Çeşitli ırklara, renklere, kültürlere mensup insanlann huzur ve güven içinde birlikte yaşayabilmesi için en başta insanlann can, mal ve ırz güvenliğinin sağlanması gerekir.
Bu açıdan bakıldığı zaman İslam âlimlerinin, korunmasını dinin temel hedefi olarak belirledikleri ‘zarurât-ı hamse/güven- ce altına alınması zorunlu beş şey’ aslında İslam’ın bu husustaki ana yaklaşımını ortaya koymaktadır. Dinin temel amacı bu beş hedefi gerçekleştirmek ve güvence altına almaktır. Yüce Allah’ın peygamber göndermesindeki temel hedef de budur.
Canın korunması/can güvenliği, aklın korunması (düşünce özgürlüğü bu kapsamda değerlendirilmelidir), ırz, namus ve haysiyetin korunması/insan onurunun muhafazası, dinin korunması (inanç özgürlüğü bu kapsamda değerlendirilmelidir,) malın korunması/mülkiyet hakkı ve kişinin mal güvenliği.
Korunması ve güven altına alınması hedeflenen bu beş ana hedefe bakıldığı zaman bunların her türlü insan haklarını kapsadığı görülür.
Kur’ân-ı Kerim, Hz. Peygamberin sözleri ve uygulamaları ve bu doğrultuda oluşmuş bulunan ana İslami anlayış ve yaklaşıma göre, insanın temel haklan insana, insan olması münasebetiyle onu yaratan Yüce Allah tarafından verilmiştir. Bu sebeple söz konusu haklar, insanın doğal haklarıdır. Usul-ü fıkıhta ele alınan vücup ehliyetinin konusu da budur. Her insan doğuştan birtakım haklara sahiptir. ^
Bu haklan insana veren, başka bir insan veya kurum yahut güç odaklan değildir. Bu haklar Allah’ın insana lütfudur. Çünkü Yüce Allah insanı yeryüzünde halife olarak yaratmış ve onu en saygıdeğer/mükerrem varlık kılmıştır. Onu, insanlık emanetini taşımaya ehil olarak yaratmıştır.
Demek ki şu veya bu yönetimin veya devletin insanlara haklarını verdiği yolundaki söylemler, aslında onların bu haklan gasp etmediğini yahut kısıtlamadığını anlatmak için kullanılan ifadelerdir. Dolayısıyla İslami yaklaşım, insanlara hakların insanlar ve bir takım etkili ve yetkili güçler tarafından tanınıp lütfedildiği ve yine onlar tarafından serbestçe kısıtlanabileceği anlayışını reddeder. İnsana insan olması hasebiyle değer verir ki insanların birlikte huzur, barış ve güven içinde yaşayabilmelerinin en önemli esası, insanların birbirlerine insanca davranışlarda bulunmaları ve birbirlerini Allah’ın bütün insanlara lütfettiği haklardan mahrum bırakmaya çalışmamalarıdır.
“Ey insanlar! Şüphe yok ki, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi boylara ve kabilelere ayırdık. Allah katında en değerli olanınız, O’na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, hakkıyla haberdâr olandır.” (el-Hucurat 49/13)
İslam’a göre bütün insanlar, ayet-i kerimede ifade edilen bu büyük ailenin çocuktandır. İstisnasız olarak ve hiçbir ayrım yapmadan her insan, yaratılışı itibariyle saygındır. Kur’ân-ı Kerim nazarında dinine, inancına, rengine, ırkına bakmaksızın insanın şerefli bir varlık olarak yaratıldığı açıklanmıştır. İnsan, Yüce Allah’ın değerli kıldığı varlıktır, mükerremdir. Bu hususu ifade eden ayet-i kerimenin meali şöyledir: ‘Andolsun, biz insanoğlunu şerefli kıldık. Onları karada ve denizde taşıdık.
Kendilerini en güzel ve temiz şeylerden rızıklandırdık ve onları yarattıklarımızın birçoğundan üstün kıldık.’(el-isrâ: 17/70)
Allah Resûlû’nün Veda Hutbesinde yer alan şu cümleler ise, birlikte yaşama ahlakına en çok zarar veren ırkçılık ve türevleri mahiyetindeki her türlü hastalıktan toplumları koruyacak biricik kıymet ölçüsüdür: ‘Rabbiniz birdir, babanız birdir. Hepiniz Âdem’densiniz, Âdem de topraktan yaratılmıştır. Hiç kimsenin başkaları üzerinde soy sop üstünlüğü yoktur. Allah katında üstünlük, ancak takva iledir.’
Birlikte yaşama hukukunun temel esasını ortaya koyan yukarıda mealini verdiğimiz ayeti kerimeyi teyit eden ve açıklayan bu kutlu sözler, kıyamete kadar bu hususta insanlığın yolunu aydınlatacak temel ölçüyü ifade etmektedir.
Burada insanlar arasında yegâne üstünlük ölçüsü olarak zikredilen takvanın kapsamı üzerinde biraz durmak gerekir. Takva, sakınmak demektir. Neden sakınılacaktır? Zulüm, hıyanet, adaletsizlik ve haksızlık gibi Allah’ın koyduğu ölçülerin ve hakların çiğnenmesine ve ihlal edilmesine yol açacak her türlü tutum, davranış, eylem ve söylemden sakınmak, elbette bu çerçeve içinde yer alacaktır. İnsanlığın huzur ve saadeti için Yüce Allah’ın koyduğu sınırlan gözetme konusunda gösterilen duyarlılık, takvanın anlam çerçevesindedir. Buna göre insanlığın dünya ve ahiret saadeti için konulmuş bulunan sınırlan ihlal etmeme noktasında en fazla sakınan, bu hususta en fazla hassasiyet gösteren kişi, takvaya en fazla riayet eden en muttaki insanlardandır.
İnsanları değerlendirirken ilahi ölçü budur. Bir hadis-i şerifte de ifade edildiği gibi ‘İnsanlar tarağın dişleri gibi eşittir.’ Hz. Ali efendimizin ifadesiyle ‘İnsanlar ya dinde kardeş ya da hilkatte/yaratılışta eştir.’ Birlikte yaşama hukukunu temellendirebilecek yegâne ölçü budur. Birlikte yaşamanın ahlakı da bu temel üzerine kurulabilir.
İslam’da ötekini yok etme başlığını taşıyan bir anlayışın hiçbir zaman yeri olmamıştır. Çünkü bu öteki -her ne kadar din hususunda ve itikatta Müslümanlara karşı da olsa- bir insandır ve o insan haklarına sahiptir. Kendi inancını koruyarak Müslümanlarla yan yana yaşamak istediği takdirde bu hususta kendisine imkân verilir ve baskı yapılmaz.
İnsanların renklerinin, dillerinin, ırklarının farklılığı, Yüce Allah’ın sınırsız güç ve kudretini gösteren ayetlerdendir, delillerdir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: ‘Göklerin ve yerin yaratılması, dillerinizin ve renklerinizin farklı olması da onun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda bilenler için elbette ibretler vardır.’(er-Rûm, 30/22)
Bu farklılıkları var eden hiç bunların düşmanlık veya nefret nedeni yapılmasına rıza gösterir mi? Tam tersine İlahî irade bunların tanışmaya, hayırlı işlerde buluşmaya, yardımlaşmaya, işbirliğine ve insanlık namına ortak yararların ve maslahatların gerçekleştirilmesine vesile olmasını istemektedir. Kaynak: (D.İ.B. (Dr. Ekrem KELEŞ)
Yorumlar
Kalan Karakter: