Yaklaşık 5 aydır Hürses Gazetesi’nde her hafta Perşembe günleri okuyucuyla buluşturduğumuz Edebiyat Köşesi’nde Türk ve dünya edebiyat tarihine iz bırakmış eserleri tartıştık. Bazen geniş bir hayal dünyasına yolculuk yaptık bazen ise Türkiye gerçeklerini okuyucuya sunan eserleri içimizde sızıyla okuduk. Ancak bugün değişiklik yaparak bir eser paylaşmak yerine, edebiyat dünyasına büyük katkıları olmuş ve Haziran ayında hayatını kaybetmiş üç yazarın yaşamlarına konuk olacağız. 3 Haziran 1924’te hayatını kaybeden ve dışlanmışlığın özgün yazarı Franz Kafka, prangalar eskittiği hasretiyle “Ben soyumla değil ancak halkımla övünebilirim” diyen Ahmed Arif ve 3 Haziran 193’te kaybettiğimiz memleket hasreti çekerek bir ağaç gibi tek ve hür yaşamayı düşleyen, bir mezaer taşı yerine çınarı yeğleyen efsane aşkların ve şiirlerin kahramanı Nazım Hikmet…
‘YÜZÜ GÜLMEYEN ADAM’
Franz Kafka’yı daha önce kendini dışlanmış ve bir örümcek gibi hisseden Samsa’nın hikayesini anlattığı Dönüşüm adlı eseriyle bu sayfaya taşımıştım. Kafka’nın Dönüşüm eserinde anlattığı aslında bir bakıma kendisiydi. Edebiyat dünyasına oldukça önemli eserler kazandıran Kafka ile ilgili araştırma yaparken en sık karşılaştığım tanım, ‘yüzü gülmeyen adam.’ Prag’da Yahudi olarak dünyaya gelen Kafka’nın iki erkek kardeşinin bebekken, üç kız kardeşinin ise toplama kamplarında öldüğü biliniyor. Hukık eğitimi alan Kafka, eserlerinde genellikle yalnızlık, dışlanmışlık gibi konuları kendine has tarzıyla anlattı.
BABAYA MEKTUP
Kafka’nın bu yalnızlık ve dışlanmışlık duygularının altında ise babasıyla olan ilişkisi yatıyor. Bu duyguları doğrudan hissedebildiğimiz eserlerinden biri olan Babaya Mektup’ta da Kafka, şu cümlelerle anlatıyor babasını; “Asker selamı vermeyi ve asker gibi yürümeyi becerdiğim zaman desteklerdin beni, ama ben geleceğin askeri değildim ya da iştahla yemek yiyebildiğim, hatta yanı sıra bir bira da içebildiğim zaman desteklerdin ya da anlamadığım şarkıları tekrar edebildiğim veya senin en sevdiğin lafları senin peşinden geveleyebildiğim zaman, ama bunların hiçbiri benim geleceğimin bir parçası değildi. Ve aslında bugün bile, herhangi bir konuda, ucu ancak sana da dokunuyorsa, zedelediğim veya benim şahsında zedelenen (Örneğin Pepa beni azarladığı zaman) senin onurunsa destekliyorsun beni. O zaman destekleniyorum, bana değerim hatırlatılıyor, yapmaya hakkım olan hamlelere dikkatim çekiliyor ve Pepa mutlak bir biçimde mahkûm ediliyor. Ama şimdiki yaşımda artık desteğine neredeyse hiç ihtiyaç duymadığımı bir kenara bıraksak bile, ancak öncelikle söz konusu olan ben değilsem, gelen desteğin bana ne faydası olacak?
BİLİNEN ŞARKILARIN GİZLİ KAHRAMANI
Ahmed Arif… Hepimiz onu ‘Hasretinden Prangalar Eskittim’ şiiriyle tanıyoruz. 1927 tarihinde Diyarbakır’da doğan ve Felsefe bölümünde okutan ancak tutuklanmaları nedeniyle mezun olamayan Ahmed Arif, şiirlerinde adalt, hak, hukuk kavramlarını ön planda tuttu. Bugün dilimizde dolanan ancak sözlerinin kendisine ait olduğunu bilmediğimiz pek çok şarkının altında onun imzası var. Cem Karaca’dan Fikret Kızılok’a, Moğollar’dan Ahmet Kaya’ya pek çok isim Ahmed Arif şiirlerinden bestelenen eserleri seslendirdi.
ADALETİN PEŞİNDE
Ahmed Arif, şiirlerinden de anlaşılacağı üzere hepm adaletin peşinden koşan, haksızlığa tahammül edemeyen Ahmed Arif, şöyle açıklıyor bu durumu; “Şunu söyleyeyim. Çocukluğumda öyle sanıyorum ki kendim için hiç kavga etmedim. Ama arkadaşlarım için, mahalle için, okul ya da sınıfım için çok kavga ettim. Bu benim yapımdan geliyor. Yani şimdi biri sana hakaret etse, biz gazinodayız, biz bir kahvedeyiz, parktayız, en çok senin ve senden sonra en yakın arkadaşın alınması lazım değil mi? Ben bugün gelip tanışmış olsam bile seninle, senden önce o herifi parçalarım.”
NAZIM HİKMET MEMLEKET
Ve Nazım Hikmet… Nazım’ı anlatmak için kelimeler, sayfalar kifayetsiz! Memleketimden İnsan Manzaraları, Piraye’ye Mektuplar, Yaşamaya Dair ve daha birçok eser… Yaşamının önemli bir bölümünü sürgünde geçiren, Vera ve Piraye’ye duyduğu tutkulu aşkı şiirlerine yansıtan, memleket özlemini en iyi anlatan şairdir Nazım. Sürgünden ve cezaevinden yazdığı eserler dünyanın pek çok bölgesinde büyük bir sevgiyle okunuyor. Ölümünün ardından bile pekçok ülkede halen sevilen Nazım, edebi istiratgahı olan Moskova’da hala memleket hasreti çekiyor.
NAZIM’DAN…
Nazım, hemen tüm eserlerinde memekete olan sevgisini anlatmış. Her biri bir destan niteliğindeki eserleri arasında beni çok etkileyen cümleleri ise; “Ölürsem, o günden önce yani, öylece de gibi görünüyor. Anadolu’da bir köy mezarlığına gömün beni. Uyarına gelirse, tepemde bir de çınar olursa taş maş da istemez hani…”
Yorumlar
Kalan Karakter: