Kamu yararı yok ediliyor
Başkan Türel’in sürekli mega projelerim dediği yatırımların özelliklerine geçmeden önce sizleri Şubat 20014’te yaptığı basın toplantısına götürmek istiyorum.
Başkan Türel, o basın toplantısında 30 Mart 2014 günü yapılacak seçimde seçilecek olursa eğer neler yapacağını anlatmış ve bir de kitapçık dağıtmıştı.
Orada söylediği en güzel sözü “Benim rakibim hayallerimdir” oldu.
Çok keyifli bir hayal turu attırmıştı.
Bugün bir kısmının ihalesini yaptığı, bir kısmının da ihale aşamasına getirdiği projeleri için o gün neler demişti bir bakalım:
BOĞAÇAYI: O gün şöyle demişti; “Boğaçay ve çevresinde yapılacak dev projede, içinde yat limanları, yelken ve su sporları, yeşil alanları, kafe ve restoranlarıyla Antalya’nın geleceğine damgasını vuran bir çekim merkezi yaratılacak”
Şimdi ne yapılıyor peki?
Deniz suyu içeri alınıyor böylece Hurma içme suyu kuyuları tuzlandırılıyor…
Irmağın çevresi imara açılıyor, yat limanı ırmağın içinden Konyaaltı Sahili’ne taşınıyor…
Irmağın getirdiği alüvyonların denize akması engellendiğinden Konyaaltı Sahili’nde kumsalın oluşumu durduruluyor…
AKDENİZ KENT PARKI: O gün şöyle demişti; “Konyaaltı’ndaki Minicity ve arkasındaki boş alan, kentin en ilginç köşelerinden birine dönüşüyor. Konyaaltı Doğa ve Su Parkı sadece Antalyalıları değil, turistleri de çeken çok kapsamlı, doğaya saygılı, müthiş bir temalı park oluyor.”
Şimdi ne yapılıyor peki?
Akaydın zamanında Kent Parkı olarak düzenlenen park yok ediliyor…
Parkın yerine ticari merkezler meydana getiriliyor, Minicity yıkılıp çarşı yapılıyor, 6 yıl sonra Migros yıkılıyor yerine restoran ve gölet yapılıyor…
Yıkılacak park alanı ise para ile girilen temalı oyun alanına, değişik bir ifade ile söyleyecek olursak lunaparka dönüştürülüyor…
KRUVAZİYER LİMANI: O gün şöyle demişti; “Kundu- Kemerağzı bölgesine yapılacak Kruvaziyer Limanı ve çevre düzenlemesi sayesinde, bugüne kadar Antalya’ya teğet geçen dünyanın en zengin turistlerinin kent merkezine ulaşması sağlanacak.”
Şimdi ne yapılmak isteniyor peki?
Kundu- Kemerağzı yerine Lara Birliğe ait 2 km’lik sahil bandına Kruvaziyer Limanı yapılması planlanıyor, sahilin arkasındaki Lara Kent Ormanı’nın da bu proje kapsamına alınması hesabı yapılıyor…
TÜNEKTEPE: Bu projeler arasında değildi…
Çünkü Tünektepe Özel İdare üzerinden Valiliğe bağlıydı ve buraya yapılan teleferik de İl Genel Meclisi’nin kararı ve Özel İdare’nin ihalesi ile yapımına başlamıştı.
Ancak Özel İdare Büyükşehir Belediyesi’ne bağlanınca Tünektepe de belediyeye geçmiş ve Başkan Türel’de yarım kalan teleferik ihalesini tamamlamıştı.
Lakin bu kadarla kalmadı, tepeye bir garabet otel ve restoran projesi yaptırıp, ihaleye çıktı ve ihalenin cazibesini artırmak içinde içine sahilde bir dönümlük gölgelik alan ve plaj yeri ekledi.
Bunlardan başka daha birçok proje vaadi var, Başkan Türel’in.
Bunları yeri geldiğinde mutlaka ele alacağız.
Söz konusu bu projelerle ilgili yetkili ve konusunda uzmanlar tarafından işin teknik ve mali yanları defalarca anlatıldı.
Ancak ben bu projeleri bir başka yanıyla ele alıp irdeleyeceğim.
Projelendirilip ihaleye çıkılan bu projelerin yapılacağı alanların tümü “kamusal alanlardır.”
Sadece Antalya halkının değil, 80 milyon insanın bu alanlarda hakkı ve payı vardır.
Ve halk bu alanları koruyup, gözetmesi, “imtiyazlı insanların ya da parası olanların değil, halkın yararına değerlendirmesi” için kamu yönetimine yetki vermiştir.
Yapılan projelerin “hedef kitlesine” bakarsak, bu projelerin bitimiyle beraber bundan faydalanacak olanların “parası olan varlıklı insanların” olduğunu net olarak görürüz.
Çünkü kamusal alanlara yapılan tüm bu projelerden faydalanmak için mutlaka belli bir bedel ödenmesi gerekecektir.
Kamusal alanların değerlendirilmesi ile ilgili iki türlü belediyecilik yapılır.
Birisi, belediyenin kaynaklarını kullanarak kamusal alanlarda çevre düzenlemesi yapıp bilabedel halkın kullanımına açan “kamusal belediyecilik…”
Diğeri de, bu alanların çevresini yok edip, ticari işletmelere açan ve bundan gelir elde etmek için rant yaratmayı planlayan “ticari belediyecilik…”
Başkan Türel ikincisini tercih etmiş ve kamusal alanlardan hem belediyenin, hem de imalatı ve işletmeyi yapacak olan şirketlerin para kazanmasını esas almıştır.
Özetle söyleyecek olursak; bu projelerin hiç birisi doğrudan halka açık, halkın doğrudan kullanımına uygun olan projeler değildir.
Daha değişik söyleyecek olursak; “kamusal alanlara uygulanacak bu projeler, kamu yararına değil, imtiyazlı ve varlıklı insanlara hizmet edeceğinden KAMU YARARI YOKTUR…”
“Bizim hukuk sistemimiz kamusal alanlarda kamu yararını öncelediğinden” yapılması planlanan bu projelerin ciddi hukuki sorunları vardır.
Bu nedenle bu projeler yargıdan döndüğünde hem Başkan Türel’e, hem bu projeleri onaylayan Büyükşehir Meclis üyelerine, hem de bürokratlara ciddi tazminatlar doğabilir.
Keza, imalatçı ve işletmeci firmalar da bu nedenle zor durumlarda kalabilir.
Geçmişte bunun örnekleri çok sayıda vardır.
Bir gazeteci olarak kent yöneticilerini uyarmak, halkı bilgilendirmek bizim görevimizdir.
Bu uyarılarda asla bir siyasi saik söz konusu olmadığı gibi, Başkan Türel’e dönük her hangi bir art niyetli yaklaşımda söz konusu değildir.
Bu uyarılar, kentin geleceğine ve halkın çıkarlarının korunmasına dönük endişelerle yapılmıştır.
-------
---------------
Eğitimin içler acısı hâlleri…
Ben ilköğretmen okulu çıkışlıyım.
Bu nedenle eğitimin toplumların hayatındaki önemini çok iyi bilenlerdenim.
Batı uygarlığının teknolojide ve demokraside 4.0 yakalamasın ve bugün bu uygarlıkların bilgi toplumu olmasının temelinde eğitim vardır.
Bu ülkelerin gayrisafi milli hâsılalarının yarısını eğitim ve ar-ge araştırmalarına yatırmalarının sonucunda bu noktaya ulaşmış oldukları yaşanan en sahici gerçekliktir.
Ancak bu yatırımlarını yaptıkları eğitimin en önemli özelliği ise “dogmatik olmayan, bilimsel hedefleri olan” eğitim olmasıdır.
Kısacası demokratik olgunluğa ulaşmış bu ülkelerde uygulanan “laik eğitim” papazların rahle-i tedrisine verilerek hiçbir cemaate ve tarikata kadro yetiştirecek eğitim değildir.
Gelelim bizim ülkemize.
Eğitim-Sen Antalya Şube Başkanı “Kadir Öztürk,” geçen hafta “bazı ilçe milli eğitim müdürlerinin velileri arayarak ilköğretimden sonra çocuklarını imam-hatip liselerine kayıt ettirmeleri için baskı yapmaktadırlar” şeklinde bir açıklaması oldu.
Keza, okul müdürlerinin de velilere, seçmeli dersler için din dersi, siyer-i nebi, Arapça gibi dersleri seçmeleri yönünde baskı uyguladıkları iddia edildi.
AK Parti iktidarının 15 yıldır eğitimi bilimsel özelliklerinden uzaklaştırması ile ilgili de Öztürk’ün şu ifadeleri çok çarpıcıdır.
“Eğitimde izlenen siyasi İslamcı politikalarla çocuklarımız ümmetleştirilmekte, neo liberal özellikleriyle de işçileştirilmektedir…”
Çocuklarımız -tarikat ve cemaat yurtlarında taciz ve tecavüzlere maruz kalmaları yetmezmiş gibi, sonrasında da- bilimsel hiçbir davranış kazanmadan, ümmetleştirilmiş, karın tokluğuna çalışan işçiler olarak hayata hazırlanmaktadırlar.
Eğitimdeki bu anlayış ile ne bilgi toplumu olabiliriz, ne demokrasi ve teknolojide 4.0’ı yakalayabiliriz.
Aslında küresel sermayenin istediği Türkiye’de zaten böyle bir Türkiye’dir.
Demokrasisi rafa kaldırılmış, hamasetle ırkçı- şoven söylemlerle uyutulmuş, ümmetleştirilmiş, yarı aç yaşayan ve iş bulursa karın tokluğuna çalışmaya razı, kaderci, örgütsüz, itirazı olanın şeytanlaştırıldığı, hakarete ve saldırılara maruz kalanların olduğu bir Türkiye olmasını istiyorlar…
------------
Alın size sağlıkta reform
AK Parti’nin en çok övündüğü konuların başında sağlık kurumlarında yaptıklarını söyledikleri reformlar(!) gelmektedir.
Şehir hastaneleri kuruyorlarmış, hastaneler beş yıldızlı otel ayarındaymış, SSK’da yaşanan ilaç kuyruklarını bitirmişler, devlet hastanelerinde muayene kuyruklarını bitirmişler, vatandaşlar özel hastanelerde çok cüzi farklarla muayene oluyorlarmış vs… vs...
Bakın geçen hafta benim yaşadığım bir olayı anlatayım da varın bu sağlık reformunun(!) nasıl mene bir şey olduğuna siz karar verin.
Benim sol omuz başındaki dendon bağlarında sorun oluştu ve ciddi ağrı yapmaya başladı.
Tesadüf, eşimin de aynı rahatsızlığı sağ dirsek dendonlarında oluştu.
Geçen hafta, Konyaaltı’nda bulunan bir özel hastanenin ortopedi hekimine gittik.
Kayıt yaptırdıktan sonra benden ve eşimden “ayrı ayrı 25 TL muayene fark ücreti” talep ettiler.
Biz ikimizde emekli olduğumuzu bugüne dek muayene farkı ödemediğimizi söylememize rağmen “hastanenin politikası bu” dediler.
Zorunlu olarak ödedik.
Doktor muayenesinden sonra benden MR çektirmem, eşimden de hem MR çektirmesi, hem de kan tahlili yaptırması istendi.
Tıbbi sekretere gidip yeniden bu işlemleri için başvurduk.
İki MR için 170 TL, kan tahlili içinde 125 TL, toplam 295 TL ödememiz istendi.
Zorunlu olarak bunu da yaptırdık.
Sonrasında ilaçlarımızı almak için eczaneye gittik ve ilaçlar için de ayrıca 30 TL ödeme yaptık.
Kısacası basit bir omuz ve dirsek ağrısının tedavisi için 375 TL ödedik.
Buyurun sizlere sağlıkta reform(!)…
Haaa.. Diyeceksiniz ki şimdi “kardeşim sen de devlet hastanesine gitseydin…”
Haklısınız, lakin orada bir MR çekimi için tam 3 ay sonraya gün veriyorlar.
Doktorların da adeta “nereden geldiniz siz karşıma ya” bakışlarıyla dövercesine muayene etmesi ise dayanılacak gibi değil zaten…
İnanın doktorların o hallerini gördükten sonra insan, hasta halinde gezmeye razı oluyor…
Yaklaşık 10 milyon insanın asgari ücretle çalıştığı ülkemizde bir işçinin aldığı 1400 TL’nin dörtte birini basit bir sağlık sorununa nasıl harcayacağını bir düşünün isterseniz…