Hafta sonu “Gri Baykuş” isimli biyografik bir film izledim.
Aslen İskoç olan Arhce, 15 yaşında evinden çıkar ve Kanadalı yerli kabilelerin içinde yaşamaya başlar.
Bir Kızılderli gibi yetişen Arhce, “Gri Baykuş” adını alır ve tam anlamıyla kendini vahşi doğanın içinde yaşamaya adar.
Geçimini kunduz avlayarak sürdürürken, kunduzların derelere yaptıkları nimi setlerle binlerce dönüm alanda olağanüstü bir ekoloji ve fauna yarattıklarını fark eder ve kunduzu avlamayı bırakarak, korumaya başlar.
Tıpkı bir zamanlar bizdeki “Manisa Tarzanı” gibi doğanın gönüllü bekçiliği yapar.
Bu alanda bir de kitap yazan Gri Baykuş, daha sonra konferanslar da verir.
Ve izlediğim Gri Baykuş filminde verdiği son konferansta şunları söyler:
“Dünyadaki kimi değerler vardır ki onları alıp satamazsınız, çünkü sizin değil bizden çok sonrakilerindir.
Bu nedenle kunduzları ve ağaçları koruyun.”
Gri Baykuş’un bu çabaları sonucunda bugün Kanada da, ne derelere, ne kunduzlara ve ne de ağaçlara zarar verecek hiçbir enerji, sanayi, madencilik yatırımları yapılamaz, yasaktır…
Bir de bize bakalım.
Önceki gün okuduğum minik bir haber beni ciddi olarak üzdü.
Uzunca yıllardan sonra ilk kez Manavgat Irmağı girişinde bir “Akdeniz foku” görüntülenmiş.
Ve üzücü yanı, bu türden şu anda dünyada sadece 700 tane kalmış.
Ne yazık ki koruma için hiçbir önlemde alınmamış, soyu tükenme tehdidi altında.
Bir zamanlar geyiklerin, karacaların, dağ keçilerinin oynaştığı “Geyik Bayırı” denilen yerde geyikler gitti, bayırı kaldı sadece.
Orada oturan çocuklar, hatta yetişkinler geyikleri ancak belgesellerde görebiliyorlar.
Zerdalilik adlı mahallemizde oturan çocuklar zerdalinin ne olduğunu bilmiyorlar.
Çünkü bir tek dal zerdali ağacı bırakılmadı.
“Çitlenbik ağacı” zor yetişen ama Antalya ikliminde kolayca boy verebilen bir ünik ağaçtır.
Şimdilerde sadece Karaalioğlu Parkında bir tane kalmış.
Onunda ömrünü tüketmesi yakındır, bakımsızlıktan…
Derelerimizin durumu ise içer acısı…
Toroslardan inen yüzlerce derenin meydana getirdiği havzalarda binlerce yılda oluşan flora, fauna sistemleri HES barajları sayesinde birer birer katledildi.
Bu havzalardaki ekolojik dengeler alt üst oldu.
Maden ruhsatları verilerek dağlarımız delik deşik edildi.
Başta sedir ve kızılçam gibi zor yetişen ve bulundukları bölgenin iklimini, hayvancılık ve tarımını etkileyen ağaçlar katledildi/ediliyor…
Pirinç ve pamuk tarlaları yazlık villalara, turistik otellere kurban edilince bu ürünlerin meydana getirdiği fauna ve florada tarih oldu.
Antalya’nın tüm doğal özellikleri ve zenginlikleri sadece ve sadece para için, varlık için, siyasi yandaşlar için, iktidar olabilmek için hoyratça yok edildi ve edilmeye devam ediyor.
Zaman zaman bizde de Gri Baykuş gibi çevreci yiğitler ortaya çıkmıyor değil.
Ancak Kanadalı Gri Baykuş gibi gerekli toplumsal, siyasal desteği alamadıklarından hatta “Ali Ulvi Büyüknohutçu” gibi katlediklerinden başarılı olamıyorlar ve doğanın soygunu ne yazık ki devam ediyor…