Birkaç gündür İstanbul'daydım. Kentin dar sokaklarında dolaşırken, beklenen depremin İstanbul'da yaşatacağı büyük yıkımı düşünüp durdum. 7 ve üzerindeki bir şiddete dayanabilecek çok az bina var İstanbul'da. Binaların bir bölümü ayakta kalsa bile, depremin ardından bazı sokaklara hiç bir araç giremeyecek; yani kurtarma çalışmaları birçok semtte başarısızlıkla sonuçlanacak. Deprem sonrasında kullanılmak üzere ayrılmış alanlar da, çoktan başka amaçlar için kullanılmış bile. Özetle; İstanbul, beklenen depremle, büyük bir yıkım yaşayacak ve Türkiye'nin birçok anlamda kalbi olan bu kentin yıkımı, yaşanacak can kaybının yaratacağı toplumsal acıya neden olmasının yanısıra, tüm ülkenin sosyo-ekonomik yapısını alt üst edecek.
Bu konuda en dikkate değer uyarı, Marmara depremi konusunda yıllardır hummalı çalışma yürüten İTÜ Jeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Naci Görür'den geliyor: "Türkiye çok büyük bir ekonomik darbe yiyecektir. Türkiye Cumhuriyeti’nin deprem darbesinden sonra kolay kolay ayağa kalkması mümkün değildir; çünkü Marmara Bölgesi, Türkiye’nin ekonomik can damarıdır. Burada ekonominin sessizliğe gömülmesi, bütün Türkiye’yi etkileyecektir. Türkiye’nin altından kalkamayacağı kadar büyük, “bağımsızlığını yitirebileceği “ doğrultuda bir ekonomik darbe yiyebilir. Bu gerçeğe rağmen devlet yönetimi, yerel yönetimler işi ciddiye almıyor. Siyasi yönetimler, yerel yönetimler belli bir periyot için seçiliyorlar. 4 sene, ondan sonra amaçları bir dört sene daha iktidara gelmek. Bunun için de cilalı, boyalı, göze hoş gelecek işler içinde olmak istiyorlar. Deprem gibi ağır, güç, komplike bir konunun altına kendi iktidarları döneminde elini sokmak istemiyorlar...... Başka bir bakış açısı ile de toplumun kaderci bir yapısı var. Allah büyüktür, Allah’tan geldi gibi bir inançla, kaderci bir bakışı var. Halkın Allah’tan geldi bakışı ile siyasetçilerin bu işe hevesli olmayışı, bugün Türkiye’nin gerçeğinde var. Siyasetçi böyle sonu belli olmayan bir işe girmek yerine herkesin gönlünü alan, işte şeker dağıtılsın, pirinç dağıtılsın, kömür verilsin, buzdolabı verilsin, oraya yol yaparsın, buraya bahçe yaparsın, park yaparsın, göz alıcı, göz boyayıcı işler yaparsın, bir daha oy alırsın, niye böyle temel işlere girip de herkesi bir de rahatsız edeceksin?"
* * * * *
Kaderciliğimiz konusunda haklı sayın Görür; deprem ne zaman gündeme gelse, "Allah korusun" deyip konuyu kapatıveriyoruz hep birlikte. Peki ya Hükümet konusunda söylediklerinde? 'Kentsel dönüşüm', başta İstanbul olmak üzere, bütün ülkeyi depreme hazırlamak için uygulanan bir proje değil mi? Prof.Dr. Görür, 'kentsel dönüşüm'ün bir rant aracı olarak kullanıldığına dikkat çekiyor: "İstanbul depreme hazırlanıyor diyorlar, karşımıza kentsel dönüşüm çıkıyor. Kentsel dönüşüm olan yerlere bakıyorum; zafiyetin en fazla olduğu değil, en fazla rantın olduğu yerler. Arkasında devlet yok, müteahhitler dosya dolaştırıyor, vatandaşı zorla ikna ediyor, tehdit ediyor, evleri yıkıyor. Yıkılan evler ne ölçüde sağlam, çürük kimse bilmiyor. İstanbul'da 1 milyon 600 bin bina var. Kim oturup karar verdi, çürüklerini, sağlamlardan hangi bilgi ve beceriyle ayıkladı? Bunca binayı onlarca senede yapamazsınız, yüzlerce ekip koysanız belki 3-5 senede. Yaptınız mı, hayır. Bilim adamları yok. Gazeteleri açın, onlarca sayfa renk renk gökdelen, rezidans, yabancı dilde projeler. İstanbul'da 15-16 milyon insanın can güvenliğini sağlamak için bizim rezidansa, gökdelene mi ihtiyacımız var? Bizim en hızlı, en ekonomik ve bütün insanları kapsayan, her ferdi güvence altına alabilecek hızlı bir yapı sistemine, bir modele ihtiyacımız var."
* * * * *
Görünen o ki; Türkiye'nin en büyük kenti ve sosyo-ekonomik anlamda merkezi olan İstanbul, hakikaten Allah'a emanet. Peki ya Antalya?.. Depremin yakınından bile geçmeyeceğine ve "meleklerin koruduğuna" inanılan kentimiz?..
Geleceği öngörmek, ancak geçmişe bakmakla ve ondan doğru sonuçlarla çıkarmakla mümkündür. Ne yazık ki Antalya tarihinde yaşanan depremler konusunda pek fazla bilgimiz yok. Depremlerin ölçülmeye başlandığı son 100 yıllık kayıtlarda, Antalya'da büyük hasara neden olan depremler görünmüyor. Ancak o tarihten önce yaşanmış büyük depremlerle ilgili bazı dolaylı kayıtlar var. Örneğin; Leonardo da Vinci, 1459 yılında Antalya'da denizi yaran bir deprem olduğunu ve deprem sonrasında büyük dalgalar (tsunami) oluştuğunu yazmış. Marsilya Ticaret Odası'nın kayıtlarında da, 1743 yılında Antalya'da büyük bir deprem olduğu, çok sayıda evin yıkıldığı, birçok köyün yok olduğu ve Sıçan Adası'nın batısında yer alan dağın tamamen sulara gömüldüğü (tsunami?) yazıyormuş. Gerek bu kayıtlar; gerekse Antalya ve çevresindeki antik kentlerde meydana gelmiş yıkımlar, kentimizde büyük bir depremin yaşanabileceğinin ipuçlarını veriyor. Jeologlar, bazı büyük depremlerin 300-400 yılda bir yaşanabileceğine dikkat çekiyor ve Antalya'nın da böylesi bir deprem yaşayabilecek kentlerden biri olabileceği uyarısında bulunuyor. Kentin yakınındaki fay hatlarının çokluğunu da düşününce, bu hiç de olanaksız görünmüyor.
İstanbul depreme hazır değil, ya Antalya? Hızla ve çarpık biçimde büyüyen kentte, özetle "deprem gerçeği yok sayılıyor." 1999 Marmara Depremi'ni Yalova'da yaşadıktan sonra Antalya'ya yerleşen bir depremzede, "Antalya'da büyük bir deprem olursa, yapılacak tek şey var: Kentin üzerine uçaklarla kireç dökmek ve dönüp gitmek!" demişti. Bu öngörü biraz abartılı olsa da, büyük bir depremde Antalya'nın önemli bir bölümünün yıkılacağını söylemek, kente deprem gerçeğini yok saymadan bakan herkes için mümkün.
ABD ve Meksika, San Andreas Fay Hattı'nda beklenen 8 şiddetindeki depreme harıl harıl hazırlanıyor. Japonya, ülkenin tamamını depreme dayanıklı hale getirmek için yıllardır uğraşıyor. Biz de işimizi Allah'a ve meleklere emanet ediyoruz. Yeterli mi dersiniz?
Yorumlar
Kalan Karakter: