mutsuz olmasının nedeni sadece doğanın verdiği nimetlerden eşit olarak faydalanmaması değil elbette.
Kamusal hizmetlerden, kamu yönetiminin tarafsız olmayışından, yargıdaki güvensizlikten dolayı da mutsuz…
Eğitimden sağlığa, güvenlikten yeşil alan miktarına, engellilere yönelik düzenlemelerden hasta ve yatalak olanlara verilen hizmetlere, yoksullara uzatılmayan ellerden işsiz ve çaresizliğe kadar uzanan bir dizi başlıklardan yeterince faydalanmadığı için mutsuz…
Haksızlığa uğradığında haklarını alamayacağına olan inancından tutun da karakola düştüğünde sahiplenecek kimsesi olmamasına kadar her alanda “yalnız” bırakıldığı algısı yerleştiği için insanlar mutsuz.
OHAL ile birlikte demokratik haklarını, temel özgürlüklerini yeterince kullanamadığından, hak arama mücadelesinde kullanması gereken demokratik araçlardan yoksun bırakıldığı için Antalya halkı mutsuz…
Her gün, sabah namazıyla beraber gittiği amele pazarında işe götürülüp götürülmeyeceği endişesi taşıdığı ve gelecekle ilgili kaygıları olduğu için insanlar mutsuz…
Mutlu olanların azınlık, mutsuz olanların çoğunluk olduğu bir toplum ve yönetim yapısının sürdürülebilirliği yoktur ve tarihte de olmamıştır.
Bu yapı, bir gün mutlaka “herkesin mutlu olduğu” yapıya evirilecektir…
****
Gıdalarımızda kansorejen maddeler mi var…
Gıda Mühendisi Dr. Ahmet Şık’ın, Cumhuriyet Gazetesi’nde yayınlanan araştırma-haber yazısında “Antalya’da üretilen sebze ve meyvelerle içme suyunda insan sağlığı açısından dikkat çekici” tehlikeler olduğu belirtildi.
Dr. Şık’a göre, Sağlık Bakanlığı, 2011-2016 yılları arasında kanserden ölümlerin dünya ortalamasının üstünde olduğu “Antalya, Ergene ve Dilovası’nda” geniş çaplı bir araştırma yaptı.
“Kocaeli, Antalya, Tekirdağ, Edirne, Kırklareli İllerinde Çevresel Faktörlerin ve Sağlık Üzerine Etkilerinin Değerlendirilmesi Projesi” kapsamında kanser vakalarında çevre kirliliğinin rolüne ışık tutan çalışmanın sonuçları henüz kamuoyuna açıklanmış değil.
Bakanlık yakın zamanda bu çalışmanın sonuçlarının kamuoyu ile paylaşılacağını açıkladı.
Dünya Sağlık Örgütü dünya genelinde kanserden ölümlerin oranı yüzde 16 olarak belirtiliyor; yani her altı ölümden birinin nedeni kanser.
Türkiye’de ise her sekiz ölümden birinin nedeni (yüzde 13) kanser.
Ancak bölgeden bölgeye büyük farklar var.
Örneğin Tekirdağ, Kırklareli ve Edirne’de yaklaşık her dört ölümden biri, Kocaeli Dilovası bölgesinde (yüzde 37) her üç ölümden ve “Antalya ilinde ise her 10 ölümden birinin nedeni kanser.”
“Antalya’dan alınan 572 örneğin yüzde 60’ında” pestisit kalıntısı tespit edildi.
Gıdalarda en çok pestisit kalıntısı çıkan il Antalya oldu.
Bakanlığın henüz açıklamadığı raporda, insan sağlığını tehdit eden pestisitin “taze fasulye, biber, hıyar, marul, maydanoz, çilek, erik ve elmada” maksimum kalıntı limitlerini çok aştığı ortaya çıktı.
Suyumuzda arsenik mi var…
Sularda ise yine kanserojen etkisi bilinen hidrokarbon kalıntıları tespit edildi.
“Antalya’dan alınan 11 su örneğinde folpet kalıntısı çıktı.”
Folpet sulara yaygın olarak bulaşan kanserojen ve hormonal sistem bozucu bir zehirli madde olup olmadığı üzerinde halen tartışmalar olan bir tarım zehridir.
Bununla beraber Bakanlığın Araştırma raporunda Antalya’da ki sulardan alınan 569 su örneğinden “yüzde 20 sinde arsenik olduğu” tespiti yapılmış.
Ancak bulunan arsenik miktarı (yüzde 3,4) aşılmaması gereken 10 miligramın altında kaldığı da raporda belirtilmiş.
Pestisit nedir…
Pestisitler tarımda kullanılan ve kalıntıları toprağa, suya ve gıdalara bulaşan zehirli kimyasal maddelerdir. Solunan havada, gıdalarda ve sularda bulunabilen pestisit kalıntılarına maruz kalmak insanlarda zaman içinde kanser hastalıklarına yol açabilmektedir. Özellikle gıdalarda birden fazla sayıda bulunan pestisit kalıntıları ve hormonal sistem üzerinde bozucu etkisi olan pestisitler son yıllarda akademik çalışmaların odak noktasında yer alıyor.