MİNİRE İNAL KİMDİR?
Üç çocuklu bir ailenin en büyüğü olarak Burdur’un Bucak ilçesine bağlı İncirdere köyünde 1964 yılında doğdu. İlkokuldan sonra okumadı. Köye gelen gezici dikiş nakış kursunda dikiş dikmeyi öğrendi. 19 yaşında Antalya’ya geldi. Ertesi yıl evlendi. Çeşitli işlerde çalıştı. Temizlik yaptığı bir evde cam silerken düşerek sakatlandı. Evli ve 2 çocuk annesi. Açık öğretim sisteminde ortaokul eğitimini sürdürüyor. Halen ev işçisi olarak sigortalı çalışıyor. İmece Ev İşçileri Sendikası’nın Antalya Temsilcisi.
O ŞİMDİ BİR ÖNDER-1
***5 Mart 2009 Perşembe. Üçüncü kattaki bir eve temizliğe gittim. Önce camlardan başladım. Elim kaydı. ‘Pat’ aşağıdayım…
***O düşüşün ardından bir dizi ameliyat geldi. Bedeninde ve yüreğinde izler, beyninde ise “Bu iş böyle olmaz” düşüncesiyle ev işçilerinin örgütlenmesi için çaba sarf ediyor
YEŞİM ERSOY
Şehirde yaşamak isteyen babası Antalya’ya yerleşmeye karar vermiş. Küçük Minire o sırada 10 yaşındaymış. İlkokula gidiyormuş. Aynı evde oturdukları babaannesi onu göndermek istememiş. Babası, annesi ve erkek kardeşi Antalya’ya gelip Şarampol’e yerleşmiş. Yazın onlar köye gitmiş, zaman zaman Minire onların yanına gelmiş. Aradan 9 yıl geçmiş. Torununu, ilkokuldan sonra bir süre Kuran kursuna gönderen, daha sonra köyün terzisinden dikiş öğrenmesini sağlayan büyükannesi, en sonunda da köye gelen gezici dikiş nakış kursuna yollamış. Minire, becerikli bir genç kız olarak yetişirken, babası Antalya’da önce bir cam fabrikasında çalışmış, kısa süre sonra da bir bakkalı devralıp orayı işletmeye başlamış. O sırada aileye bir oğul daha katılmış. Bütün bunlar olurken Minire hiç mi şehirde yaşamaya heveslenmemiş? “Geride kalmaktan çok keyif aldığımı söyleyemem. Hep Antalya’ya gelmek isterdim. Babaannem yaşlandı, ben de genç kız oldum. Beni koruyamayacağından korkmaya başladı sanırım. (Çocuğunuzu kendiniz gözetin artık) diye 19 yaşında yolladı beni” diyor. Evlenene kadar sipariş üzerine dikiş diken Minire, ertesi yıl evlenmiş. Kısa süre sonra da, henüz 21 yaşındayken ilk oğlunu kucağına almış.
HEP EKMEĞİN PEŞİNDE
Evliliğinin ilk 2 yılında çalışmamış. Ondan sonrası için, “Koca ekmeği yemedim desem yeridir” diyor. Eşi Mehmet Emin bey fayans ustası. Ondan bahsederken, “İş konusunda çok seçicidir. Uzun süre düzenli bir işi olmadı. Şu anda büyük oğlumla birlikte Organize Sanayi Bölgesi’nde bir mobilya fabrikasında çalışıyor” diyor. Eve ekmek girsin, kira zamanında ödensin diye dikiş dikmiş, dantel örmüş, halı dokumuş, serada çalışmış, pazarda gözleme yapmış. Tekstil atölyelerinde, fabrikalarında çalışmış. Aslında evliliğinin ikinci yılında, düğünde takılan takıları satıp para denkleştirdikten sonra Kepezaltı’nda bir ev yapmışlar. Kapısı, penceresi olmasa da oraya taşınmışlar. Eşinin sabit geliri olmadığı için eksikleri tamamlayabilmek için iş bakmaya başlamış. Kalekapısı’nda bir atölyede çalışmaya başlamış. Okullara eşofman dikiyorlarmış. İlk kez ev dışında çalıştığı için yabancılık çekmiş mi diye merak ettim. “Hayır. Öğrenmeye merakım var ya, hep sokulurum. Orada sanayi tipi dikiş makinesini kullanmayı öğrendim” diyor.
EVDEN EŞYA SATIP
Kendi işini kurmayı düşünmüş. “Ben evde dikerim. O sırada düzenli bir işi olmayan eşim de satar dedim. Ama sermayemiz yoktu” diyor. Evdeki koltukları, televizyonu satıp dikiş makinesi almışlar, biraz borç parayla da kumaş edinmişler. Dikiş işi tamammış da pazarları yokmuş! Komşulara bir parça satarlarsa, o gün onun parasıyla yiyecek alıyorlarmış. Eşi pazarları dolaşıp pazarcılara ürünlerini satmaya çalışmış. Sonuç? “Beceremedik” diyor. Tek kazançları dikiş makinesi! Onu da satmışlar. Çok büyük maddi sıkıntıya düşüp düşmediklerini sordum. “Zaten lüks bir hayatımız yoktu ki, ancak karnımızı doyuruyorduk. Tüpümüz bitiyordu, yenisini alamıyorduk. Piknik tüpü ile idare ediyorduk. Hep idare ettik. Gerçi hala aynı” diye anlatıyor. Eşi Mehmet Emin bey Antalya Havalimanı’nda işe girmiş. Kötü insanlara çatmış. Antalya’dan uzaklaşmaları gerekmiş. Bucak’a dönmüşler. Eşi fayans işini sürdürmüş. İki yıl orada yaşamışlar.
EV DE GİTMİŞ
“Biz oradayken benim kocam bizim Kepezaltı’ndaki evimizi satmış” deyiverdi. O parayla Bucak’ta balıkçı açmış. Yürümemiş. Eşi Antalya’ya dönüp market açmış. Bucak’ta kalan Minire İnal, 30 yaşında ikinci oğlunu dünyaya getirmiş. Sonra çocuklarını alıp o da Antalya’ya gelmiş. Rızklarını kazanabilmek için pek çok gayret sarf etmişler. Eşinin, günlük ücret karşılığı internet kafelerde çalıştığı 2006 yılında Minire hanım, yeni kurulmuş bir tekstil fabrikasında çalışmaya başlamış. “TIR’lar dolusu mal gönderdik ama nasılsa 6 ay sonra şirket iflas etti” diyor. Ödenmeyen maaşları için direniş yapmışlar, o sırada sivil toplum örgütlerinden, siyasi partilerden çok sayıda ziyaretçileri olmuş. Bugüne kadar gelen dostluklar kurmuşlar.
APARTMANIN KAPISINDA GÖZLEME
Ev kiralarını ödeyemedikleri, pazara gidemedikleri günler olmuş. Çarşamba Pazarı’nın şimdiki yeri daha inşaat halindeyken, pazar evlerinin bulunduğu sokakta kurulurken Çarşamba günleri oklavasını, tüpünü, malzemesini alıp kapısının önüne çıkmış. Gözleme yapmış, çok da güzel kazanmış. Ancak sadece bir günlük kazançla dört kişilik evi nereye kadar döndürecek… Çarşamba günleri gözlemeye devam etmek kaydıyla evlere temizliğe gitmeye başlamış. Sonra o kadar çok ev işi bulmuş ki, gözlemeyi de bırakmış.
GELDİK 2009’A
Derin bir soluk alıyor. Buruk bir gülümsemeyle, “Geldik 2009’a” diyor. Gerisini dinlerken sanki bir el kalbimi sıkıyormuş gibi hissediyorum. Anlatıyor: “5 Mart 2009 Perşembe. Üçüncü kattaki bir eve çalışmaya gittim. Önce camlardan başladım. Elim kaydı. ‘Pat’ aşağıdayım. Toprağa düşmüşüm. Kendime geldiğimde sırt üstüydüm. Hafif yan döndüm. Çok zor nefes alıyordum. Karnıma sanki hava basıyorlarmış gibi karnım şişiyordu. Çok zor konuşup çok zor nefes alıyordum. Tepemde bir adam belirdi. (Bacım, cam siliyordun. Düştün mü” diye sordu. (Beni kaldır) dedim. Niyetim, gidip çalıştığım evin ziline basıp düştüğümü haber vermek… Adama git de bas zile demeyi akıl edemiyorum. Kalktım ayağa. İki üç adım attım, bayılacağım! Adama (Tut beni) dedim. Merdivenin tırabzanına tutundum. Ev sahibi aşağıya geldi, hemen yere bir otomobillerin ön camına güneş gelmesin diye konulan kartonlardan serdi. Beni tekrar yatırdılar. Ambulans çağırdılar. Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne gittik.”
MORGUN DIŞINDA HER YER
Röntgen çekilmiş. Kaburgalarının kırık olduğu ve iç kanama geçirdiği belirlenmiş. Hastanede yatak sıkıntısı varmış. Plastik Cerrahi Servisi’ne yatırmışlar. “Ne MR, ne tomografi” diyor. 10 gün kadar hastanede yatmış. Taburcu etmeye karar vermişler. “Bardağı tutup suyumu içemiyorum. Kıpırdayamıyorum. Bir ambulans tuttuk, eve geldik” diye anlatıyor. Yaklaşık 10 gün evde kalmış. Bir gün yataktan kalkmaya çalışmış. Yürüyememiş. Üstünü değiştirirken sırtında garip bir şişlik, karnının sağ yanında da yumruk sığacak kadar bir çukur fark etmişler. Devam ediyor: “Akşam tekrar hastaneye gittik. Akciğerlerim su toplamış, enfeksiyon kapmış. Sırtımı gösterdim. Bir doktor çağırdılar. Allah bin kere razı olsun o doktordan. (Bu kadının omurgası kırık. İplik kadar bir şey tutuyor. Her an felç olma tehlikesi var) dedi. Eve gönderilmeme izin vermedi. Önce akciğer ameliyatı oldum. Sonra kaburgalar tellerle tutturuldu. Omurgama çiviler çakıldı. O sefer hastanede, morgun dışında her yerde yattım. Omurga ameliyatı sırasında öbür tarafa gidip gelmişim gerçi de…”
Sigortası olmadığı için hastaneye ilk yatışını, düştüğü evin sahibi karşılamış. İkinci yatışta Yeşil Kart çıkartmışlar. İki yılda iyileşebilmiş.
ÇALIŞIYORUM AMA…
O günlerde eşi sigortasız, 600 lira maaş aldığı bir işte çalışmış. Ancak karınları doymuş. 2 yıl kira ödeyememişler. Eşin dostun maddi desteği ile ayakta kalabilmişler. Bazen çay ve şeker getirirmiş biri. “Oysa bizim yağa ve tuza, sabuna, deterjana da ihtiyacımız vardı” diyor. Minire hanım, ayağa kalkınca yeniden çalışmaya başlamış. “Çalışıyorum ama iyi olduğumdan değil. Zorunlu olduğumdan. Kazancım geriye dönük ev kirasına gidiyor” diyor. Şimdiki işi sigortalıymış.
HEP DÜŞÜYORUM
O düştüğü günden sonra rüyalarında hep yüksekten düşüyormuş. Bazen bir apartmanın tepesinden diğerine atlıyor, bazen ayağının altındaki zemin, sandalye, merdiven kayıyormuş. Ev halkı, uyurken yüzünün ifadesinden yine aynı rüyayı gördüğünü anlayıp yavaşça uyandırıyormuş.
İNGİLİZCE VE YURTDIŞI
Dilimin ucuna kadar geliyor, yanlış anlarsa diye korkuyorum ama dayanamayıp “Hiç ilkokuldan sonra okumamış gibi değilsin. Sanki daha ileri bir eğitim almış gibisin” diyorum. Gülüyor ve “Çok araştırmacıyım. Hep öğrenmek istiyorum. 50 yaşına geldim ama hala bir şeyler öğrenebiliyorum. Benden daha –üstün demeyeyim- bilgili insanlarla muhatap olmaya çalıştım. Kendimi geliştirmeye çalıştım. Çevremdeki herkes de (İlkokul mezununa benzemiyorsun) der. Açık Öğretim’deyim. Orta okula başladım. Okuma hevesim çok yok da dil öğrenmek istiyorum. Çocuklar İngilizce biliyor. O nedenle yardımcı olabilirler. İngilizce öğrenmenin daha kolay olacağını düşünüyorum. Bir de hayalim var. Yurtdışına gitmek…” diyor.
YARIN: O ŞİMDİ BİR ÖNDER-2
Yorumlar
Kalan Karakter: