Köprüden önceki son çıkış
Ne kadar kötücül bir dönem geçirdiğimizin farkında mısınız?
Adeta şoklanmış gibiyiz.
Ya bizdensin ya da karşıdansın…
İfade özgürlüğü mü?
Haa… Evet, tabii ifade ve düşünce özgürlüğünü savunuruz ama bizim gibi düşünürse…
Ya düşünmüyorsa, ya sizden bazı farklı düşünceleri varsa ne olacak?
Bak o zaman kırk satır mı, kırk katır mı?
Hangisini seçerse artık…
Üzülüyorum…
AK Parti ile beraber güzelim ülkemiz öyle bir yarıldı ki…
Hem de ikiye falan da değil, birkaç parçaya yarıldık…
Her parça, diğerlerini ihanetle hain olmakla suçluyor…
Aynı vatanda yaşadığımızı unutuyoruz.
Tasamız, kederimiz, kıvancımız da şakkadak ortadan yarılmış durumda
İşin en kötü yanı da “özgürlükçü olduğunu ifade edenlerin, özgürlük anlayışlarını AK Parti’nin mantığı ve ülkeyi sürükledikleri yarılmanın üzerinden tarif etmeleridir…”
Zalime, zulme karşı işbirliği yapalım diyerek “zülfü yâre(!)” dokunacak söz ettin mi vay haline!
Anında işin bitik…
Her şey, her yer anında toz duman oluveriyor…
Ya Kürt paranoyası, ya Alevi paranoyası, ya da milliyetçilik paranoyasında oluşan çemberin içinde dolanıp duruluyor…
Bir birimize karşı tahammülü kaçırdık…
Bizim “tarafa” birisi eleştiri mi yöneltti, en ağır ve pervasızca galiz küfürler, meydan okumalar, hakaretler gırla gidiyor…
Çıkarın kafanızı kumdan, bir bakın…
20 milyon oy almış bir lider olan Kılıçdaroğlu bile “operasyon sırası sana da gelebilir” tehdidi ile karşı karşıya…
Bu bile size durumun vahametini anlatmıyorsa, başka ne söylenir!
Sevgili dostlar,
Önümüzde 24 Haziran “duvarı” var.
Ya bu duvarı yıkılıp özgürlükçü, demokratik parlamenter rejim yeniden kurulacaktır…
Ya da bu duvara toslayacağız.
Unutmayın, 24 Haziran köprüden önceki son çıkıştır…
***
İnce, sorunun adını koydu.
Seçimlerde son haftaya girdik.
Pazar günü akşamı, Türkiye’yi 5 yıl boyunca yönetecek kadrolar belli olacak.
Bu dönemin kampanyalarında, önceki yıllara göre ayırt edici bir özellik var.
İnsanlar meydanlarda çokça gerilmeden hatta gülümseyerek ayrılıyorlar.
Bunu sağlayan kişi ise “Muharrem İnce…”
Samimi üslubu, esprili örneklemeleri, yerine göre posta atan tavırları, iğneleyici veciz sözleri ve sahiciliği ile halkın gönlünü fethetti dersek yanılmış olmayız.
En beklenmedik yerlerde ve sağ siyasetin merkezi denilen Kayseri’de, Konya’da, Çorum’da, Sakarya’da, Kocaeli’nde gösterilen ilgi gerçekten inanılmazdı.
Yine CHP’nin yüzde 2,5 oy oranı olan Doğu ve Güneydoğu illerinde aynı ilgi ile karşılandı.
Elbette mitinglerde görülen kalabalıkların tümünün oyunu almış demek değildir bu.
Ama halkla sıcak bir iletişim kurduğu, insanları samimiyetine inandırdığı da bir gerçektir.
Kısacası İnce’nin sahici tutumu onu, partisi CHP’nin aldığı oyların birkaç puan üzerine çıkarmış görünüyor.
Bu sahici tutumunu Diyarbakır mitinginde bir kez daha gösterdi.
“Adını kimler ne koyarsa koysun bu ülkede Kürt Sorunu vardır” dedi ve devamında “Bu sorunu demokrasi ile çözeceğiz. Bu bir siyasi ahlak sorunudur” diye altını çizdi.
40 yıldır ülkemizin canını acıtan ve kangren olmadan çözümü zorunlu olan sorununun adını açıkça koyup çözümünü de göstermesi İnce’nin sahiciliğinin en açık örneğidir denebilir.
Aslında bu meselenin adını ve çözüm yollarını bundan 30 yıl önce yine CHP (SHP) kamuoyuna açıklamıştı.
Temmuz 1990’da “SHP’nin Doğu ve Güneydoğu sorununa bakışı ve çözüm önerileri” başlıklı raporunda hem devletin, hem de PKK’ın Kürt halkına zarar verdiğini belirten şu ifadeler yer almıştı.
“ Doğu ve Güneydoğu olayları ile ilgili yaşanan iki temel yanılgı vardır.
Birincisi; Demokrasi, insan haklarına saygı, hukuk devleti ilkelerine uymak ayak bağı değil, sorunların çözümünde en temel dayanaktır.
Demokrasi içinde hak arama kanallarının sonuna kadar açılması halk desteği için önemli etkendir.
Sanığın yakalanması uğruna suçsuz insanların baskı görmesi hiçbir şekilde kabul edilemez.
İkincisi, yanlış politikaların ve şiddete dayalı uygulamaların yol açtığı haksızlıklara, şoven ve baskıcı yaklaşımlara tepki umutsuzluk ortamı yaratır.
Bu umutsuzluk, ülke bütünlüğü içinde sorunların çözümüne olan inançsızlığı yaratır.
Umutsuzluğa ve inançsızlığa dayalı olarak bunu silahlı eyleme dönüştürme çok ciddi yanılgıdır, çözümsüzlüktür.
Çare demokrasidir.”
Görüldüğü gibi sosyal demokrasi siyaseti 30 yıldır bunun demokrasi ile TBMM zemininde çözüleceğini söyleyip duruyor.
İnce, bugün farklı ve ilk kez dile getirmiyor Kürt Sorununu ve çözüm yollarını.
30 yıl önceki raporda da bugün Muharrem İnce diyor ki;
“Kürt Sorunu diye bir meselemiz vardır ve bunun çözümü de demokraside, özgürlüklerde ve TBMM zeminindedir.”
Seçimden sonra ister Erdoğan, isterse İnce seçimi kazansın, bu meseleyi demokratik zeminde ve ortak akılla çözmek zorundadırlar.
***
Sezar’ın hakkı Sezar’a
Geçen hafta da, önceki hafta da Konyaaltı sahilinin “kamu kaynakları ile yapılıp şahıslara kazanç kapısı olarak nasıl verildiğini ve bununla ilgili soruları yazmıştım.”
Türel’den bununla ilgili bir açıklama yapılmadı.
Ya bu sorulara verilecek cevapları yoktur,
Ya da “ben yaptım oldu” anlayışı ile susmayı yeğlemektedir.
Ama her iki halde de sorduğum sorularda ve iddialarımda benim “haklı” olduğum gerçeğini kabul etmektedirler.
Kamu zararına yapılan bu işlemleri kamuoyu değerlendirecektir diyelim ve biraz da Konyaaltı sahiline yapılan düzenlemeye bir bakalım.
Şunu kabul ediyorum:
İmalatı yapılan proje gerçekten çok güzel…
Henüz tamamı bitmemiş ama biten yerlerde dolaştım ve gerçekten beğendim.
Yeşil alanda artış sağlanmış.
Yürüme güzergâhı daha genişlemiş ama keşke beton olmasaydı da bir başka malzeme kullanılsaydı çevreyle daha uyumlu olurdu.
Muhittin Böcek döneminde yapılan imalatlara dokunulmadan bunlar daha da genişletilmiş.
Palmiye ağaçları görsel olarak iyi resim veren ağaçlar ama bunların yanına turunçgillerden de dikilseydi gölge yapması bakımından iyi olurdu.
Büfeler estetik ve işlevsel.
Yani eskiye göre daha güzel ve göze batmıyor.
Bu yıl tam anlamıyla bitmeyebilir.
Görebildiğim kadarı ile daha en az 2-2,5 ay bu alanda çalışmalar sürecek gibi görünüyor.
Ama gelecek yaz sahil gerçekten Avrupa’da adından söz ettirecek güzellikte olacaktır.
Kısacası, seçilen proje güzel ve yapılan imalatta projeyi gösteren güzellikte.
Bu anlamda Türel’e seçtiği proje için teşekkür ediyorum.
Ayrıca bu projeyi çok başarılı biçimde uygulayan “ANTEPE’yi ve kurumun Genel Müdürü olan Bahadır Yantaç’ı da kutluyorum.”
***
Siz kimin iktidarısınız…
Muhalefet diyor ki; “TBMM’de çoğunluğu sağladığımızda ilk işimiz OHAL’i kaldırmaktır.”
Cumhurbaşkanı Erdoğan da diyor ki; “Seçimlerden sonra OHAL kaldırılabilir, ancak gerektiğinde yine OHAL uygulamasını getiririz.”
OHAL’in ilk ilan edildiği gün olan 20 Temmuz 2016 günü, OHAL’i neden ilan ettiklerini ve gerekçelerini bizzat AK Parti Genel Başkanı Erdoğan açıklamıştı.
Aynen şunları söylediydi;
“OHAL ilanının amacı, ülkemizde demokrasiye, hukuk devletine, vatandaşlarımızın hak ve özgürlüklerine yönelik tehdidi ortadan kaldırmak için gereken adımları hızlı ve etkin bir şekilde atabilmektir.
BU KESİNLİKLE DEMOKRASİYE, HUKUKA VE ÖZGÜRLÜKLERE KARŞI DEĞİLDİR.”
Şimdi size aradan geçen bir buçuk yıl içinde demokrasinin otokrasiye, hukukun guguka döndürüldüğünü, özgürlüklerin kolunun bacağının nasıl budandığını anlatmama gerek yok.
Ben dikkatinizi bir başka noktaya çekmek istiyorum.
Bir süre önce İstanbul’da “küresel sermayenin yerli temsilcilerinin” katıldığı bir toplantıda konuşmacı AK Parti Genel Başkanı Erdoğan’dı.
Yaptığı konuşmada OHAL üzerinden işadamlarına nasıl destek verdiğini ifade etti ve şöyle dedi.
“OHAL’i biz iş dünyamız daha iyi çalışsın diye yapıyoruz. Bu nedenle herhangi bir sıkıntınız, aksamanız var mı? Biz göreve geldiğimizde Türkiye’de OHAL vardı ama bütün fabrikalar GREV tehdidi altındaydı. Ama şimdi öyle mi? Tam aksine şimdi grev tehdidi olan yere biz OHAL’den istifadeyle anında müdahale ediyoruz. DİYORUZ Kİ, HAYIR BURADA GREVE MÜSADE ETMİYORUZ. Çünkü iş dünyamızı sarsamazsınız.
Eeee… BUNUN İÇİN KULLANIYORUZ BİZ OHAL’İ…”
Hani derler ya “takke düştü, kel göründü” diye…
Demek ki neymiş, OHAL’i grevleri kırmak için kullanıyorlarmış…
Hani demokrasiye, hukuk devletine ve özgürlüklere karşı OHAL’i kullanmayacaktınız?
Grev, bir hak ve emekçilerin özgürlüğü değil mi?
Erdoğan yeniden seçilirse bir beş yıl daha ülkenin OHAL ile yönetileceğine kuşkunuz olmasın.
Hele ekonomideki bu berbat durum sürdükçe ve bunun sonucunda yoksul halkın, emekçilerin hak arama mücadelesinin OHAL ile durdurulacağının ifade edilmesi bunun açık göstergesidir.
Bu anlayışla uygulanan OHAL; sermayenin cennet bahçesi, emekçilerin ve yoksul insanların cehennemidir.
Şimdi buradan soruyorum:
Siz kimin iktidarısınız?
Emekçi halkın, garip gurebanın mı, yoksa küresel sermayenin mi?
Uydurma destanlarla Allah kelamıyla bu halkı daha nereye kadar kandıracağınızı sanıyorsunuz?