***Her yöreden meşhur ürünler, mis gibi kokuları ve albenileri ile YÖREX’te sergileniyor. Bir de bilmediklerimiz var ki ne kadar çok, ne kadar çeşitli olduklarına inanamazsınız
***Çalışkan Anadolu kadınının örgütlenmiş, sosyal güvenceye kavuşmuş hali nasıl olur dersiniz. Pembe tişörtleri, kara önlükleri ve olanca özgüvenleri ile onlar da YÖREX’te
Yeşim ERSOY
Bu yıl 5’incisi düzenlenen YÖREX Yöresel Ürünler Fuarı’nın sloganı, “Sizin Oraların Nesi Meşhur” idi. Meğer meşhur olması gereken nelerimiz varmış. Görmeden inanmak zor. Görünce de gururlanıyor insan. Fuarın babası Antalya Ticaret Borsası (ATB) Başkanı Ali Çandır’a, “Çok güzel olmuş” dedim. “Hayallerimin yarısı bile değil” diye yanıtladı. Yaşasın! Oldu, yaptık deyip durmayacaklar demek ki. Bu fuara katılım her yıl artmalı, biraz daha zenginleşmeli, sırf YÖREX için turist gelmeli, yabancı alıcı gelmeli. Dünyaya açılmalı.
ANADOLU AYARLARI
Unuttuğum pek çok şeyi fuarda gördüğümü söyledim. Türkiye’nin geleceğine dair içimde şekillenen korkuları birkaç saatliğine de olsa unuttum. ATB Başkanı Çandır da aynı şeyi söylüyor, “Türkiye’nin her tarafındaki çeşitli olumsuzluklara rağmen biz burada hep beraberiz. Birlikte yaşamayı bilen, birbirine saygılı, yardımlaşan, hoşgörülü… İşte bu Türkiye resmi. Anadolu ayarlarına dönmemiz gerektiğinin ispatı” diyor.
LİKYA ESİNTİLİ SERENLER
Fuarda hangi standa gitseniz, geçmişi asırlar ötesine dayanan ürünler çıkıyor karşınıza. Antalya’nın Elmalı ilçesi adına fuara ilk kez katılım olmuş. 30 ürün ile geldiklerini söyledi Elmalı Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Müdürü Durmuş Altan. Elma malum. Tarhana, bulgur, erişte. Kestane gibi kebap yapılıp yendiğinde böbrek rahatsızlıklarına iyi geldiğine inanılan ormandan toplanmış pelit… Hele bir geyik elması var (alıç diye de biliniyor) kalp hastalıkları ve böbrek rahatsızlıklarına birebirmiş. Onu da ormandan toplayıp kutuya koymuşlar. O kadar doğal! Söğle köyünden karın yağı getirmişler. Hem yemeklik, hem kahvaltılık. Aynı köyden bir de 2 bin metredeki yaylalarda yapılan, kuyuların içinde 3- 4 ay bekletilip sarı suyu kendiliğinden süzülen harika bir peynir. Kuru ürünleri, sadece küçük plastik penceresi dışında kumaştan keseler içinde pazarlıyorlar. Asıl müjde, gelecek yılki YÖREX’e! Seren balı getireceklermiş. 2 bin 500 yıl önce inşa edilmiş Likya lahitlerinden esinlenerek ardıç ağacından oyulmuş serenlerin içine bal yapıyormuş arılar. 3 bin 70 metre yükseklikteki Kızlar Sivrisi’nin 2 bin metrelerinde yapılan serenlerde bal, ardıç ağacının kokusunu içine çekiyormuş. Bal gelene kadar Gazi Helvası ile idare edin. Anneler, oğullarının askerden dönüşünde yaparmış o helvayı. İnsan sırf o helva için durup dinlenip askere gider gelir!
KEL BAŞA ŞİMŞİR TARAK
Sakarya’nın Taraklı ilçesinden de Uğut Tatlısı getirmişler. Buğday çiminden yapılıyormuş. 700 yıllık mazisi varmış. Buğdayın çimlendirilmesi en aşağı 15 gün, kaynatılması ise neredeyse 24 saat ve başında bekleyip karıştırmak gerekiyormuş. Bir kenarda 55 yıllık ahşap ustası Sabri Özşahin, tahta kaşık oyuyor. Onların oralarda bu zanaat ölmemiş meğerse. Sabri ağabey, bir kaşığın içini alışkın hareketlerle seri biçimde oyarken anlatıyor:
“Alballar ile Kemaller köylerinin tamamı yapar. Esenyurt ile Uğurlu köylerinin yüzde 20’si yapar. Hoca Ahmet Yesevi kaşık ustasıymış. Onun müritleri gelmiş bizim oralara, onlardan öğrenmişiz. Şimdi daha çok makine ile yapıyorlar da estetik olmuyor. Ben elde yapıyorum.”
Taraklı Kent Konseyi Başkanı Naim Nalbant, kaşıkların Şimşir ağacından yapıldığını ekliyor. Şimşirin özelliği, bakteri üretmemesiymiş. Şimşir kaşık ile yemek yiyen insanlarda ağız, diş sağlığı sorunu, kalın bağırsak kanser riski olmazmış. Bir de avuç içine sığacak kadar tarakları var. Saçları tepeden bir parça dökülmüş Naim bey, tarakla poz veriyor. “Kel başa şimşir tarak. Eğer zamanında bunu kullansaydım, saçlarım dökülmeyecekti” diyor.
ŞİİR GİBİ HALI
Kocaeli Hereke’den gelen Ar Halı’nın sahibi Ahmet Çolak, inanılmaz desenlere sahip ipek el dokuma halıların santimetrekaresinde 100 ile 144 arasında düğüm olduğunu anlatıyor. Artık deli işi mi dersiniz sabır işi mi, takdiri size kalmış. Halıların metrekaresi 3 bin 500- 4 bin 500 dolar arasında satılıyormuş. Gözlerim fırıl fırıl dönmeye başlayınca, “Pahalıymış gibi geliyor ama değil. Bir işçi bir halıyı 8-9 ayda dokuyor. Sadece işçiye asgari ücretten 9 bin lira ödüyoruz” diyor. Ama artık işçi ücreti beğenmediğinden başka alanlara kaçıyormuş. Hereke’de 1860’lı yıllarda padişah Abdülmecit dönemimde Sümerbank Fabrikası’nın kurulduğundan beri süregelen halıcılığın sona ermesinden korkuyor Ahmet bey.
HELLİM’İN BAŞINA GELEN
Kuzey Kıbrıs Türk Sanayi Odası Başkanı Ali Çıralı’ya soruyorum, “Nedir bu Hellim’in başına gelen” diye. Gülüyor, “Hellim’in başına gelenler pişmiş tavuğun başına gelmedi” diyor. Hellim, Kıbrıslı Rumların deyişiyle Halloumi, Ada’ya has nefis bir peynir, malum.
2007 yılında Güney Kıbrıs yönetimi, coğrafi tescil almak için Avrupa Birliği’ne başvurdu. Coğrafi tescil günümüzde çok önemli. Bir ürünün hem hammaddesinin de bulunduğu coğrafi sınırlar içinde üretilmesini, hem de kültürel özelliklerin gelecek nesillere bozulmadan saklanmasını sağlıyor. Başkan Çıralı anlatıyor:
“AB bizi tanımadığı için biz başvuramadık. Tescil gerçekleşirse, Güney Kıbrıs hükümeti uluslar arası sözleşmeler gereği KKTC’deki üretimi denetleyemeyeceği için bizim kuzeyde Hellim adıyla üretim yapılamayacak. Bizim üretim yapmamız engellenmesin diye biz de KKTC’de denetimleri Sanayi Odası yapabilir diyoruz. AB’nin Sanayi Odası’nı yetkilendirmesini istiyoruz. Tabii ki strateji gereği, Güney, bizim ekonomik olarak güçlenmemizi istemiyor. Önümüzü kesmeye çalışıyor.”
Rumlar ilk başvurularını da Hellim’i kendi söyledikleri biçimde “Halloumi” adıyla yapmış. KKTC’den hemen itiraz gidince, AB başvuru dosyasını iade etmiş. Onun üzerine Hellim-Halloumi diye başvurmuşlar.
Özetle, Rumlar coğrafi tescili alırsa Hellim-Halloumi üretecek ve tüm dünyaya satacak. Kıbrıs Türkleri’nin ne yapacağını soruyorum Çıralı’ya; Türkiye’de irili ufaklı 70 işletmenin Hellim adıyla peynir üretmeyi durdurması halinde, KKTC’den Hellim gönderebileceklerini ve ekonomilerini kurtarabileceklerini işaret ediyor. “Malum 80 milyonluk Türkiye” diyor gülerek.
ÇALIŞAN ARI KADINLAR
Fuarda beni en çok etkileyen ekibi en sona bıraktım. Sadece beni mi? Ulusal basının köşe yazarlarını, bakanları, TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu’nu… Pembe tişörtleri, siyah önlükleri, kenarları oyalı siyah yemenileri ile ürünlerini satıyor, Merzifon’a has sac üstü böreğini açıp pişiriyorlar. O standda nasıl bir özgüven, yaşamın içinde olma keyfi, sırtı diklik var anlatılır gibi değil.
Amasya Damızlık Sığır Yetiştiricileri Birliği üyesi erkek çiftçilerden 15’inin eşleri ile bir proje başlatılmış. Tarım sektöründe kayıt dışı istihdama çözüm arayışı çerçevesindeki projeye, yaşadıkları köylerde ‘lider’ olma özellikleri nedeniyle seçilen bu kadınlar ürettikleri pekmez, marmelat, peynir, sıkma tarhana, katık dedikleri süzme yoğurt ve sütü kendileri ürettikleri ambalajlarla paketleyip Amesia markasıyla satıyor. Onlara Çalışan Arı Kadınlar deniyor. Kendi aralarında birer de takma isimleri var. “Lider arı” bir emekli öğretmen, Bingül Alış. Fuara 10 Arı gelmiş. Akraba olan kadınlar şehir dışı faaliyetlere dönüşümlü gidiyor, geride kalan ‘Arı’ çocuklara bakıyormuş. Cankurtaran Arı Hülya Çalışkan, Organik Arı Birsen Bayrak, Bıcırık Arı Sultan Belli, Çalışkan Arı Beyhan Dağ, Muhasebe Arı Medine Alkoç, Çınar Arı Müşerref Uçan, Tasarımcı Arı Zuhal Çalışkan, Espirik Arı Hatice Çulha…
Elleri öpülesi Bingül hocaları, “Amacımız kadını da sosyal güvenceye kavuşturup köyden kente göçü durdurmak. Anneler çocuklarının da kente göç etmesini istemiyor. Onların da geleceklerini köyde hazırlamak istiyorlar” diyor.
Eşleriniz sizinle gurur duyuyordur diyecek oluyorum, basıyorlar kahkahayı. Beş dakikada bir telefon edip ne zaman döneceksiniz diye sıkıştırıyorlarmış. Oysa onların denize gitmeden dönmeye niyetleri yok.
Yorumlar
Kalan Karakter: