KILIÇDAROĞLU ŞERBETLİDİR…
CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, AK Parti Genel Başkanı’ndan başlayarak Hükümet üyelerinin tabiri caizse yaylım ateşine tutuldu.
Kılıçdaroğlu, yolsuzluk iddiaları ile ilgili her belgeyi açıkladığında olmadık sözlerle ve tehditlerle karşı karşıya kaldı
Cibilliyetsiz, müflis tüccar, beyni sulanmış, yalancı, iftiracı, zehir tüccarı sıfatları ile “taltif(!)” edildikten sonra ”hesaplaşma günü yaklaşıyor” ve İçişleri Bakanı’nın “bittin sen” sözlerine bir yenisini Başbakan Yardımcısı Recep Akdağ ekledi.
Sağlık Bakanı olduğu zamanlarda 450 trilyonluk grip aşısı ithali yaptığı için kendisine kızan Erdoğan tarafından sonraki hükümette bakan yapılmayan Akdağ, halim/selim ve beyefendi duruşuna pekte yakışmayan bir açıklama yaptı.
Kılıçdaroğlu’nun MAN Adası belgeleriyle ilgili olarak “Vazgeçmezse kendisi zarar görecek” dedi.
Merak bu ya, Akdağ’a sormak gerekir;
Sayın Akdağ, MAN Adası iddialarını ortaya koyan mı zarar görür, bu iddiaların yöneltildiği kişiler mi zarar görür?
İddia edildiği gibi ortada etik olmayan bir durum varsa Kılıçdaroğlu bu iddialarından dolayı neden zarar görsün?
Eğer Kılıçdaroğlu’nun ortaya attığı belgeler sahteyse ve iftiracı ise size gerek kalmaz, zaten CHP’liler onun işini bitirirler…
AK Partililer, Kılıçdaroğlu’nun bu tür konularda ne kadar titiz olduğunu, bu nedenle suyu bile üfleyerek içtiğini çok iyi bilirler.
Henüz Genel Başkan olmadan önce “AK Partili Şaban Dişli, Mir Dengir Fırat ve Melih Gökçek” hakkında da iddialarda bulunmuş, onlarla televizyonlarda açık tartışmaya girmiş ve iddialarını belgelerle kamuoyuna göstermişti.
****
Yerlilik ve millilik
Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan, Necip Fazıl’ın siyasi çizgisinin özeti olan “yerli ve milli” olmayı kendi siyasi çizgisinin düsturu olarak ifade ettikten sonra AK Parti cephesinde yer alan siyasiler ve bürokratlar her fırsatta kendilerinin de yerli ve milli olduğunu “Reise” gösterebilmek için olmadık ve akla zarar ataklar yapmaya başladılar.
Bu kervana katılanlardan birisi olan Bilecik ilinin Valisi Tahir Büyükakın, “Bilecik isminin ERTUĞRUL olarak değiştirilmesini teklif etti ve bu teklifin tartışılmasını istedi.”
Osmanlı’nın kuruluşunu gerçekleştiren Ertuğrul Gazi’nin, Söğüt ruhunu yaşatmayı isteyen Validen daha yerli ve milli bir bürokrat olamaz bence…
Hadi gelin yerlilik ve millilik adına bir isim seferberliği başlatalım.
Malatya’nın adını Battal Gazi, Erzincan’ın adını Uzun Hasan, Malazgirt’in adını Yavuz, Kayseri’nin ismini Sinan, Edirne’nin ismini Murat, “Alanya’nın adını Keykubat, Antalya’nın adını Keyhüsrev,” İstanbul’un adını Fatih olarak değiştirelim…
İyi de Osmanlı ve Selçuklu sultan ve komutanlarının kurucusu olmadıkları şehirlerimizin adını ne yapacağız?
O şehirlerimiz yerli ve milli olmayacaklar mı?
Allah sizi inandırsın ki, böyle bir sürece girersek birileri hızını alamaz yerlilik ve millilik adına Türkiye’nin adının da “Kemalistan” olarak değiştirilmesini teklif edebilir vallahi…
***
İki belediye başkanı…
Şimdi sizlere iki belediye başkanının “başkanlık tavrını ve nasıl başkanlık yaptığını bazı örneklerini vereceğim.”
Bu başkanların ikisi de CHP’li.
“Birisi İbradı Belediye Başkanı Serkan Küçükkuru, diğeri de Konyaaltı Belediye Başkanı Muhittin Böcek…”
Birisi, belediye olarak fırın açıyor ve halka ucuz, kaliteli ekmek yediriyor…
Diğeri, sazlı/sözlü eğlence içinde kazanlarda pişen kuru fasulyeyi “kuru fasulye 7,5 lira” türküsü eşliğinde dağıtıyor…
Birisi, belediye olarak manav açıyor ve üreticiden doğrudan aldığı sebze ve meyveleri aracısız olarak ucuz fiyatlarla halka sunuyor. ,
Hem üretici kazanıyor, hem de halk ucuz fiyatlarla sebze ve meyve yiyebiliyor…
Diğeri, belediye binasının hemen karşısındaki 300 dönümlük korulukta yüzyıllık çam ağaçlarının korsanca kesilişini çift camlı penceresinden seyrediyor…
Birisi, belediyeye ait bir akaryakıt istasyonu açıp, çiftçilerin mazota sıkıştığında imdatlarına yetişiyor…
Diğeri, kent meydanında “ceddin deden, neslin baban” marşı söyleyerek mehteran bölüğünü selamlıyor…
Buyurun size iki CHP’li belediye başkanının “belediyecilik anlayışı…”
***
Deniz Gezmiş referans oldu
Şeytan lakaplı futbol yorumcusu Rıdvan Dilmen, bir söz etti ve ortalık karıştı.
Ne demişti Dilmen, hatırlayalım:
“Cumhurbaşkanı Erdoğan’a baktıkça parkasız Deniz Gezmiş’i görüyorum onda…”
Bu sözlere sosyalistinden, millicisine kadar herkes tepki gösterdi.
Lakin bir Allah’ın kulu çıkıp bu sözlere destek vermedi.
AK Parti ve Saray çevresi ise ne yerdi, ne de övdü bu sözleri, sustular sadece…
Sükût ikrardan gelir, anlayışı ile bakarsak, “AK Parti ve Saray çevresi ile Erdoğan bu sözlere zımni olarak olsa da destek veriyorlar…”
Hatta hoşlarına da gitti diyebilirim.
Çünkü Denizlerin idam edildikleri gün henüz anne ve babası doğmamış olan yeni nesil bile “Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının başta ABD olmak üzere emperyalistlere karşı mücadele ettiğini iyi biliyor…”
AK Parti Genel Başkanı Erdoğan’ın özellikle 17/25 Aralık 2013’den bu yana FETÖ ile mücadelesinin odağına ABD’yi koymasının, her fırsatta ABD karşıtı söylemlerinin, Deniz Gezmiş’in antiemperyalist tavrı ile özdeşleştirilmesinin, inanırlığını artıracağını görüyorlar.
Dilmen’in sözlerine tepki vermemelerinin ve zımni de olsa destek vermelerinin nedeni bu algıdan faydalanmaktır.
İşte tarihin cilvesi denilen şey tam da budur.
Yıllarca devlet tarafından “anarşist” olarak nitelenen ve bu nedenle idam edilen Deniz Gezmiş, bu kez devleti yönetenlere referansı oluyor ve kamu yönetimi tarafından zımni de olsa “meşrulaştırılıyor”
****
Çevreci gençler tehdit altında
Bir yanda doğayı ve ekolojik dengeyi korumaya çabalayan çevreciler, diğer yanda arkasına iktidar gücünü alarak doğayı her ne pahasına olursa olsun tahrip edip bundan para kazanmak isteyen “doğa korsanı” şirketler…
Bu iki taraf arasındaki amansız mücadelenin sürdüğü yerlerden birisi ALAKIR NEHRİ ve bu nehrin aktığı vadidir.
“Metemar/ Dedegöl Enerji Şirketleri” tarafından bu nehir üzerine 8 adet HES yapılmaktadır.
ÇED raporlarının olumsuz olmasına ve verilen tüm mahkeme kararlarına rağmen şirket bunlardan 5 tanesini bitirmiş 3 tanesini de planlamaktadır.
Ne mahkeme kararlarını dinliyorlar, ne de çevrecilerin ve yöre halkının uyarılarını.
Bu vadinin korunması amacıyla gelip nehir yakınlarında arazi satın alarak topraktan ev yapıp olabildiğince doğal yaşayan “Birhan Erkutlu ve Tuğba Günal” çiftinin, HES’lere karşı verdiği mücadeleden korkan şirket, bu genç çifti yıldırmak ve mücadelesinden vazgeçirmek için olmadık tehditlere başvuruyor.
Çevreci çiftin arazilerinin yanı başında arazi satın alıp oradan geçmekte olan su kaynağını kurutarak susuz bıraktıkları, geceleri evlerine yönelik silah sıkmaları yetmezmiş gibi şimdi de sabıkalı bir bekçi marifetiyle arazilerinin girişine kameralar yerleştirip, özel hayatlarına tecavüz etmekteler.
Yakın geçmişte yine bir çevre gönüllüsü olan “Ali Ulvi Büyüknohutçu ve eşinin,” korsan bir şirketin sahibi tarafından tutulan kiralık katillerce öldürüldükleri unutulmamalıdır.
Güvenlik güçleri ve mülki amirler tehditlere karşı bu geçleri koruma altına almalı ve sorumlular hakkında işlem başlatmalıdır.
***
10 bin kişinin istihdamı
Geçtiğimiz hafta “Antalya Sahilleri Koruma Birliği” adıyla kurulan platform, Büyükşehir tarafından sahillere yapılmak istenen projelerin yaratacağı tehlikelere bir kez daha dikkat çeken bir açıklama yaptı.
Konyaaltı Sahili’ne yapılacak olan Yat limanı, Boğaçayı Projesi ve Lara’da yapılmak istenen Kruvaziyer Limanı ile ilgili yapılan açıklamada; bu projeler ile halkın sahillerden yararlanmasının sınırlanacağını, yaşanacak erozyon ile kumsalların yok olacağını ve yatlarla büyük gemilerin istinyeleri ile deniz kirliliğinin had safhaya ulaşacağını dile getirdiler.
Bu tehlikelerin ifade edilmesine rağmen Türel, projelerde bu türden tehlikelerin bilimsel anlamda olmadığını belirterek “Boğaçayı Projesi’nin imalatı başladığında 10 bin kişinin çalıştırılacağını ve bunun da Antalya ekonomisine ciddi bir katkı sağlayacağını beyan etti.”
Projeleri ne getirir, ne götürür bilemem ama şu 10 bin kişinin istihdamı kafama takıldı.
Bu rakam bana pek gerçekçi görünmemekle beraber bir an için doğru kabul edelim.
Bu 10 bin kişinin yaklaşık 9 bin 500’ünün ırgat olarak hafriyatlarda çalıştırılacağı muhakkak.
Yani asgari ücretle ya da biraz üstü bir rakamla sendikasız olarak çalıştırılacak demektir.
Bu insanlar en çok 3-4 yıl çalışacak bu imalatta, sonrasında hadi güle güle deyip, gönderilecekler ve toprağını savurduğu, betonunu serdiği, demirini büktüğü bu limana ve peyzaj alanına bir daha giremeyecekler…
Çünkü ne yatları var bu insanların ne kotraları, ne de gezi alanında harcayacak paraları…
Ürettiği otomobile binemeyen, imal ettiği binada oturamayan diğer emekçiler gibi uzaktan seyredecekler…
Sahilin ve çayın sahibi olan Antalya halkı da bu alana giremeyecek…
Çünkü halkın elinden alınan bu alanlar paralı, pullu yerli ve yabancıların eğlencegahı ve seyrangahı olacaktır.