Edebiyata ilgi duyan, okumayı seven herkes için farklı bir eylemdir yazmak. Çoğu zaman, duyguları ifade etmekten çok kelimeleri birbiriyle dans ettirerek derin anlamlar yaratmaktır. Yazmanın büyüsü, yazan kişi için paha biçilemezdir. Yazabilen kişi için kalem ve kağıt birer dert ortağıdır da aynı zamanda. Kimseyle konuşulamayan, hatta belki söylenmesi 'suç' teşkil edebilecek cümleler bile kalemle kağıda dökülürken yazarına bir cesaret verir. Bu yüzdendir, günümüz edebiyatının en sevdiğim isimlerinden biri olan Ece Temelkuran'ın "Yazı yazarken korkmuyorum" demesi... Ece Temelkuran gerek yazı stili, gerek kullandığı üslup, gerekse "bir şeyde başkasının göremediği bir şeyi görmesiyle" oldukça başarılı kitaplara imza atmış ve yenilerine atmasını dört gözle beklediğim, ihtiyacımız olan bir yazar! Bugün, Temelkuran'ın farklı zamanlarda yazdığı yazıları derlediği kitabı Dışarıdan Kıyıdan Konuşmalar'a konuk olacak, kurduğu o farklı edebiyat dünyasında küçük bir gezintiye çıkacağız...
EDEBİYATIN DİLİ GÖRMEKTİR
Edebiyatı sevenler için yazmanın ne kadar önemli olduğuyla başladık madem, bununla devam edelim. Kimi zaman çok sancılı bir süreç olsa da yazmak, kimi zaman kalemden kağıda kendiliğinden dökülüverir harfler, harflerin oluşturduğu kelimeler ve kelimelerin yan yana dizilmesiyle derin anlamlar aktaran cümleler... "Yazının, yazmaktan çok önce başladığını çok sonra anlıyorum" diyor Ece Temelkuran ve şöyle anlatıyor derin bir kuyu olan yazıyı; "Edebiyatın dili yazmak değil, görmektir aslında, çok sonra öğreniyorum. Öğrendiklerinden önce gelen bilgi, sözcükten önceki ses, yazıdan önceki edebiyat, dilden önceki anlatım...Edebiyat orada başlar. Dil, konuşmaktan epey önce... Bir çocuk, doğumunda sonra çıkardığı ilk sesle eklenir doğduğu kara parçasının büyük dil geleneğine. Annenin sesi, dilde açılan ilk kapıdır. (...) Edebiyat ise bir şeyde başkasının göremediği bir şeyi görerek başlar. Bir şeye şaşarken... Sonra, son kapı, en zor kapı için beklemek gerekir. Yazı, dilin son kapısıdır."
EĞLENCENİN ÖZENTİ HALİ
Şimdi küçük bir yolculuğa çıkalım; çocukluğumuza dönelim mesela... Çocukluğumuzun eğlence anlayışı neydi? Sokakta misket oynamak veya belki top koşturmak mahallenin çocuklarıyla... Peki ya birinin saklandığı ve geri kalan herkesin onu bulmaya çalıştığı, çocukluğumuzun belki de en sevdiğimiz efsane oyunu, saklambaç? Bu oyunlarla büyüyüp de mutsuz bir çocukluk geçirdiğini söyleyene rastlamadım. Peki, bugünün eğlence anlayışında, geleceğimiz çocuklar nasıl eğleniyor? İşte onu da artık 7'den 70'e herkesin gözünü kırpmadan saatlerce seyrettiği televizyon belirliyor. Bakalım Ece Temelkuran Dışarıdan Kıyıdan Konuşmalar kitabında bu konuyu nasıl aktarıyor; "(...) Televizyondakiler gibi yaşamaya çalışıyor insanlar. Televizyondakiler gibi eğlenmeye çalışıyor. Eğlenenlerin, mutluların durduğu bir merkez var; herkes canhıraş oraya yüzüyor. Onlar gibi gürültülü ve onlar gibi şen şakrak kuzu parmak! 'İyi' yaşamak öyle tarif edildi çünkü; eğlenerek, oynayarak, gürültülü ve Türkiye çok hızlı 'öğreniyor'!
SEVGİ NEDİR?
"Hayat kısa, her anını dolu dolu yaşa." Kim söylemiş bilmiyorum, her yerde duyarsınız bu cümleyi. Çok duyduğumuzdan artık klişeleşmiş olmasına karşın, bence doğru bir felsefe. Ama eksik... Şu kısa olan ve dolu dolu yaşayabileceğimiz hayatın içinde en önemli unsur hiç kuşkusuz sevgidir. Sevebiliyorsan bir başka insanı, yaşadığı acıyı sen de yaşayabiliyorsan her hücrende, hayattasındır. Sadece bir sevgiliyi değil, her insanı, doğayı, hayvanları sevebilmekte mesele. Sevginin en saf hali burada saklı. Edebiyat dünyasını takip edenler Türkiye edebiyatının çınarı Yaşar Kemal'in Tilda ile yaşadığı aşka kıyısından ucundan şahitlik etmiştir okuduklarıyla. Ece Temelkuran Yaşar Kemal ve Tilda'ya ithaf ettiği Nasıl Sevmeli? başlıklı yazısında bakalım ne diyor; "İnsan, hayatın o kadar da kısa olmadığını anladığı zaman büyüyor galiba. Yaşayan için bitmeyecek bir şeydir çünkü hayat; ancak, ölmekte olan için kısa. Düştüğün yerde kalınmaz çünkü, vurulduğun yerde bitmez. Uzar, genleşir hatta delinip derinleşir zaman. Birikirsin. İnsan en çok bunu anladığında yalnızdır. Birikeceğini, hayatın ölüme kadar bitmeyeceğini anladığı an. Aslında gerçekten tam o anda birini arar insan. İnsanlığın ucuz cehenneminde bir başına olmamak için. Olup bitenler hakkında hiç değilse konuşmak için. Bir şey görünce dönüp "gördün mü?" demek için. O yüzden işte..."
NASIL YAŞAMALI?
Ece Temelkuran'ın sizi de bir kısmına ortak ettiğim kitabının bana kattıklarından en önemlisi, yaşadığım hayatı sorgulamam oldu. Daha çok okumak, daha çok düşünmek, daha çok sevmek, önyargıyı kırmak... Tüm bunları başardığında insan hem kendi hayatına hem de kendi ülkesine faydalı olabilir. Hayatın, televizyonun aptal dünyasından ibaret olduğunu zannedilen bu zamanda, en çok buna ihtiyacımız var. En azından ruhumuzun temiz kalması için yapmamız gerekenler çok basit. Bir yerden başlamalı... Hayat kısa, vakit kaybetmeyin!
Yorumlar
Kalan Karakter: