Dil yalnızca duygu ve düşünceleri aktaran bir araç değildir. Bireyin düşüncelerini oluşturmasının da rehberidir. Dil kişinin çevresi ve içsel dünyası arasında bir kanaldır. İfade edebilme yeteneği kültürel anlamlarla yüklüdür. Kültürel anlamlar da davranış ve duyguları yönlendirirler. Böylece kişi yaşam tarzını, kendini, düşünce yapısını yansıtmış olur. İnsanların yaşam öyküleri toplumun değer yargılarına göre anlamlanır. Kiminin hayat hikayesi ağırdır. Hayatın yüküne göre kişinin sözcük dağarcığı oluşur. Anlatım şekli kişi ile kültür yapısı arasındaki ilişkinin anlaşılmasında temel ögedir. Yani kişinin yükü ve öyküsü, içinde bulunduğu toplumla doğrudan ilgilidir.
Bireyler çevrelerini nasıl anlıyorsa dünya görüşleri de bu yönde oluşur. Dünya görüşü kendini ifade etme şeklidir diyebilirim.
Her insanın zihninde kendi ana fikri yerleşiktir. Yaşanan olayları kavramada öykü de ağırdır yük de ağırdır. Yaşanan öyküler algıları, yorumları, yargıları ve bilgileri üretmekte temel etkendir. Hatta hiç var olmamış ve var olmayacak şeyleri de düşündürdüğü için öyküler yük olarak ağır gelir. Öyküyü de yükü de paylaşmak konuşma, ifade etme, anlam yaratma ve duygu alışverişini sağlayan bir etkinliğe dönüşebilir. Sevilen bir dostla iyi ya da kötü ne varsa konuşmak insan yaşayışının ve dünyayı kavrayış biçiminin daha anlaşılır olmasına olanak verecektir.
Şu da akılda tutulmalıdır ki öykü de yük de değişmeyen sabit bir yapı değildir. Belki yaşam öyküleri yöreye ve kültüre göre değişebilir. İnsanların yaşadığı iklimle olan etkileşim biçimleri onların sorunları çözüm tarzlarını da belirler. Bu çözüm tarzları da belli bir toplumsal yapıya dönüşebilir. Çözüm tarzları ailelere ve sosyal çevreye yeni kavram ve değerler getirmiş olacaktır. Adına töreler denilecektir. Bir başka açıdan baktığımızda hiçbir kimse, aile, öykü, yaşamsal alanlar ve ilişkiler dünyada yalnız değildir.
Öyleyse; yük mü ağır, öykü mü ağır birlikte göğüslenmelidir.