Bu yıl, yapılan açıklamalara göre, çok başarılı bir turizm sezonu geçirdiğimiz yetkililer tarafından açıklanıyor.
Kentimiz kazandı, insanlarımız kazandı deniliyor.
Neyi, nasıl kazandığımız, bu kazancın insanlarımıza nasıl yansıdığı ve nasıl paylaşıldığı ayrı bir sorgulama konusu ancak sahillerimiz boyunca uzanan tescilli 500 bin yatak kapasiteli yüzlerce otel ve tatil köyünün kentimize ve çevremize etkileri ve ödettikleri bedeller neler olmuştur, sorusu nedense bugüne dek pek irdelenmedi.
Turizm sezonu biterken bu konuyu enine boyuna irdelemek için “Çevre Mühendisi Cem Arüv’le” bir söyleşi yaptık.
Söyledikleri öyle pek de iç açıcı olmadı.
Evet, bir şehrin portakal çiçeği kokusundan, çöp kokusuna nasıl kötü bir şekilde evrildiği ve bizlerin şehirlerimizi nasıl bu hale getirdiğimizin hikayesi gerçekten çok hazin.
Her şey aslında 1982 yılında Turizm Teşvik kanununun yayınlanması ile başladı. Antalya ve çevresini turizme açan bu kanun, öncelikle kıyılarımızda olmak üzere, turizm ikinci konutları ile birlikte yapılaşmaya açtı. Ekonomik kalkınma için turizm sektörünün ülkede gelişmesini önemseyen devletimiz başlangıçta gerek alt yapı, gerekse üst yapısı ile birlikte olağanüstü bir seferberliğe girişti ve ilan ettiği Turizm Bölgelerinde doğa ve çevre ile uyumlu tesislerin ülkemize kazandırılmasını sağladı.
Haksızlık etmemek gerekir ki Turizm yatırımcısı da başka ülkelerde benzerine az rastlanır bir refleksle, kıyılarımıza, yüksek kalitede turistik tesisler kazandırdı.
Evet doğrudur. Devletimiz turizm alt yapısı götüremediği yerlerde ise yine bu heyecanlı yatırımcının önünü açtı ve kendi alt yapısını yapması, çevre ve doğa ile uyumlu yatırımların gerçekleştirilmesi adına Turizm Bakanlığı denetiminde konaklama tesislerinin yapılmasına imkan verdi. Özellikle 1990 lı yıllardan sonra Antalya’mızdaki turizm yatırım hızı her yıl eklenen yatak sayısı ile birlikte inanılmaz boyutlara ulaştı. 1980 li yıllarda 20 bin olan yatak sayısı, günümüzde bir milyonun üzerine çıktı.
1-Turizm sektörünün yapılaşma ihtiyacı için beton lazımdı. Betonun temel bileşeni olan agrega için önce dere yataklarından sonra dağlardan vahşice milyonlarca ton malzeme alındı. Dere yatakları mahvoldu, bazıları kayboldu, yer değiştirdi. Geçmişte var olan bazı tepeler taş ocağı faaliyetleri neticesinde yok oldu!
2-Devletin ilan ettiği Turizm Bölgeleri ve diğer turistik tesis alanlarında legal ya da illegal su kullanımı neticesinde yer altı su seviyesi inanılmaz derecede düştü. Geçmişte sürekli akış gösteren ve denize dökülen çaylar kurudu!
3-Antalya il merkezi turizm sektörünün hizmet ihtiyacını karşılamak için gelen insanımızın konut ihtiyacının karşılanabilmesi için yapılaşmaya açıldı. Kent her yıl üst üstü konacak şekilde olağanüstü sayılarda göç aldı. Yerel yönetimler Turizm sektörünün tetiklediği konut ihtiyacını karşılamaya yönelik yeni imar planları yapımında, gelişme bölgelerinin imara açımında, imarlı arsa üretiminde geç kaldı ve Antalya bir dönem gecekondulaşmaya teslim oldu.
4-Kentin kontrolsüz büyümesi ister istemez mevcut alt yapı sistemlerinin yetersiz hale gelmesine yol açtı ve çok büyük bedeller ödenerek kentimize alt yapı yapılmaya çalışıldı.
5-Kentin kontrolsüz ve plansız büyümesi neticesinde Antalya ismi ile yan yana gelmemesi gereken hava kirliliği gibi bir sorun kış aylarının rutini haline geldi.
6-Yine plansız yapılaşma neticesinde turizm bölgeleri ve eğlence merkezleri ile evsel yerleşimler bir arada inşa edildi ve gürültü gibi anakronik bir sorun yaşanmaya başladı.
7-Denizlerimize yapılan kontrolsüz atıksu deşarjları bir dönem denizin kirlenmesine yol açtı. Şükür ki zamanında yapılan alt yapı yatırımları ile kontrolsüz deşarjın önüne geçilmeye çalışıldı.
8-Son olarak çöpün toplanması, transferi ve bertarafı, halka yansıyan kısmı ile kokusu gibi bir sorunla kent merkezi ve turizm ilçeleri karşı karşıya kaldı. Antalya da yapılan onca bertaraf tesisine rağmen çöpü problem olmayan maalesef hiçbir beldemiz kalmadı.
Aynen doğrudur.
Çünkü turizm sektörü Devlet eliyle gelişmeye açılırken yukarıda listelediğimiz pek çok konu atlandı ve sorunlar yaşandıktan sonra çözüm üretilmeye çalışıldı.
Bunun başlıca nedeni turizm yatırımlarının hızına uygun olarak gerekli ekonomik gücün, günün koşullarında yeterli olmaması ve devletimizin bütüncül görebilen ve bütüncül yönetme kabiliyetine sahip ‘teknik devlet’ olmamasıdır.
Şunu kast ediyorum. Halkın kent içerisinde yaşarken en az olumsuz çevresel etkiye maruz bırakan devlet, adil ve teknik devlettir.
Geçmişte devletin teknik kısmını oluşturan İller Bankası, DSİ, Karayolları, Köy hizmetleri, Çevre İl Müdürlükleri, Bayındırlık İskân Müdürlükleri, İl Özel İdareleri ve yerel yönetimler gibi kamu kurumların işlevini değiştirip, proje üretmek yerine siyasilerin emrini yerine getiren ve ilde yapılan işleri sadece denetleyen bir konuma getirilmesidir.
Bu durum kamu hafızasının körelmesine, izleme ve projeksiyon kabiliyetlerinin ortadan kalkmasına sebep olmuştur. Devlet ve yerel yönetim kadrosu içerisinde yer alan pek çok nitelikli personel bu yönetim anlayışı sebebi ile ya özel sektöre geçmiş yada görev aldığı kamu kurumu içerisinde emekliliğini bekler hale gelmiştir.
Aslında söylemek istediğim şudur; Devletin her kademesi Antalya’nın gelişme süreci içerisinde verdiği izin ve ruhsatlardan kentin bu noktaya geleceğini önceden biliyordu. Ancak şehre kümülatif bakan bir göz olmadığı için, kentte meydana gelecek olan çevresel etkileri değerlendiremediler ve kentin kontrolsüz gelişmesini sadece aymaz bir şekilde izlediler. Yine belirtmek isterim ki bu sorun temel olarak yönetsel bir sorundur. Kişilere bağlı değildir. Devletin idari yönetim şekli bu anlamda revize edilmeli ve ‘teknik devlet’ haline dönüştürülmelidir
Çöpler kokar, dere yatakları talan edilir, akarsular kirlenir, deniz kirlenir, hava kirlenir, kuvvetli bir yağışta yolları, alt geçitleri su basar, insanlar ölür. Gerekli tedbirleri almadığınızda en basit bir hava olayı insanların öldüğü bir çevresel felakete dönüşür.
Kentimiz kazandı, insanlarımız kazandı deniliyor.
Neyi, nasıl kazandığımız, bu kazancın insanlarımıza nasıl yansıdığı ve nasıl paylaşıldığı ayrı bir sorgulama konusu ancak sahillerimiz boyunca uzanan tescilli 500 bin yatak kapasiteli yüzlerce otel ve tatil köyünün kentimize ve çevremize etkileri ve ödettikleri bedeller neler olmuştur, sorusu nedense bugüne dek pek irdelenmedi.
Turizm sezonu biterken bu konuyu enine boyuna irdelemek için “Çevre Mühendisi Cem Arüv’le” bir söyleşi yaptık.
Söyledikleri öyle pek de iç açıcı olmadı.
- Sayın Arüv, portakal çiçeği kokan Antalya nasıl oldu da çöp ve atık kokan bir kent haline geldi?
Evet, bir şehrin portakal çiçeği kokusundan, çöp kokusuna nasıl kötü bir şekilde evrildiği ve bizlerin şehirlerimizi nasıl bu hale getirdiğimizin hikayesi gerçekten çok hazin.
Her şey aslında 1982 yılında Turizm Teşvik kanununun yayınlanması ile başladı. Antalya ve çevresini turizme açan bu kanun, öncelikle kıyılarımızda olmak üzere, turizm ikinci konutları ile birlikte yapılaşmaya açtı. Ekonomik kalkınma için turizm sektörünün ülkede gelişmesini önemseyen devletimiz başlangıçta gerek alt yapı, gerekse üst yapısı ile birlikte olağanüstü bir seferberliğe girişti ve ilan ettiği Turizm Bölgelerinde doğa ve çevre ile uyumlu tesislerin ülkemize kazandırılmasını sağladı.
Haksızlık etmemek gerekir ki Turizm yatırımcısı da başka ülkelerde benzerine az rastlanır bir refleksle, kıyılarımıza, yüksek kalitede turistik tesisler kazandırdı.
- Yani turizm yatırıcısı ve devlet başlangıçta çevreyi koruyan bir çalışma içerisindeydi.
Evet doğrudur. Devletimiz turizm alt yapısı götüremediği yerlerde ise yine bu heyecanlı yatırımcının önünü açtı ve kendi alt yapısını yapması, çevre ve doğa ile uyumlu yatırımların gerçekleştirilmesi adına Turizm Bakanlığı denetiminde konaklama tesislerinin yapılmasına imkan verdi. Özellikle 1990 lı yıllardan sonra Antalya’mızdaki turizm yatırım hızı her yıl eklenen yatak sayısı ile birlikte inanılmaz boyutlara ulaştı. 1980 li yıllarda 20 bin olan yatak sayısı, günümüzde bir milyonun üzerine çıktı.
- 90’lı yıllardan sonra yatırımların hız kazanması, başlangıçtaki çevreye uyum için yapılan önlemlere sonradan dikkat edilmesi mi demek istediniz? Bu kadar yatırım yapılırken çevresel boyutta neler yaşandı bunları anlatır mısınız?
1-Turizm sektörünün yapılaşma ihtiyacı için beton lazımdı. Betonun temel bileşeni olan agrega için önce dere yataklarından sonra dağlardan vahşice milyonlarca ton malzeme alındı. Dere yatakları mahvoldu, bazıları kayboldu, yer değiştirdi. Geçmişte var olan bazı tepeler taş ocağı faaliyetleri neticesinde yok oldu!
2-Devletin ilan ettiği Turizm Bölgeleri ve diğer turistik tesis alanlarında legal ya da illegal su kullanımı neticesinde yer altı su seviyesi inanılmaz derecede düştü. Geçmişte sürekli akış gösteren ve denize dökülen çaylar kurudu!
3-Antalya il merkezi turizm sektörünün hizmet ihtiyacını karşılamak için gelen insanımızın konut ihtiyacının karşılanabilmesi için yapılaşmaya açıldı. Kent her yıl üst üstü konacak şekilde olağanüstü sayılarda göç aldı. Yerel yönetimler Turizm sektörünün tetiklediği konut ihtiyacını karşılamaya yönelik yeni imar planları yapımında, gelişme bölgelerinin imara açımında, imarlı arsa üretiminde geç kaldı ve Antalya bir dönem gecekondulaşmaya teslim oldu.
4-Kentin kontrolsüz büyümesi ister istemez mevcut alt yapı sistemlerinin yetersiz hale gelmesine yol açtı ve çok büyük bedeller ödenerek kentimize alt yapı yapılmaya çalışıldı.
5-Kentin kontrolsüz ve plansız büyümesi neticesinde Antalya ismi ile yan yana gelmemesi gereken hava kirliliği gibi bir sorun kış aylarının rutini haline geldi.
6-Yine plansız yapılaşma neticesinde turizm bölgeleri ve eğlence merkezleri ile evsel yerleşimler bir arada inşa edildi ve gürültü gibi anakronik bir sorun yaşanmaya başladı.
7-Denizlerimize yapılan kontrolsüz atıksu deşarjları bir dönem denizin kirlenmesine yol açtı. Şükür ki zamanında yapılan alt yapı yatırımları ile kontrolsüz deşarjın önüne geçilmeye çalışıldı.
8-Son olarak çöpün toplanması, transferi ve bertarafı, halka yansıyan kısmı ile kokusu gibi bir sorunla kent merkezi ve turizm ilçeleri karşı karşıya kaldı. Antalya da yapılan onca bertaraf tesisine rağmen çöpü problem olmayan maalesef hiçbir beldemiz kalmadı.
- Çok dehşet bir tablo çizdiniz. Tepelerin kaybolmasından derelerin kurumasına, imarsız kentleşmeden hava kirliliğine, denizlerimizin bir dönem kirlenmesinden çarpık kentleşmeye, çöp toplanmasından çöpün bertarafına kadar uzanan bir sorunlar yarattığını ifade ettiniz. Peki bunun bedeli ne oldu?
- Kısacası, çevresel olumsuzlukların yarattığı bedeli buna neden olan turizm yatırıcıları değil, bu halk ödemiştir dersek doğru olur mu?
Aynen doğrudur.
- Neden bu noktaya geldik?
Çünkü turizm sektörü Devlet eliyle gelişmeye açılırken yukarıda listelediğimiz pek çok konu atlandı ve sorunlar yaşandıktan sonra çözüm üretilmeye çalışıldı.
- Yani başlangıçta olduğu gibi yürümedi mi işler?
Bunun başlıca nedeni turizm yatırımlarının hızına uygun olarak gerekli ekonomik gücün, günün koşullarında yeterli olmaması ve devletimizin bütüncül görebilen ve bütüncül yönetme kabiliyetine sahip ‘teknik devlet’ olmamasıdır.
- Teknik devlet derken neyi kast ettiniz?
Şunu kast ediyorum. Halkın kent içerisinde yaşarken en az olumsuz çevresel etkiye maruz bırakan devlet, adil ve teknik devlettir.
Geçmişte devletin teknik kısmını oluşturan İller Bankası, DSİ, Karayolları, Köy hizmetleri, Çevre İl Müdürlükleri, Bayındırlık İskân Müdürlükleri, İl Özel İdareleri ve yerel yönetimler gibi kamu kurumların işlevini değiştirip, proje üretmek yerine siyasilerin emrini yerine getiren ve ilde yapılan işleri sadece denetleyen bir konuma getirilmesidir.
Bu durum kamu hafızasının körelmesine, izleme ve projeksiyon kabiliyetlerinin ortadan kalkmasına sebep olmuştur. Devlet ve yerel yönetim kadrosu içerisinde yer alan pek çok nitelikli personel bu yönetim anlayışı sebebi ile ya özel sektöre geçmiş yada görev aldığı kamu kurumu içerisinde emekliliğini bekler hale gelmiştir.
- Demek istediğiniz şu mu? Devletin teknik kurumları atıl hale getirilmiş ve siyasetçilerin istediği şekilde oynadığı bir kurumsal yapıya dönüştürülmüştür…
Aslında söylemek istediğim şudur; Devletin her kademesi Antalya’nın gelişme süreci içerisinde verdiği izin ve ruhsatlardan kentin bu noktaya geleceğini önceden biliyordu. Ancak şehre kümülatif bakan bir göz olmadığı için, kentte meydana gelecek olan çevresel etkileri değerlendiremediler ve kentin kontrolsüz gelişmesini sadece aymaz bir şekilde izlediler. Yine belirtmek isterim ki bu sorun temel olarak yönetsel bir sorundur. Kişilere bağlı değildir. Devletin idari yönetim şekli bu anlamda revize edilmeli ve ‘teknik devlet’ haline dönüştürülmelidir
- Sadece teknik devlet olunca mı çevre düzelir işler?
- Peki adil olmayan teknik devlette yaşanınca neler olur?
Çöpler kokar, dere yatakları talan edilir, akarsular kirlenir, deniz kirlenir, hava kirlenir, kuvvetli bir yağışta yolları, alt geçitleri su basar, insanlar ölür. Gerekli tedbirleri almadığınızda en basit bir hava olayı insanların öldüğü bir çevresel felakete dönüşür.
- Belediyeler bunun neresinde sizce?