Bisiklet yolları şehrin en güzel yerinden geçiyor
Bugün yaklaşık 100 km yol yapıp Cenevre’den çıkıp Villeneuve’deki kamp alanımıza ulaşmayı planlamıştık. Şehrin içinden ilerliyorduk. Eski yapılarla modern yapılar birbirini bozmamış, yolları pürüzsüz, sanki suyun üstünde ilerliyoruz. Bisiklet yolları şehrin en güzel yerlerinden geçiyor ve kimse bisiklet yollarına girmiyor işgal etmiyordu. Günlerden Pazar olmasının da büyük avantajı vardı. Bir yerde fotoğrafımızı çeken birisini fark ettik. Adı Simon’du, çok sıcakkanlı samimi birisi. Ondan gideceğimiz yerin tarifini aldık. Simon sokağın girişinde bir yere kamerasını koymuş, video ve fotoğraf çekimi yapıyordu. Nyon kentinde güzel bir yapı gözümüze takıldı. UEFA’nın merkeziydi burası ve İsviçre tarafsızlığı ile ünlü bir ülke olduğu için UEFA da büyük ihtimalle burayı seçmiştir diye yorum yaptık! Saint-Prex taraflarında bir parka girerek mola verdik ve Cenevre Gölü manzarasında Türkiye’den getirdiğimiz ton Balığı, mısır, barbunya ve ekmeğimiz ile soframızı donattık.. Öğlen yemeğimize başlamıştık ki 10-12 yaşlarında bir kız çocuğunun ‘Baba’ diye seslendiğini duyduk. Lozan şehrine doğru ilerliyorduk. Bizim için önemli bir şehirdi Lozan ve tarihimizde yeri büyüktü. 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Antlaşma ile bugünkü Türkiye Cumhuriyeti’nin sınırları belirlenmiş, barış anlaşması sağlanmıştı. Cenevre Gölü’nü sağ tarafımıza alarak yolumuza devam ettik. Kamp alanımıza ulaşmıştık ve burası çok güzel ve temiz bir kamp alanıydı. Christin adında, kampçılarla ilgilenen bir kız vardı ve çok çılgındı. Bize çok yardımcı oldu, özellikle elektrik konusunda. Hemen çadırımızı kurup duş aldık. Birbirimize de ‘Haydi yahu, cidden İsviçre’de miyiz?’ diye takılıyorduk!
Bu kadar yeşili bir arada görmemiştik!
İyi ve kaliteli bir uykudan sonra zinde bir şekilde uyandık. Doğal yaşamı korumak için İsviçre’de sinek ilaçlaması yok! Sabah uyandığımızda bacak ve kollarımızda yaklaşık 30 sinek ısırığı vardı, çok kötü kaşınıyorduk. Kamp alanından çıktıktan sonra rotamıza devam ettik. O kadar güzeldi ki her yer yeşil, sessiz ve doğal bir ortamda ilerliyorduk. Avrupa ülkelerinden gelen çok fazla bisiklet sporcusu yollardaydı. Yolumuz nehir kıyısı ile birleşti ve karşımızda uzanan Alplerin bulutlu zirveleri çıktı. Nehri sağ tarafımıza aldık ve o coşku ile tempomuzu artırarak devam ettik. Aigle kentine ulaştık ve burada bisiklet tamir ve satışı yapan mağazaya girdik. O kadar çok ürün çeşidi var ki orada uzun süre kaldık. Bu kentte 9-10 yaşlarında çocuklar trafik kontrolü yapıyorlardı ve kavşakları o kadar güzel idare ediyorlardı ki hayran olduk. Biraz ilerde de bir polis memuru gözetim yapıyordu. Tam yeşil ışık yandı, hareket ediyorduk küçük trafik polisi arkadaşımızın bize “Nasılsınız?” diye seslenmesi bizde doping etkisi yaptı. Hayatta küçük şeylerin bu kadar mutluluk vereceğine inanmazdım ve İsviçre bizi şaşırtmaya devam ediyordu. İlerdeki gözetmen trafik polisine Ollon şehrini sorduk ve doğru yolu bulduk. 10 km yolumuz kalmıştı. Başka şehirlerden geçerken kaldırım kenarlarında büyük bisiklet figürleri gözümüze çarpıyordu ve bu da ülkenin bisiklet sporuna ne kadar değer verdiğini bir kez daha açıklıyordu.
1778 rakımda şiddetli yağmur
Ollon’da mola verdik. Villars-Sor Ollon şehrine doğru hareket edecektik ancak yol çok zorluydu ve dik tırmanıştı. Şehre ulaştığımızda çok yorulmuştuk. Kamp ocağımız vardı ama gaz bulamamıştık. Birkaç mağazaya sorduk, kendilerinde olmamasına rağmen başka mağazaları telefon ile arayıp bulmaya çalıştılar. Ne yazık ki bulamadık, gene sandviçle beslenecektik. Bir kaldırım kenarındaki masalara oturup öğlen yemeğimizi yedik. Hava çok kötü bozuyordu ve bizler de korkmaya başladık. Rakım 1500’lerdeydi ve cidden soğuktu. 5 kilometre sonra yağmur başladı. Öyle böyle değil hızlı ve iri taneli! Tırmanışa başlamadan önce bir mağaza sahibi bizi içeri davet etti, kahve ikram ederek bizi ağırladı. Biraz sohbet ettikten sonra yağmur şiddetini kaybetti. Yola çıktık, eşyalarımızı yağmur kılıfı hariç çöp poşetleri ile sardık, yaklaşık 15 km tırmanış, 13 km iniş olmak üzere 28 km yolumuz vardı. Yağmur bizi zorluyordu ama mutluyduk. Dolu şiddeti ile yağmaya başlamıştı ve yağmurluklarımız artık su almaya başlamıştı. Col de la Croix’da 1778 rakımdaydık ki yağmur etkisini kaybetti ve durdu. Üşümeye başlamıştık ve inişe geçiyorduk. 13 km iniş kolay olmayacaktı. İnişe geçtiğimizde Les Diablerets kasabası çok güzel gözüküyordu, kaymamak için yavaş iniyorduk, kimi zaman frenleri salıyor ve 60-65 km hızla kendimizi bırakıyorduk. Kasabaya geldiğimizde saat 18.15’di ve İsviçre’de 18.00’den sonra açık bir yer bulmak zordu. Yemeğimiz tükenmişti, hızlı bir şekilde kamp alanına gitmeyi ve birilerini bulmayı ümit ettik. Kamp alanında da kimse yoktu. Kampı işletenler sabah geliyorlarmış ama çadır kurmaya izin var. Konaklamayı yapıp ödemeyi bir zarfa koyup kuyuya atıyorsun! Güven duygusu çok fazla ve tebrik ediyoruz. Her yer ıslak ve titriyoruz. Hemen çadırı kurup sıcak duş alıp kendimize geldik ama açtık. Kamp alanının üstünde bir restoran bulduk. Pizza siparişi verip yemeğe başladık. Bir pizza 20 Frank’tı, bizim paramızla 60 lira! Bu şoku atlattıktan sonra kamp alanımıza dönüp hemen uyuduk.
YARIN: Bir çıkıyor, bir iniyoruz!
Yorumlar
Kalan Karakter: