Muşmula, erik, dut, portakal, mandalina ağaçlarının arasına oturmuş elimdeki yaş bir ağaç dalı ile yağmurdan yumuşamış kızıl toprağın üzerine bir şeyler karalıyordum. Hayıt’ın elinde bir pazar çantası ile duvardan atladığını gördüm nihayet.
‘Nerde kaldın oğlum?’
‘Pederden kaçamadım yav, berbere gideceğiz diye tutturdu’
3 numara tıraş makinesiyle girişmişti Hayıt’a mahalle berberi. Kıpkırmızı olmuş ensesinden, kulaklarından berbat bi kolonya kokusu yayılıyordu.
‘Oğlum mahallede eşek tıraşı olan bi sen kaldın, yaptırsana Amerikan tıraşı bizim gibi’
‘Peder istemiyor. Tavuk götü gibi kafayla gezmez erkek adam diyor’
‘Neyse dök bakalım şu malzemeleri’
Elindeki çantayı boşalttı toprağın üstüne.
Yarım metre serum, eski bir kadın çizmesi, paslı bir bıçak, makas ve ip döküldü yere.
‘Neredeydi bu dut ağacı?’
Gösterdim elimle.
İki dakikada ağaca çıkıp sapan için çatallaşmış bir dal aramaya koyulduk. Hayıt benim bulduklarımı beğenmiyordu pek. Akkız da huylanmış havlıyordu dut ağacının altında. İyi niyetini suiistimal etmiştik hayvancağızın.
‘Bunlar iyi, hem kırılmaz hem de ele rahat geliyor’
‘İyi işte. İnelim anasını satayım. Köpek yıktı ortalığı’
‘Sen daha şimdiden tırsarsan işimiz var oğlum’
‘Bu nasıl? ‘
‘Yaramaz’
‘Ulan sapan uzmanı oldun başımıza. Peki bu?’
‘Onu da boş ver’
‘Hayıt baban geliyor lan!’
‘Hani nerde hani?’
‘Ehe eh... Şaka lan şaka. Bana tırsak diyene bak’
‘Hay senin şakana. Armut gibi düşürecektin beni ’
Evlerinin kömürlüğünde yarım paket sigara ve tekel birası ile yakalandığından beri ailesi -güya- boş bırakmıyordu Hayıt’ı. O gün yediği dayak cennetin hangi köşesinden çıkmıştı bilinmez ama mahallede efsane olmuştu.
Yakalandığı anda nedense kaçmamıştı babasından. Karanlık, tuhaf bir ayinin içinde gibi elinde yanan bir sigarayla oturup dayak yemeyi beklemişti.
Bu teslim olmuş hali sayesinde bir iki tokatla kurtulabileceğini de hesaplıyor olabilirdi belki ama bu numarası tutmamıştı.
Babasının hakaretleri, Hayıt’ın çığlıkları arasında eşeğin sudan gelme vaktini bütün mahalle içimiz acıyarak beklemiştik uzun bir süre.
* * *
Serumları eşit şekilde kestik önce. Hayıt eski çizmenin üst bölümlerini makasla ayırıp sapanlarımızın şarjör bölümü de diyebileceğimiz yerlerini ayarladı. Kenarlarını oyduk bıçakla. Dişimizle ısırarak, elimizle ölçerek, soğuktan titreyerek bitirdik sapanlarımızı nihayet.
Hafif bir de yağmur serpiştirmeye başladı ıslak ağaçların, suya doygun çamurlu toprakların üzerine.
‘Gocuk güzelmiş lan’
‘Abimin. Sabah o uyanmadan aldım, giydim. Cebinden de sigara çıktı’
Birer sigara yakıp öksüre tıksıra içmeye çalışırken Akkız yine havlamaya başladı.
‘Şurada biraz talim yapıp sonra da fıyalım. Bu it rahat vermiyor bugün’
Duvar kenarına bir cam şişe koyup sapanlarımızı denemeye başladık.
‘Serum aldım ya’
‘Hıı... Vay anasını. İyi gömdün lan’
‘Eee ustana bak da bi şeyler öğren oğlum... Neyse ne diyordum eczacı kadın yemin ettirdi lan bana. Kuş vurmayacaksınız diye.’
‘Ben zaten kuş vurmam ki’
‘İstesen de vuramazsın oğlum. Yamuk yumuk tutuyorsun sapanı’
Şişenin kırıntılarını bile vurmuştu Hayıt. İmalatında olduğu kadar kullanımında da mahallenin bir numarasıydı sapan işinin.
* * *
Büyük operasyona saatler kala hazırlıklarımız tamamdı nihayet.
Bugün öğleden sonra yapacağımız iş bizce ne kadar önemli olursa olsun çocuktuk işte. Sapanları bi tarafa fırlatıp o zamanlar tuhaf kokusundan dolayı osuruk ağacı dediğimiz bir ağacın dalından iki tane değnek yonttuk. Televizyonda izlediğimiz Battal Gazi, Kara Murat filmlerindeki gibi giriştik birbirimize.
Birbirimize isteyerek vurmuyorduk genellikle. Bir süre sonra sopası kırılan yenilmiş sayılıyordu.
‘Gözümü çıkarıyordun oğlum’
‘Sen de elimi yırttın lan. Hususi inceltmişsin sopanın ucunu’
Akkız ‘hayt huyt’ seslerinden iyice sinirlenmiş havlamalarının dozunu yükseltmişti.
Bahçenin sahiplerini çağırdığı belliydi artık.
‘Hadi gidelim oğlum, Akkız ispiyona bağladı’
‘Kimseye görünmeyelim. Sapanları da sağlam zulalayalım’
‘Aynen’
* * *
Bahçe duvarından atlar atlamaz mahallenin o soğuk gününde yılan elinde kalmış gibi bağıran bir kadının sesiyle irkildik. Hayıt’ın annesiydi bu. Camdan yarı beline kadar sarkmış nenesinin nenesi gününden kalma bedduaları oğluna ve bana yağdırıyordu.
‘Naha adcağızlarınız kalmasın, gıran giresiceler, kara yeller götürsün de geri getirmesin sizi inşallah’
Hayıt’ın bu anne-baba zulmünden sinirlerinin hepten bozuk olduğu zamanlardı artık.
‘Ne bağırıyon gızım, girsene içeri’
‘Yepyeni çizmemi almış da sapan yapmış allahın belası. Senin gibi oğlum olacağına taşları alaydım kucağıma’
‘Hey çizmene de sana da. Nesi yeni gızım bunun, kömürlükten aldım ben bunu’
Tüydük mahallemizden. Akşam ikimiz için de zor olacaktı, belliydi şimdiden.
* * *
Yollardan, caddelerden, bahçelerden, bostanlardan, köpeklerden tüyerek, tavukları ürküterek nişan alacağımız bölgeye vardık en sonunda. Acıkmış, üşümüştük haliyle.
‘Biraderim tam bu balkonun altından atacağım ben, karşıdan atarsam içeri düşer, bi boka yaramaz’
Keskin gözlü, usta ve kararlı bir avcı gibi konuşuyordu Hayıt.
‘Sen şu gocuğun içine dolduracaksın düşenleri.’
Demin Hayıt’ın anasından yedi mahalle kaçan biz değildik sanki. Kırk yıllık çakallar gibi yapıyorduk planlarımızı.
‘Kovalanırsak ayrı ayrı kaçacağız. İkimizden biri yakalanırsa diğeri mahalleye haber verecek’
Nedense el sıkıştık. İkimiz de geçtik operasyon bölgemize.
* * *
Birkaç gün sonra bir yerel gazetenin ‘OKURDAN’ adlı bölümünde eski matbaa puntolarının oynak dizininde insanın gözüne gözüne çarpan ‘YETTİ ARTIK’ başlıklı bir yazı kendince bir isyanı dile getiriyordu.
YETTİ ARTIK
“Bu şehrin yöneticileri; sayın vali, sayın belediye reisi, kolluk kuvvetleri neredeler? ‘Bir şehir göç alabilir, gereğinden hızlı da büyüyebilir’ diyorsunuz ama bunun sosyal, kültürel ve asayiş olarak önlemini sizin almanız gerekmiyor mu?
Söylemesi ayıp insanın balkonundaki sucuklarını bile çalar oldular. Gazeteniz aracılığı ile söylemek istiyorum ki ‘yetti artık’ YET-Tİ AR-TIK!!!”
* * *
Hayıt’ın babası görmüştü gazeteyi. Katlayıp atmıştı bir kenara.
‘Anlaşıldı mahallenin bütün çocuklarının aynı gün neden ötürgen olduğu’ dedi.
Haklıydı ama... Zira çoğu arkadaşımız çiğ yemişti dağıttığımız sucukları...
Yorumlar
Kalan Karakter: