Motosikleti park ettiğim yer içime sinmemişti.
Koray abiyi aramayı kesip ‘çır çır’ı bıraktığım yere geri döndüm ve üzerine yaslanıp bir sigara yaktım.
Lara tarafında bol ağaçlı, sakin bi mahalleydi burası.
Bulvarın arkasına ne güzel saklanmıştı sokak. Emekli, şişman adamların beyaz atletlerini giyip ellerinde matkapla balkonlarda somurttuğu ‘huzur’ mahallelerinden birisi.
Zaten bir süre sonra amcalar ters ters bakmaya başladılar mahallenin ortasında bekleyen adama. ‘Huzur’larında gözüm varmış gibi!
Müzisyenliğin en boktan yanıydı sürekli beklemek zorunda olmak.
Sıkıntıyla telefonumu kurcalarken nihayet aradı Koray abi.
‘Yavrum nerelerdesin?’
Bildim bileli böyle konuşurdu benimle.
‘Yavrum, hayatım, güzelim’
‘Geldim abi’ dedim.
Oradaki bi incir ağacına bağladım emektarı. Birkaç metre uzaklaştıkça geri dönüp bir defalığına da uzaktan görünüşüne bakma alışkanlığım vardı, aşıktım galiba kendisine.
* * *
Bu rutubetli, eskimiş süngerler arasına zulalanmış onlarca müzik ve ses aygıtının kokusunun bana verdiği rahatlığı dünyanın en güzel kadın parfümünün kokusuyla değişmem.
Işıklı, kalabalık sahneler fırlama zengin çocuklarına daha uygundur.
Bizim gibi sessiz sakin ama eli az da olsa mızrap tutan, biraz da zamanında usta kahrı çekmiş ezik müzisyenlerin adam yerine konulduğu nadir yerlerdir kayıt stüdyoları.
Daha içeriye ilk adımımı attığım anda kendimi iyi hissetmeye başlıyordum.
Sanırım bunu Koray abi de anlıyor, duyduğum bu mutluluğu sağlamış olmanın tadını çıkarıyordu.
‘Gel yeni olayımızı gör güzelim’ dedi.
Salak gibi sırıtarak kafamı camdan uzattım.
Kayıt odasında uzun saçlı yeni yetme bi oğlan avazı çıktığı kadar bağırıyordu.
Tepeden aşağı simsiyah, yepyeni deri esvapların içindeydi kerata.
Güzel çocuktu ama... -Okan abisinin gençliği gibi-.
* * *
Koray abi kafa buluyordu tayfayla.
‘Keremcim çok güzel, B bölümünü tekrar alıyoruz’
‘Okey abi’
Bazen solistin bizi duymasını sağlayan düğmeyi kapatıyordu.
‘Okeyini yiyim senin it sıpası, iki saattir bi şeyi okuyamadın’
‘Saatine para alıyorsun abi... Boş ver okuyamasın’
‘Bıktım hayatım, bıktım... Evet Keremcim on dakika mola veriyoruz, viskiler şirketten’
* * *
Starımız Kerem oflayıp puflayarak çıktı kayıt odasından.
Elimi sıkmadan selamladı beni -ben gençliğimde böyle yapmazdım-.
‘Tanışın’ dedi Koray abi.
‘Kaleiçi Okan’ı, bu da Kerem’
Demek bi lakabım daha vardı.
Kerem kendisini daha önce tanımadığım için bozulduysa da belli etmemeye çalıştı. Öyle ya nasıl tanımazdım o halka mal olmuş, köprü olmuş, yol olmuştu.
Ben halka ne olmuştum acaba? Biraz düşünsem ilginç bi şeyler bulabilirdim galiba.
Koray abi viskisinden büyük bi yudum aldı.
Şişeyi uzattı.
Ben ‘istemem’ dedim ama çok da inandırıcı olamadım galiba.
Oralardan buluverdiğim bi bardak şaşırtıcı derecede temizdi.
‘Eyvallah abi’
Çocuk bi hoparlörün üzerindeki tozları üfleyerek oturdu.
Koray abi starımızı deşmeye çalışıyordu
‘Bi teklik alıyorsunuzdur gecede... Ne de olsa sosyetik yer değil mi’..,
‘Eee üüü.. Oluyo bi şeyler ahı ahı ahı’
Yılışıyordu eleman. Öyle ya gecede bi tekliği ben alsam bi senedir açmayı planladığım kitapçı dükkanından iki günde bir tane açar...
‘Hocam sen nerede çalıyorsun’
‘Kışları Kaleiçi, yazları Kemer’
İkinci viskilere gerek yoktu. İşimiz çoktu daha.
Koray abi de mayalandı birden.
‘Okan hadi yavrum, udunu al. Nota bu. Prova ister misin?’
‘Alalım bi iki kere, ne zararı var’
Basit bi hicaz aranağmeydi. Birkaç da geçki.
Provaya elbette gerek yoktu ama Kerem efendi özendiğimizi düşünsün, içi rahat etsin diye üç dört defa çaldım ezgiyi.
Ben çıkınca tekrar girdi kayıt odasına.
Baştan aldı parçayı.
‘Gözlerin bana bir şeyler anlatıyor, susarım söyleyemem aşkımı’
Koray abi kapattı malum düğmeyi.
‘Hayatım bak ne diyecem’
‘Buyur abi?’
‘Bunlar albüm yapıyorlar, senin bestelerden versene bi iki tane bu herife, ben de aracı olurum iyi para alırsın’
‘Boş ver be abi. Benim şarkılar görmez bunların işini. Hem de ağız eğmeye değmez’
‘Sen bilirsin. Ama fellik fellik aranıyorlar ben sana söyleyeyim. Heriflerde para bok gibi’
Bir taraftan da eliyle Kerem’e ‘aferin’ işareti yapıyordu.
‘Kararsızım abi o konularda. Çok isteklilerse arasınlar, bakarız’
İşim bitmişti, bir duble daha koydum ateşsuyundan.
Kerem’in küçücük nota dizinindeki şarkıyı okurken bu kadar yorulmasından hareketle solukyüzlülerin alayına sövdüm istemeden. Ona gecede bi tekliği veren çarkta benim yerim yoktu.
‘Verin zehirli battaniyemi öleyim bari!’ dedim içimden.
Gitme vaktiydi.
Kerem’e el sallayıp izin istedim Koray abiden.
Koray abi bir deste ellilik içinden iki tanesini bıraktı avucumun içine.
Oysa işi tarif ederken ücret olarak ‘100-150’ demişti.
Bu da en azından 125 ederdi.
Terslenemezdim bi daha aramazdı yoksa.
‘Taş attın kolun mu yoruldu yavrum’
(yavrunu yiyim!)
‘Öyle abicim sağol’
Kendimi Kerem’in aldığı para ile değil de bu paranın belki de üçte birine bütün gün beton karan, tarlalarda çapa yapan, bahçelerde ürün toplayan insanlarla kıyaslamalıydım.
Bir yerlerden düşmemiştim, çıkmak için acelem yoktu. Buralarda kendi eksenimiz etrafında dönüp duruyorduk işte.
Yaşıyorduk lan...
Yazları sıcak, kurak ve aşksız, kışları ılık, yağışlı ve aşksız.
Yine de aşka benzer bi şeyler esip geçerdi ara sıra kireç bağlamış yüreğimize.
Hayat o kadar da kötü değildi sanki.
* * *
Ev arkadaşım, dünya döndükçe başımda durası Tuncay telefon açıp ‘Babacan Koray hocadan bi şeyler kaptıysan aman diyim çok savurma, kol gibi elektrik faturasının; bacak kadar kesim kağıdı gelmiş’ demeseydi sevgilimin evine girerken daha mutluydum aslında.
Kol gibi, bacak kadar, fil hortumu misali, nerden baksan öküz boynuzu...
İktisat dersinde hiç görmemiştim bunları.
Şu Kerem’in peşine düşse miydim?
İyi de...
Besteler beste bankalarına ya da müzik yapımcılarına satılabilirdi ama bacak kadar çocukların peşinden ‘aman benim bestemi al’ diye koşuşturacak bi adam değildim ben. Üstelik satılan ya da verilen ürüne çok zarar verirdi bu yöntem.
* * *
Kızın evine hindi gibi düşünerek girmeyeyim dedim. Unutmuş göründüm hepsini.
Evinde oturup sakin sakin beni bekleyen mavi saçlıma sarılıp öptüm. Nasıl olduysa Kerem’in patronlarından kurtarabilmiştim onu. -En azından şimdilik-
Salona oturup lafladık biraz. Dünyanın halıfleksi, carpeti...
Televizyonda Yaban Tv’ye takılı kaldı gözüm.
‘Hey harika bir domuz’
‘Aman tanrım müthiş bi dağ keçisi’
‘Şuna bak dostum ne harika boynuzları olan bir Anadolu kızıl geyiği’
Güneydoğu’da askerlik yaparken soğuk havada kurşun yemekten çok korkardım. Sanki; sıcak, güneşli bi havada vurulursam kurşun daha az acı verecekmiş gibi gelirdi.
Kar altında ‘pat’ diye düşen bu hayvanları gördükçe biraz da bu yüzden kahroluyordum.
Bu gariban canlıların evrimlerini birkaç basamak daha atlayıp, dürbünlü tüfeklerle avcı vurmalarına daha var sanırım.
Sonunda adil bir dövüş izleyeceksek beklemeye değer bence.
* * *
‘Ben markete gidiyorum, bi şey istiyor musun?’
Kız çocuğu işte. Sıkıldı domuzdan, ayıdan.
‘Ben nevale almıştım’ dedim
‘Sana Çerkez tavuğu yapacağım. Süper bi tarif öğrendim.’
‘Ayvayı yedik’ diye düşündüm. Üç saatte çıkamazdı mutfaktan.
* * *
Gece yarısı kısık bi ağlama sesiyle uyandım. Döndüm yüzümü.
Mavi saçlım mutsuzdu.
‘Biz ne olacağız?’ ağlamasıydı bu.
En tehlikeli ağlama biçimi.
Bir sürü şey anlattım ona.
Yeniden uyudu.
Ben de kapkaranlık odada rakısal çarpıntılarımla kalakaldım.
Dünya yaşamak için hala en uygun yerdi ama kurtarılmak için hazır değildi bu gece. Dünya’yı kurtarmak için yapılması gerekenler ise bu müzisyen günlüğüne beş on gömlek fazla gelirdi.
‘İnceden’...
Yorumlar
Kalan Karakter: