İkimiz için de zor oldu ama rahmetli eşi Nihal abladan söz ettik. “Kendimi kandırmışım, onu sevdiğimi zannederek. Ben ona aşıkmışım” dedi
YEŞİM ERSOY
Onu Sökmen Baykara yapan namaz kılarken Saidi Nursi’nin fotoğrafını çekmesidir ama o fotoğraftan ödül alamaz. Çünkü zamanın acar gazetecilerinden biri, onu kandırarak her iki kareyi de kendi çalıştığı gazetede kullanır. Oysa bir yarışmaya katılabilmesi için o fotoğrafların sadece kendi gazetesinde ve imzasıyla çıkması gerekmektedir. Teselli olarak, iş yeri tarafından 3 aylık maaşına denk gelen bir miktar para ve bir kat takım elbise ile ödüllendirilir.
DE HEY SÜKMEN AGA
Yeni İstanbul’da döneminin en ünlü ve başarılı gazetecileriyle çalışma olanağı bulmuş. FIFA kokartlı ilk hakem Sulhi Garan, Reşat Aygen, İlhan Bardakçı, Tarık Buğra, İslam Çupi, Ali Karakurt. Hepsini saygıyla anıyor ama içlerinden biriyle, aslında o dönemin tabiriyle yüksek uçak mühendisi olan Ali Karakurt ile dostluğu bir başka olmuş. Başında, kocaman bir deliği bulunan fötr şapkası, elinde içinde not kağıtları olan bir poşetle gezen Karakurt için ilk sözü, “Günün 25 saati içerdi” oluyor. (Kahkahalar) Durum böyle olunca Karakurt, zaman zaman ev (!) ile atıştığında gelir, (De hey Sükmen Aga) diye seslendiği Sökmen ağabeyin konakladığı pansiyonda kalırmış. Konaklama dediğime bakmayın, Yeni İstanbul’da çalıştığı 7 yıl boyunca pansiyonda kalmış aslında. O dönemlerde gazeteciler Avrupa’ya, Afrika’ya röportaj yapmaya giderken Ali Karakurt, Anadolu’ya gidermiş. Hem de kiminle? Ara Güler ile!
KARAKURT ASTIRMIŞ BAYKARA ÇEKMİŞ
Börekçi Ali Özden diye biri varmış. Adı bir cinayet davasına karışmış ama kimse suçlu olduğunu ispatlayamıyormuş. Çok başarılı bir polis- adliye muhabiri olan Ali Karakurt, eldeki deliller ile cinayetin nasıl işlenmiş olabileceğini kurguluyor, Börekçi Ali Özden de “Evet öyle oldu” deyince, Mısır Çarşısı’nın önünde asılarak idam ediliyor. İdamın fotoğraflarını da Sökmen Baykara çekiyor. Gördüğü manzaradan da o kadar çok etkilenmiş ki günlerce yemek yiyememiş.
HERKES TANIRDI
Gazete Beyoğlu Kaymakamlığı’nın karşısı. 27 Mayıs 1960 ihtilali olunca, sokağa çıkma yasağı ilan edilmiş. Gazeteci ya bizimkiler, geceyarısına kadar çalışmışlar. Geceyarısından sonra – kafası her zamanki gibi güzel- Ali Karakurt ile Sökmen Baykara yürüyerek Unkapanı Köprüsü’nden geçerken, yanlarında askeri bir cip canhıraş fren yapar. İçinden fırlayan üst rütbeli bir subay, “Sokağa çıkma yasağı var, bilmiyor musunuz” diye avazı çıktığı kadar bağırır. Karakurt, subaya sakin sakin, “Komutanım niye bu kadar sinirlisiniz” diye sorar. Subay, “Vay Ali baba” diye sevinçle ellerine sarılır. Bizimkiler pansiyona o cip ile dönerler.
TOPLUM ŞUURLUYDU
Baykara’nın 1965 yılında geldiği Hürriyet Gazetesi Erol ve Haldun Simavi kardeşler tarafından yönetiliyordu. Erol beyin yakın arkadaşı, 27 Mayıs 1960 ihtilalinin etkin isimlerinden emekli binbaşı Orhan Erkanlı o yıllarda Hürriyet’te de etkindi. Gazetenin tirajı 1 milyon 200 bine çıkmıştı. Derken Menderes ve arkadaşlarına eziyet ettiği iddia edilen Yassıada Komutanı Tarık Güryay ile yapılan bir röportaj Hürriyet’te yer aldı. Baykara, “Demokrat Partililer buna çok bozuldu. Tiraj düştü, düştü. 380 binde zor yakalandı. Orhan Erkanlı’yı attılar. Nezih Demirkent’i başa geçirdiler. O toparlamıştı” diyor. Gözlerim kocaman açılıyor, “Toplumun tepkileri amma keskinmiş” diyorum. Sökmen ağabey, “Toplum şuurluydu. O zaman millet vardı, şimdi illet var” deyiveriyor. (Kahkahalar)
DAHA İYİSİNİ ÇEKMEK
Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (CKMP), dönemin ünlü siyasileri Osman Bölükbaşı ve Ahmet Tahtakılıç gibi isimler tarafından kurulmuş. 1960 ihtilalinden sonra bir süre sürgün hayatı yaşayan Alparslan Türkeş, 1965 yılında partinin genel başkanlığına seçilmiş. Ankara’daki Büyük Sinema’da yapılan seçim günü Hürriyet’te çalışan Baykara, zamanın film takılarak kullanılan makineleri ile çekimlerini yapıp büroya dönüyor. Filmi yıkamak için karanlık odada sararken her zaman gözlerini de yumarmış. O gün de yumduğu gözlerini bir açıyor ki, ışığı söndürmeyi unutmuş! Ortam kesif karanlık değilse film yanar! Yanmış da nitekim. (Çizgi film kahramanı Pembe Panter bir yerden sıvışırken, fonda çalan müziği hatırlatıyor). Çevresindekiler hiçbir şey belli etmeden CKMP kongresine koşuyor. İlk çektiğinden daha güzel fotoğraflar çekiyor ya şansından! Mesela birinde herkes ayakta, sağ eller havada Türkeş’e oy kullanıyor, bir kişi; partinin kurucularından Ahmet Tahtakılıç ellerini kucağında kavuşturmuş oturuyor. Koşuyor büroya, filmlerini kazasız belasız yıkıyor ve işten atılmaktan kurtuluyor.
İSİMSİZ KARENİN YARATTIĞI SIKINTI
1982 yılında emekli olmuş. Hürriyet’in o dönemki Genel Yayın Yönetmeni Çetin Emeç, birkaç gün sonra, “Tamam bu kadar tatil yeter” deyip geri çağırmış. Hemen de silah bulundurulması yasak olan Yunanistan’a ait Ege adalarına gemilerle silah taşındığını duyduğunu söyleyip Kos Adası’na yollamış. Bodrum’a gittiğinde gazetenin patronu Erol Simavi ile karşılaşmışlar. Simavi o akşam konuk etmiş. Ertesi sabah bir tekne kiralayıp Kos Adası’nın karasularına kadar girmiş. Kaptan köşkünde bir havlunun altına yerleştirdiği fotoğraf makinesi ile 104 kare fotoğraf çekmiş. Türk karasularına döndüklerinde teknedeki mürettebatın tedirginlikten eli ayağı titriyormuş. O sırada önünden haşmetli bir gemi geçiyormuş. Ne akla hikmetse onu da çekmiş. Filmin 104 karesiyle ilgili bilgi yazmış, o son çektiği gemi ile ilgili bir şey yazmamış. Filmleri İstanbul’a göndermiş. Kos Adası’nın silahlandırıldığı haberi, o son çektiği geminin fotoğrafı ile çıkmış ya! Meğer gemi Erol Simavi’nin arkadaşı Türk işadamı Ali Koçman’a aitmiş. Tabii gazetede kriz çıkmış. Sorunları büyütmeyi seven bir yönetici, “Gazetenin itibarı…” diye başlayan cümleler sarf edince Baykara getirip istifasını önüne bırakıyor. Eve gitmiş. Acıyla hatırlıyor, “Oturduğumda yerde gözlerimden yaşlar akıyordu.” Evini satıp İzmir’e yerleşmeye karar veriyor. İzmir’e gidip satın alacağı evi buluyor. Ankara’ya gelen Çetin Emeç, gazeteye çağırmış. Kalmaya ikna etmiş, “Sen meyveli ağaçsın, taşlanırsın” demiş. İstifa dilekçesini gözlerinin önünde yırtmış. Çalışmaya devam etmişler.
İSTESE SAİDİ NURSİ KAZANDIRIRMIŞ
Kaç kez ‘Yılın Gazetecisi’ seçildiğini merak ediyorum. “Valla ben emekli olduktan sonra da Yılın Gazetecisi Oldum” diyor. Saidi Nursi fotoğraflarını kaptırınca bir hayli üzülmüş olmalı ki 1972 yılına kadar yarışmalara katılmamış. O yıldan sonra 18 ödül almış. Emeklilikten sonra gelen ödüllerle toplam 32 olmuş. İsteseymiş sadece Saidi Nursi fotoğrafıyla çok ciddi miktarda para kazanırmış. Rahmetlinin ölümünden sonra sevenleri, o iki kare fotoğrafı binlerce çoğaltıp kendilerine satmalarını istemiş. Eğer bunu yapsaymış, İstanbul Teşvikiye veya Nişantaşı’nda süper lüks bir dairesi olurmuş mesela. Gülümsüyor, “Ben günde bir kez bir kase işkembe çorbasına talim ettim” diyor.
HAFTA SONU KURS VAR
Sırf Sökmen Baykara’yı tanımak için okulu asıp gelen Akdeniz Üniversitesi İletişim Fakültesi öğrencisi Efe Aktuğ, ondan fotoğraf çekmenin ilmini kapmaya çalıştı. Baykara ona dijital makinelerin daha hayatımıza girmediği dönemlerde fotoğraf çekmek için ‘Kafametre’yi kullanmak gerektiğini anlattı. “Düşünürdün, yaratırdın. Öyle olmazsa böyle der, o fotoğrafı çekmenin yolunu bulurdun” dedi. Baykara’nın ‘mütekait haliyle’ satın aldığı yeni dijital makinesini birlikte kurcaladılar. Doyamadılar. Siz bu röportajı okurken biz muhtemelen Baykara’nın evinde olacağız. Efe, ustadan fotoğrafçılık dersi alacak. Karşılık olarak photoshop öğretecek.
6 KİLOMETRE GERİ GERİ KOŞTU
Yıl 1989. 7. Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in görev süresi bitti. Marmaris’teki evine yerleşti. Siyasete atılacağı yolunda söylentiler vardı. Evren, Ankara’ya geldi, Gazi Orduevi’ne yerleşti. Hürriyet’in Ankara Temsilcisi Ertuğrul Özkök, beni peşine taktı. Bir röportajı hak edene kadar Evren’in yakasından düşmedim. Evren kabul etti, tek koşulu sabah saat 06.00’da orduevinin yürüyüş parkurunda olmamdı. Uyur kalırım diye umut etmiş olsa gerek! O saatte Sökmen ağabey ile oradaydık. Pırıl pırıl giyinmiş, sinek kaydı tıraşını olmuş, losyonunu sürmüş Sökmen Baykara, en iyi fotoğraf karesini yakalamak için 6 kilometrelik yürüyüşümüz boyunca geri geri koştu. Evren bir ara röportajı kesip “Cumhurbaşkanlığım boyunca da ne zaman görsem böyle heyecanla çalışırdı. İşini çok severek yapıyor” diye övmüştü.
BEN KENDİMİ KANDIRMIŞIM
Kasım 1965’de evlendiği eşi Nihal Baykara Mayıs 2003’de aramızdan ayrıldı. İstemeye gittikleri günü, yaşanan bütün komiklikleri bugün gibi hatırlıyor. Hüzünle fotoğrafına bakarken, “Biliyor musun ben (Nihal’i seviyorum) derken kendimi kandırmışım, ben aşıkmışım be aşık” dedi.
BENİM BELLEĞİMDE KALANLAR
BÜROYA GİZLİCE SÜZÜLMÜŞTÜK
Ankara’da İbn-i Sina Hastanesi’nde Konyalı bir erkek hastaya, Jarvik-7 diye anılan yapay kalp nakledilmişti. Türkiye’de ilk, dünyada 92’inci yapay kalp nakliydi. Ertesi gün, (27 Şubat 1988 Cumartesi) hastanede yapılan basın toplantısında hasta haklarına saygı adına hastanın adı açıklanmamıştı. Kamuoyunun çok ilgi gösterdiği olaylar karşısında Hürriyet Ankara Bürosu’nda yöneticileri, muhabir ve foto muhabirlerine uzun saatler nöbet tutturdu. Hastanın adını ilk Hürriyet okurları öğrenmeliydi. 28 Şubat Pazar sabahı, beni ve Sökmen ağabeyi hastanenin kapısına nöbete yolladılar. Güvenlikçiler içeri almıyor, kapıya nazır bir yere arabayı çektik. Oturduk sohbet ediyoruz. Ama konu hep yiyecekler. Hem halimize gülüyoruz hem yemekten başka bir şey konuşamıyoruz. Nasıl karnımız acıktı! Ama yemek için bile oradan ayrılmamıza izin vermiyorlar. Zaten etraftaki tüm lokantalar kapalı. Kendilerine verilen görevleri ölümüne yapan biz ikimiz, o gün söz dinlemedik. Gizlice büroya döndük, yöneticilerimize gözükmeden yemekhaneye süzülüp karnımızı güzelce doyurduktan sonra nöbet yerimize gittik.
SEMRA HANIMIN PABUÇLARI
Yıl 1988 idi sanırım. Yılların foto muhabiri Sökmen Baykara ile çömez ben, Başbakan Turgut Özal’ın katılacağı bir toplantıyı izlemek üzere görevlendirildik. Ben gözümü Özal’dan ayırmadan görevimi yaptım, ağzından çıkan her sözü yakaladım. Büroya dönerken Sökmen ağabey nazik nazik “Semra hanımın ayakkabıları hakkında da bir iki satır yazar mısın” diye sordu. Semra hanımın ayakkabıları mı? Ben Özal’dan başka bir şeye bakmamıştım ki! Çektiği fotoğrafları gösterdi. Semra Özal’ın tombik tombik ayaklarında leopar desenli ayakkabılar… Ertesi gün Hürriyet’in birinci sayfasında Semra Özal’ın ayakkabıları vardı. Eşi Başbakan Turgut Özal ise ancak iç sayfalarda kendine yer bulabilmişti. Ben de ‘etrafa’ bakmayı öğrenmiştim.
Yorumlar
Kalan Karakter: