Sen neymişsin be İdlip…
Gündemin en önemli maddesi kuşkusuz İdlip’e Rusya ve Esat güçlerinin ortaklaşa yapmayı planladıkları operasyondur.
3,5 milyon insanın yaşadığı bölgeye yapılacak “hesapsız” bir saldırı öncekilerden çok daha acı insanlık dramlarının yaşanmasına yol açacaktır.
Peki, Rusya ve Esat güçleri neden İdlip’e saldırmayı planlıyorlar?
Bu sorunun net ve açık cevabını vermek zorundayız.
Cevabı bulmak için biraz geriye gitmemiz gerekir.
Suriye iç savaşında Esat güçleriyle “Suriye halkı ve halk muhalefeti” arasında bir çatışma olmadı ve halen de halk bu iç savaşın öznesi değil.
Aslında olay, barış ve reform/demokrasi talepleri ile gelen siyasi bir protesto gösterisi ile başladı.
Ancak olaya öylesi kanlı ve eli silahlı örgütler de karıştı ki, bu durum dipsiz bir iç savaş haline dönüştü.
Esat güçleriyle çatışmaya girenler; başta ABD olmak üzere, kimi batılı devletlerce organize edilip silahlandırılan ve ağırlığını Suriyeli olmayan insanların oluşturduğu “selefi” terör örgütleridir.
Silahlı milisleri bir ara 120 bini bulan bu selefi terör örgütlerinin sayısı oldukça fazladır.
Ancak bunların içinde adından söz ettirenler “IŞİD, El Nusra, Ahrar Al Şam, El Kaide’nin bir kolu olan Hursan’dır.”
IŞİD, orta ve kuzey Suriye’de faaliyet gösterirken, El Nusra ve diğerleri ağırlıklı olarak Güney ve Batı Suriye’yi esas almışlar ve “yerleşim merkezleri bugün saldırı yapılması planlanan İdlip olmuştur.”
IŞİD’in Rakka’da yenilgisinden sonra Suriye iç bölgelerindeki diğer selefi örgütlerin militanları ile IŞİD’in kadroları ve militanları güneye ve batıya çekilerek İdlip’e geçmişlerdi.
Şu anda İdlip’de Çeçen, Uygur Türk’ü, Suudi, Alman, Isveç, Kuzey Afrikalı yaklaşık 15 bin civarında yabancı militan var.
Bunlara yerli olanları da eklerseniz sayı 50 bini bulmaktadır.
Esat’ı destekleyen Rusya, bu selefi örgütlerin son kalesi olan Doğu Guta’yı da terör örgütlerinden temizleyince tek sığınakları olarak ellerinde İdlip kaldı.
Kuzey’de YPG ve PYD ile anlaşmaya varan Esat, selefi örgütlerin son direniş bölgesi olan İdlip’i de bunlardan temizleyip iç savaş öncesi sınırlarının tamamında egemenliğini yeniden kurmayı istemektedir.
Ancak olaya bu noktada birkaç nedenden dolayı Türkiye’de müdahil olmak zorunda kalmıştır.
Gerek Cerablus’ta ve gerekse Afrin’de belli bir düzen sağlayan Türkiye, Astana’da Rusya ve İran ile yapılan anlaşma gereği “çatışmasızlık bölgesi ilan edilen İdlip’e, Esat ve Rusya’nın askeri müdahalesi olmaksızın buraya gözlem noktaları kurarak bu örgütleri silahlarından arındırıp militanlarını dağıtma” görevini üstlendi.
Lakin aradan geçen sürede gözlem noktaları kuruldu ama bu terör örgütlerini dağıtmak bir yana silahlarından bile arındırılamadı.
Hatta geçen sürede İdlip halkından kimilerini de ikna ederek örgütlerini daha da genişlettiler.
Bu durum, Esat ve Rusya ile İran’ı rahatsız etti ve Türkiye’ye dediler ki,
“Ya bu selefi terör örgütlerini Astana anlaşması gereğince silahsızlandırır dağıtırsın ve böylece İdlip kurtarılmış olur, ya da bu işi siz yapamayacaksanız bir askeri olarak müdahale eder bunları yok ederiz.”
Türkiye, askeri müdahale olursa bundan ciddi olarak zarar görecektir hiç kuşkusuz.
Bu nedenle iki konuda ciddi bir telaş içerisinde.
Birincisi, Suriye iç savaşı başladıktan sonra muhalifler adı altındaki bu selefi örgütlere, Esat’ın yıkılması için destek verdiğinden ve bunun siyasi geri dönüşü olmasından dolayı telaşı var…
İkincisi saldırı yapılırsa muhtemel göç dalgasını nasıl engelleyeceğinin sıkıntısı var.
Bu sıkıntıyı aşmak için İdlip’e komşu olan Afrin’de çadır kentler kurulmaya başlandı bile.
Tüm bunlar yaşanırken “MHP Genel Başkanı Bahçeli,” yine kendisinden beklenildiği gibi Suriye’de izlenen yanlış politikalara bir destek daha verdi.
Dedi ki;
“İdlip’e yapılacak bir operasyon milli bekamızı ciddi olarak yıpratır…”
Dediği şu:
İdlip’e yapılacak saldırı ile yaşanacak göç dalgasında halkın arasına karışan militanlar Türkiye’ye geçerse milli bekamız yıpranır.
İyi de behey Bahçeli, bu militanlar Türkiye üzerinden Suriye’ye geçerken neredeydin sen?
Bu militanlar çatışmalarda yaralandığında Hatay, Kilis ve Gaziantep hastanelerinde tedavi edilip yeniden Suriye’ye geçmesine izin verilirken sen bahçede armut mu topluyordun?
CIA, Libya’da kullanılan on binlerce silah ve mühimmatı, gemilere doldurup Türkiye’nin limanlarını kullanarak bu selefi örgütlere ulaştırırken sen kafanı öte yana mı çevirdin?
Tüm bunlar yaşanırken Türkiye’nin milli bekası yıpranmadı da İdlip’de selefi teröristler temizlendiğinde mi milli bekamız yıpranacak?
“Bahçeli bunları biliyor ama Türkiye’nin zamanında bu selefi örgütlere verdiği desteğin üstünün örtülmesi için bu arı kovanına çomak sokulmamasını istiyor.”
Zaten Türkiye, Astana sürecinde bu görevi üstlendikten sonra devletin istihbarat teşkilatları burada yaşayan teröristleri tek tek tespit etmiş ve takibine almıştır diye düşünüyorum.
Bunların bazıları kaçak-göçek bir şekilde Türkiye’ye sığınacak olsalar bile devletin bu tespit ve takibinden kurtulamayacaklardır.
Zaten bu çalışma yapılmamışsa vay halimize o zaman…
Sözün özü şu:
“Suriye de üniter bir devlet oluşumundan ve toprak bütünlüğünden yanaysak Şam’la yeniden diplomatik ilişkiler kurulmalı ve İdlip’te bugüne dek yapılan terörist tespitleri Esat, İran ve Rusya ile paylaşılmalı, bu tespitler doğrultusunda terör örgütleri, masum halka zarar vermeden oldukları yerde etkisiz hale getirilmelidir.”
***
Ses verin Mursal’a …
Mursal, Sivas-Divriği ilçesine bağlı bir yayla köyüdür.
Krater gölü ve muhteşem havası ile cana can katan bir doğası vardır.
Tabiat hırsızlarınca bu yaylada altın çıkarılması için izin verilmiş.
Yani dağ-taş, börtü-böcek, çiçekler ve dikenler siyanürle zehirlenecek, canlı adına bir şeycikler bırakmamacasına…
Değerli dostum Mirza Arabacı, Mursal’da yapılacak katliamı dile getirmiş…
“Bergama, Ilıç, Ovacık, Bolkar, Narman, Salihli, İğneada, Ergani, Arvin, Küre, Aşıkköy, Kazdağları…
Say sayabildiğin kadar.
Memleketin billur köşeleri.
Hollanda, Kanada, Almanya, Cayman Adaları…
Eurogold, Koza, Fronteer Eurasia, Ariana, Stratex…
Türkiye’de altın arayan ülkeler ve şirketleri.
51 şirket, 51 haydut!
Dök siyanürü.
Doldur heybelere altınları…
Bırak ve git!
Haydutların refahı, memleketin günahı…
Doymadılar.
Doymayacaklar.
Asla durmayacaklar…
Memleketin ormanına, deresine, suyuna, yeşiline, taşına-toprağına düşman bunlar.
Yabancısı, yerlisi.
Sömürgeci, işbirlikçi…
Çaldıkları altın, toprağa döktükleri tonlarca siyanür yetmedi. Zehirlenen insanlar/hayvanlar, ölen börtü-böcek, solan binlerce çiçek, ağaç, cümle tabiat…
Mursal’a geldi sıra.
Mursal Divriğ’ye bağlı sırtını Yama Dağlarına yaslanmış bir güzel beldedir.
Mursal sudur, göldür, yeşildir; Mursal çiçek-böcek hayattır.
Çık Yama’ya, görünen, Yazıhan’dır, Arapkir’dir, Arguvan’dır.
İnsanları “insandır”
Meraklısı bilir, Arguvan Havasıyla Çamşıh Havası kardeştir.
Mursal sazdır, sözdür, türküdür…
Mursal’ın türküleri çığlığa dönüşmek üzeredir.
MTA Mursal’da altın arayarak, Cenneti Cehenneme çevirmek istemektedir.
Dağlarının geçit vermediği gibi insanları da geçit vermez yabana Mursal’ın amma, sese, dayanışmaya ihtiyaç vardır.
Çığlığı duyulsun istemektedir.
Mursal’a ses verin.
Mursal’ın sesi olun…”
***
Kırgınım Sayın Cumhurbaşkanım, size kırgınım…
AK Partili, daha doğrusu Erdoğan hayranı sıradan bir vatandaşın (ismi bende saklı) Cumhurbaşkanına yazdığı bu mektup bir biçimiyle elime geçti ve sizlerle paylaşmak istedim.
Asıl amacım bu vatandaşın “ilk defa gönülsüz, ilk defa elim titreyerek sana oy verdim(..)Senden iyisini bulsaydım, kesinlikle sana oy vermezdim” sözünden CHP’nin bir ders çıkarabilmesidir.
Bence bu yazıyı dikkatlice okuyun ve hatta kesip saklayın…
“İl başkanıyken adını duydum, konuşmaların dilden dile dolaşıyordu.
Belediye başkanı oldun, sana hayranlığımız daha da arttı.
Fakir'in yanında, zalimin karşısındaydın.
El birliğiyle seni Başbakan yaptık.
ikibin on bir yılına kadar Osmanlının yükseliş dönemi gibi, hep güzel işler yaptın, her kesimin takdirini kazandın.
Sandığa koşarak gidip, Ak Parti'ye oy veriyorduk
ikibin on birden sonra, ilk israf furyası başladı.
Tabii israf seninle başladı.
Sen israf yapınca, en alttaki memuruna kadar her kes israfta sınır tanımaz oldu.
Osmanlının son döneminde olduğu gibi,safahat dönemi yolsuzluk söylentileri, hukuksuzluk ve milli gelir paylaşımındaki adaletsizlik, tavan yaptı.
Sonra liyakatsız, millette karşılığı olmayan insanlar görev almaya başladı.
Şaşırdık ama bir defa seni seviyor, senin hatırına kimi istersen gidip oy veriyorduk.
Etrafında Hz. Ömer’de olduğu gibi, seni kılıcımızla düzeltiriz diyen tek bir dost bırakmadın, her yaptığına alkış tutan, dalkavuk ordusunu tercih ettin.
Halkın içinde size gerçekleri ileteceklerin sesi, size ulaşmaz oldu.
Biliyor musun bu seçimde de oyumu sana verdim.
Bizi saymamana, bizde karşılığı olmayan liyakatsiz atamalara, listelere rağmen, yine oyumu sana verdim.
“Ama ilk defa gönülsüz, ilk defa elim titreyerek sana oy verdim.
Çünkü alternatifim yoktu.
Her şeye rağmen, yine en iyisi sendin.
Senden iyisini bulsaydım, kesinlikle sana oy vermezdim.”
Her şeye rağmen, eskisi kadar olmasa da, seni seviyor, ülkemin sana ihtiyacı olduğunu biliyorum. Ne olur; kendini toparla, eskiden olduğu gibi, danışmanlardan değil, halktan doğru bilgileri al.
Gel el ele verelim, aslımıza dönüp, bu zorlu süreçten birlikte çıkalım.
“Bu sana yazdıklarımın çok daha ağırı, tüm halkın dilinde, ama ya kıyamıyor, yada korkularından söyleyemiyorlar.”