Geçen 1 Aralık’ta onur üyesi olduğu ANSAN’ın polis zoruyla boşaltıldığı sırada oradaydı. “Geri adım atılmayacağını biliyorduk. Zorla alacaklarını biliyorduk. Ama mücadele edeceğimizi, karşı koyacağımızı bilsinler istedik. Dolayısıyla biber gazının da tadına baktık” dedi.
YEŞİM ERSOY
Doğduğu köyden ilk kez çıkıyordu Hatıpoğlu Memmed. Daha yolun başında cebindeki parasının yarısı, Kaş ile Antalya arasında o yıllardaki tek ulaşım aracı olan posta vapurunda cezalı bilete gitmişti. Antalya’ya ulaştığında akşam olmuştu. Kalekapısı’nda resmi kıyafetli birini görünce, en yakın hanı sordu. “Otel diye bir şey bilmiyorum, inan. Kaş’ta han vardı. Eşeği altına tıkarız, yukarı çıkar yatarız. (Kahkahalar) İki Kapılı Han’ı tarif etti” diyor.
ÇARIKLAR YİNE TEHDİT ALTINDA
Hanın üst katı, içeriyi gören balkon gibi dolaşır ya, işte oraya bir somya atılmış. Yaşlı bir kadın bakıyormuş hana. (Burada yat) diye o somyayı göstermiş. 15 yaşında ayağına ilk kez bir şey giymiş olan Hatıpoğlu Memmed, çarıklarının bir gün içinde ikinci kez nasıl tehlikeyle karşılaştığını anlatıyor:
“Hava kararmıştı. Kadın bir düğme çevirdi. Lamba yandı. Elektriği de ilk defa orada gördüm. Gece oldu, çarıklarımı çıkardım, somyanın altına koydum. Yattım. Bir baktım, kedi gibi bir şey karşıdan gelip somyanın altına giriverdi. Bir bağırmışım korkudan. Teyzeye seslendim, geldi. (Faredir oğlum, fare) dedi. Çarıklarımı yerse diye korktum, yastığımın altına koyup öyle uyudum.”
Ertesi gün Milli Eğitim Müdürlüğü’ne gitmiş. Yanında halasının beyinin verdiği bir mektup varmış. Müdürün kapısını çalıp makamda oturan kişiye mektubu vermiş. Makam sahibi mektubu okumuş ve “Oğlum şimdi öğrenci almıyorlar ama yine de bir soralım” demiş. Zile basmış, bir hanım gelmiş. Ona (Aksu’ya öğrenci alıyorlar mı, bir sor) demiş. Hanım yarım saat sonra gelip (Efendim almıyorlarmış) demiş. Makamdaki adam, (Oğlum şimdi sen köyüne git. Öğrenci alacakları zaman ben sana haber veririm. Sen de gelir kaydolursun) demiş.
ŞİMDİKİ GİBİ TELEFON MU VAR…
“Ne köyümü, ne adresimi bilir… Telefon da yok!” diyor. Hızla düşünmüş ve “Efendim ben Kaş’tan geliyorum. Aksu, Kaş’tan daha uzak mı” diye sormuş. “Yok oğlum, doğuya doğru 15 kilometre uzakta” yanıtını alınca, “Öyleyse ben oraya gideyim. Kaydımı yapmazlarsa, oradan döneyim” demiş. Aksu Köy Enstitüsü’ne gidişini kendi ağzından dinleyelim:
“Tekel İdaresi’nin önünden kalkan kamyonetten bozma, camları filan olmayan bir araba varmış. Ona bindim. Uyuklayan şoför, “Karanlık Sokağa mı” dedi. Karanlık Sokak ne demek bilmiyorum ki. Meğer eskiden kötü işler yapan, karanlık tipli insanların olduğu yere yapılmış Aksu Köy Enstitüsü. Okula vardım, kapıda bir nöbetçi. Aldı beni idare binasına götürdü. Müdür yardımcısı görevini yapan bir ‘Eğitim Başı’nın karşısına çıkardılar. Nüfus cüzdanımı ve diplomamı istedi, verdim. Kaydımı yaptı.”
İçi ısınmış mı diye soracak olursanız, “Hiç yadırgamadım ki. 1936’da ilkokul diye yapılmış idare binası. Ondan sonra eğitmenlik kursu için gelenler iki tane taş bina yapmış. Ondan sonra da Çifteler Köy Enstitüsü’nden gelenler 7 baraka yapmış. Hem dershanelerimiz hem de yatakhanemizdi barakalar. Taş binalardan biri mutfaktı, diğeri yatakhane ve depoydu. Önünde bir havuzu vardı. Hiç pişmanlık duymadım. Ama pişman olup kaçanlar da oldu. Çünkü iş çoktu. Akşama kadar harç karıp harç çekiyorduk” diyor.
63 YIL ORADA KALAN HARFLER
Başarılı olmuş ve kendisini fazlaca göstermiş olacak ki, ustalık isteyen işler yaptırmaya başlamışlar. Bir örnek veriyor: Okulun arkasında bir meyil vardı. Batıdan doğuya duvar çekilecekmiş. Yanıma 10- 15 kişi aldım. Temel kazıldı, taşları döşerken aklıma geldi; keskinin ucuyla taşlardan birine adımın baş harflerini kazıdım. 2012 yılında Hüseyin Çimrin (Profesyonel rehber ve Antalya tarihçisi) o taşın yanında fotoğrafımı çekti.”
Okuldaki günlük yaşamı soruyorum. Öğretmenlerin çok bilgili olmadığını ancak öğretirken kendilerinin de öğrendiğini söylüyor. Öğrencilere karşı çok naziklermiş ve onlarla birlikte çalışırlarmış.
OKUL YILLARINA DAİR
Hiç aklından çıkmayan ise arkadaşlarının tokgözlülüğü ve adalet duygusu.
“Aksu’da da portakal bahçelerimiz, üzüm bağlarımız vardı. Boş zamanlarımızda dibinde kitap okurduk da, elimizi uzatıp bir tane koparmazdık. Meyve toplanır, sofraya gelir, herkese ne düşerse onu yerdik” diyor. Kış aylarında kültür dersleri görürlermiş. İyi havalarda ise tarım ve inşaat… Dördüncü sınıfa geçtiklerinde (Zanaata) ayrılırlarmış, marangozluk, demircilik, inşaat, tarım diye. O demirciymiş. Kültür derslerinden çıkar çıkmaz demir atölyesine gidermiş. Enstitüde okuduğu 4 yıl boyunca İzinli olarak 3-4 kez köye gitmiş. O da 20 günlüğüne, en fazla bir aylığına. İzinleri o kadarmış çünkü. Yılın 11 ayı okulda olurlarmış.
ÖĞRETMEN MEHMET ŞENER
1947 yılının Mart’ında 19 yaşındayken mezun olmuş. Hangi köye atanmak istediğini sormuşlar. Gerisini şöyle anlatıyor:
“Köyüme gittim. Son sınıfı okuturken zatürreeye yakalandım. Kaş’ta tek doktor var. O da hükümet tabibi. Evde, kendi yapatığım yatağın üstünde yatıyordum, gözlerimi bir açtım doktor karşımda oturuyor. Odada bir alay memur. Meğer 3 gün baygın yatmışım, haberim yok. Doktor iğne yapınca kendime gelmişim. Antalya’ya gelip yeniden muayene oldum. Zatürree iz bırakmamış. O sırada bir tanıdık, (Seni evlendirelim) dedi. Yaşım 24- 25. Birkaç kız baktık, birini beğendim. Yenikapı’da o yaz evlendim. Yayla havası sert diye Kumluca’ya atanmak istedim. Bir süre orada çalıştım.”
27 yıl öğretmenlik yapmış Mehmet Şener. Kumluca’dan sonra Bademağacı’nda, Çıplaklı’da ve Antalya merkezde çalışmış. En son Cumhuriyet Lisesi’nden emekli olmuş.
Köy enstitüsünün ülkeye ve ona ne kattığını soruyorum. Yanıtı şöyle:
“Köy enstitüleri, o dönemin en modern eğitim şekliydi. Çaresiz olan Anadolu insanının kurtuluşuydu. Şöyle düşün, Kurtuluş Savaşı’ndan sonra Kaş’taki 48 köyün bir tanesinde marangoz, bir tanesinde demirci, bir tanesinde duvarcı yoktu. Ben yetiştim, Bademağacı’na geldim. Osmanlı döneminden bir okul, aynı dönemden de iki emekli öğretmen vardı. Bahçede tek bir ağaç yoktu. Ben 94 badem ağacı diktim.”
Peki köy enstitülerinin kapanmasıyla Türkiye ne kaybetti? “Türkiye gemiyi batırdı. Kapatmasalardı, Mustafa Kemal’in gösterdiği hedefe ulaşırdık” diyor.
“BURNUMU YAKTI”
Çalışma yaşamı boyunca dernek ve siyasi partilerde aktif rol üstlenmiş. Sayıyor: “Antalya Öğretmenler Derneği yönetiminde çalıştım. Sonra Türkiye Öğretmenler Sendikası yönetiminde çalıştım. İnsan Hakları Derneği… Türkiye İşçi Partisi ve Türkiye Komünist Partisi’nin Antalya şubelerinin kurucusuyum. Konyaaltını Güzelleştirme Derneği’ne de üye oldum. ANSAN’ın ise onur üyesiyim.”
Geçen 1 Aralık’ta polisin geleceğini bile bile o yaşta ANSAN’da ne yaptığını soruyorum. Ders gibi bir yanıt veriyor: “Geri adım atılmayacağını biliyorduk. Zorla alacaklarını biliyorduk. Ama mücadele edeceğimizi, karşı koyacağımızı bilsinler istedik. Dolayısıyla biber gazının da tadına baktık.”
Peki nasılmış gaz? Gülerek, “Burnumu yaktı” diyor.
EL YAZMASI KİTAPLAR
Eskiden ‘Karınca Duası’ denilirdi küçücük ama okunaklı harflerle yazılan yazılara. Mehmet Şener, ikiye katladığı düz beyaz kağıtlara düşüncelerini aktarıyor. Sonra onları 15-20 tane fotokopiyle çoğaltıyormuş. “Okuyucularım” dediği kişilere dağıtıyormuş. “Bunu benden başka yapan yok. Bu konuda tekim. Yazdıklarımın okunmasını seviyorum” diyor. Bir de aynı yöntemle yazdığı kitaplar varmış. Mart 2013’te basılan Köyden Aksu Köy Enstitüsü’ne adlı kitabında anlatıyor: “Sümerler çivi ile tabletlere yazardı. Onlardan ileriyim, kağıt kalem kullanıyorum. Günümüzden geriyim, cep telefonu ve bilgisayarla anlaşamıyorum(…) El yazması kitaplarım var. Antalya Kent belleği Müzesi’ne, Kaş Atatürk Kütüphanesi2ne verdim. Kalır mı, yoksa bir Molla Kasım’ın eline geçer de yakar, atar mı bilinmez.”
Yorumlar
Kalan Karakter: