BAŞLARKEN
Antalya’da tanınan, sevgi ve saygı duyulan bir isimdir Köy Enstitüsü mezunu öğretmen Mehmet Şener. Defalarca röportaj yapmam için önerenler olmuştu. Yolumuz bir türlü kesişmemişti. 1 Aralık’ta onur üyesi olduğu ANSAN’ın polis zoruyla boşaltıldığı sırada orada olduğunu öğrenince, bu kez tanışmak istedim. 86 yaşında pırıl, pırıl bir zeka; pırıl pırıl bir bellek. “Geri adım atılmayacağını biliyorduk. Zorla alacaklarını biliyorduk. Ama mücadele edeceğimizi, karşı koyacağımızı bilsinler istedik. Dolayısıyla biber gazının da tadına baktık” dedi. “Nasıldı” diye sordum. “Burnumu yaktı” diye yanıtladı. Köy enstitüleri kapanmasaydı, ne olurdu diye merak ettim. “Mustafa Kemal’in gösterdiği hedefe ulaşırdık” dedi.
Cumhuriyetin daha ilk yıllarında doğmuş; doğduğu köyde okul, doktor, yol olmayan bir çocukmuş Mehmet Şener. Geleneklerin ondan beklediğini yapmak yerine okumak için şartları zorlamış. Köylülerin ‘Enüstü Mektebi’ diye umut bağladığı o efsane köy enstitülerinden biri olan Aksu Köy Enstitüsü’nden 19 yaşında mezun olur. Antalya’nın köylerinde ve merkezde 27 yıl görev yapar. Şimdi kendisi bir efsane…Osmanlı Dönemi’nde Kaş’ın Akörü köyünde hem cami imamlığı hem de okumak isteyen çocuklara öğretmenlik yapan Hatıp Mehmet’in oğlu Hüseyin, Beşkazalı Mehmet’in kızı Ayşe ile evlenmiş. Hatıp Mehmet seferberlikte, Beşkazalı Mehmet Çanakkale’de şehit düşmüş. Hüseyin ile Ayşe’nin ikinci çocukları erkek olunca, dedelerinin adı verilmiş. Akörü’nün yaşlıları bu akıllı ve okumaya meraklı küçüğü Hatıpoğlu Memmed diye çağırmış. Hatıpoğlu Memmed, daha ilkokula bile başlamadan keçi gütmeyi öğrenmiş. “5-6 keçimiz vardı, onları güderdim” diyor. Köylerinde okul yokmuş. Babası onu okutmak istediğinden okul olan Kasaba köyüne yakın bir mahalleye göç etmişler. Ancak okul yolu ormandan geçen bir patika; 5-6 kilometrelik yolun bir noktası da azgın akan çay olunca, Memmed’in okula gidişi biraz geciktirilmiş. İlkokul yıllarında sık sık taşan çay nedeniyle evine dönemeyip arkadaşlarının evlerinde veya camide geceyi geçirmek zorunda kalırmış.
KÖYLÜNÜN DİLİ DÖNMÜYOR
İlkokuldan sonra Memmed’e yine çobanlık yolu görünmüş. Oysa o okumak istiyormuş. “Babama (Okuyayım) diye yalvarıyorum. (Olmaz) diyor. Bir yıl dağda çobanlık yaptım. Bu sefer iki öküzümüzü güdüyordum. Köyün eskiden beri bir geleneği var, evin en büyük oğlu büyüyünce babanın yapacağı işleri üstüne alır. Çift sürer, ekin biçer, harmanı kaldırır. Baba istirahata çekilir. Bizim evin en büyük oğlu benim. Babam benden onu bekliyor. O alışkanlık var ya… Ama bir sene sonra yaylaya göçtüğümüzde anama ben kaçacağım dedim. Anam da babama söylemiş” diye anlatıyor.
Kaş Özel İdare Müdürü halasının eşiymiş. Köy Enstitüsü’ne gönderilmesi için o ısrar etmiş. Mehmet Şener, “O tabii köy enstitüleri açıldığını duyuyor, biz köyde duymuyoruz ki. 1940’da açılmış. Biz 2 yıl sonra duyduk. Köyde de (Enüstü Mektebi) açılmış derlerdi. Enstitü sözcüğüne diller dönmezdi. Koymuştum aklıma, (Aksu’daki Enüstü Mektebi’ne) gidecektim” diyor.
SEDİRİN BAŞ KÖŞESİNDE
Okumanın o kadar zor olduğu o devirde ne zorunaymış, merak ettim. Anlattı: “Okumayı çok seviyordum. Eskiden köye çok az kitap gelirdi. Kuran’dan başka kitap bilinmezdi. Askerden gelenler, anasına kına getirirken köylülere de hediye olarak Namaz Hocası gibi kitaplar alır gelirdi. Uzun kış gecelerinde erkekler bir evde toplandı mı, (Hatıpoğlu’nu çağırın) derlerdi. Biri gelir beni çağırırdı. Giderdim. O zaman hep yalın ayak gezerdim. Ayaklarımı yıkar geçerdim; sedirin başına oturturlar, elime bir kitap verirlerdi. Birisi de çıra yakardı karşımda, yazıları göreyim diye… Okuduğum kitapların hepsi de ne hikmetse 64’er sayfaydı. O kadar sayfa bitene kadar çıt çıkmazdı. O durum beni motive ediyordu. Herkes saygı gösteriyor, baş köşeye oturtuyorlardı. Kan Kalesi, Hayber Kalesi, Yedi kale Cengi, Kerem ile Aslı, Tahir ile Zühre…
EKMEK VE KİTAP
Ben hayvan gütmeye giderken bile belime sardığım bohçanın içinde ekmeğimle beraber kitaplar da taşıdım. Bir seferinde bohça ile birlikte kitapları da düşürmüşüm. Eve geldim, nereye gideyim de arayayım bir daha…Dağın arka yüzünde çadırda kalan Yörükler vardı. Davar güderken benim yağlığı orada bulmuşlar. Üstünde adım yazmıyor ama köyde benden başka da kitap taşıyan yok. Benim olduğunu bilmişler. Bir ay sonra getirip bizim eve bırakmışlar.
VEDASIZ AYRILIK
Hatıpoğlu Memmed’in (Kaçarım) tehdidi mi yoksa Özel İdare Müdürü eniştenin ikna çabaları mı faydalı oldu, bilinmez. 1943 yılı Ağustos ayı başında Aksu’daki Köy Enstitüsü’ne doğru yola çıkar. O sırada 15 yaşındaki delikanlıya zorlu yolculuğunda eşlik eden olmaz. Yabana gidiyor diye babası bir çift çarık diker. Ayağına ilk kez bir şey giymiştir. “Yayladaydık. Sabah namazında kalktık. Yayladan Kaş, 50- 55 kilometre. Güneş batmadan biraz önce Kaş’a indik” diyor. Halasının beyi de onlara katılmış. İskeleye gitmişler. O zaman Kaş’tan Antalya’ya taşıt yokmuş, sadece ayda bir posta vapuru varmış.
O ilk ayrılık anını şöyle anlatıyor: “Son kayık diye bağırdı kayıkçı. Açıktaki vapura o kayık ile gidecektim. Beni kayığa bindirdiler, (Uğurlar olsun) dediler, halamın beyi ile dönüp gittiler. İşte o kadar. Hava sıcak, ambarın üzerinde yattım gece. Sabah oldu, Finike’yi geçtik. Birisi çıktı ortaya, “Bilet” diye bağırıyor. Ben hayatımda bilet diye bir şey duymamışım ki. Yanımda askerden dönen bir onbaşı vardı. “Onbaşım bu adam ne diyor” dedim. Vapura binilirken bilet alınır, onu soruyor dedi. Bana kendi biletini verdi, “Ben saklanacağım. Saklanamazsam ceremesini çekersin” dedi. Olur dedim. Onbaşı gidip tuvalete saklanmış. Biletçi geldi, elimdeki bileti delip geçti. Bir baktım, bir görevli ile birlikte onbaşı geliyor. Meğer görevlilerden biri yakalamış onu. O da biletinin bende olduğunu söylemiş.”
BİLET Mİ ÇARIKLAR MI?
Vapura binilirken bilet alınması gerektiğini bilmediğini söylemiş. “Cezalı bilet parası vereceksin” demişler. Ama işin bu kısmına hazırlıklıymış. Onbaşı, (Param yok) demesi için tembihlemiş. Param yok deyince, görevli alıp geminin kaptanına götürmüş. “Okumaya gidiyorum dedim. Param yok dedim. Baştan aşağıya baktı. (Çıkar çarıkları) diye bağırdı. Çarıkları ilk defa giyiyorum, kıymetli. (Borcum ne kadar?) dedim. (Kahkahalar) Cezalı ödedim, 229 kuruş. Üzerimde zaten 5 liram vardı.”
MEHMET ŞENER HAKKINDA
Sekiz çocuklu Hatıpoğulları’ndan Hüseyin ile eşi Ayşe’nin ikinci çocuğu olarak Kaş’ın Akörü köyünde 1928 yılında doğdu. Akörü köyünün sahilde Süvecik, yaylada Sütleğen mahallelerinde büyüdü. Köylüler onu ‘Hatıpoğlu Memmed’ diye çağırırdı. Köylerinde okul uzak ve yolu tehlikeli olduğu için babası onun biraz büyümesini bekledi ve ancak 9 yaşındayken ilkokula yazdırdı. 1942 yılında ilkokulu bitirdi. Eğitimine devam etmesine gerek duymayan babasına rağmen bir yıl sonra Aksu Köy Enstitüsü’ne gitti. Antalya’nın çeşitli köylerinde öğretmenlik yaptı. Çalıştığı köylerde hep Aksu’da ne öğrendiyse uygulamak için uğraştı
NEDEN KURULMUŞTU?
Normal öğretmen okullarında eğitim gören öğretmenlerin köylere atanmak istememeleri üzerine, köy çocuklarının köy koşullarına uygun ilkokul öğretmenleri olarak yetiştirildiği, 17 Nisan 1940’ta açılmış okullardır. Aynı yıldan itibaren tarım işlerine elverişli geniş arazisi bulunan köylerde veya onların hemen yakınlarında; şehirlerden uzak ama tren yollarına yakın 21 bölgede okullar kuruldu. Kitaba deftere dayalı öğretim yerine uygulamalı eğitim verilen köy enstitülerinin kendilerine kendisine ait tarlaları, bağları, arı kovanları, besi hayvanları, atölyeleri vardı. Derslerin sadece yarısı temel örgün eğitim konularını içeriyordu. Buralardan mezun olan öğretmenlerin, köylülere hem örgün eğitim vermesi, okuma yazma ve temel bilgileri kazandırması hem de modern ve bilimsel tarım tekniklerini öğretmesi hedefleniyordu. Kapatıldığı 1954 yılına kadar köy enstitülerinde 1.308 kadın, toplam 17 bin 251 köy öğretmeni yetişti. Ünlü köy romanları yazarı Burdur’un Akçaköyü’nden Fakir Baykurt’un da aralarında bulunduğu pek çok yazar ve düşünür köy enstitülerinden yetişmiştir.
HER KONUDA BİLGİLİ
Eğitim gördükleri okulların binalarını kendileri inşa eden köy enstitülüler, ziraatçilik, sağlıkçılık, duvarcılık, demircilik, terzilik, balıkçılık, arıcılık, bağcılık ve marangozluk konularını da uygulamalı olarak öğreniyordu. Her öğrenci, Türkçe’ye tercüme edilmiş dünya klasiklerinden 25’ini her yıl okumakla yükümlüydü. En az bir tane müzik aletini çalmasını da öğreniyorlardı. Köy enstitülerinden mezun olan öğretmenlere yetiştirildikleri branşa ve gönderilecekleri köye göre 150 parçaya varan alet ve edevat veriliyordu. Öğretmenler bu alet ve edevat ile köylülerin de yardımıyla köy okulunu inşa ediyor ve köylülere hem modern tarım tekniklerini hem de okuma yazmayı ve hatta müzik aletleri çalmayı öğretiyordu.
AŞIK VEYSEL’İN ÖĞRENCİLERİ
Ünlü halk ozanı Aşık Veysel, bu okulları gezerek gençlere bağlama çalmayı öğretiyordu. Sabah erken kalkan öğrenciler kızlı erkekli halk oyunları oynayarak sabah sporlarını yapıyordu. Köy enstitüleri tamamen Türkiye’ye ait bir eğitim sistemiydi. Bir çok araştırmaya konu olduğu gibi bazı ülkeler tarafından da örnek alındı. İkinci Dünya Savaşı’nın sonlarına gelindiği 1945 yılında Sovyetler Birliği lideri Stalin, Türkiye’den Kars, Ardahan ve Artvin ile Boğazlar’da askeri üs talep etti. Bunun üzerine Milli Şef İsmet İnönü, ABD’den yardım istedi. Yardımı başlatan ABD ise buna karşılık bazı taleplerde bulundu. Bunlardan biri de Sovyet sistemi eğitim örneği gibi görünen köy enstitülerinin kapatılması idi. Karma eğitim veren köy enstitülerine içeride de muhalifler vardı. 1954 yılında kapatıldılar.
YARIN: ENÜSTÜ MEKTEPLİ HATIPOĞLU MEMMED-2
Yorumlar
Kalan Karakter: