Geçen Cuma. Antalya Su ve Atık Su İdaresi (ASAT) fatura ödeme noktasında sıramı bekliyorum. Bir hanım gişedeki memura, su saatinin doğru dürüst okunduğuna inanmadığını söylüyor. “Hep mi aynı rakam gelir? Olacak iş mi” diye yakınıyor. Memurdan tık yok. Ne desin ki zaten? Ama benzeri cümleleri belli ki daha önce de duymuş. Hanım ödemesini yapıp gidiyor. Sıra hızlı hızlı ilerlerken bir bey geliyor, hepimizden izin isteyip gişenin camından başını uzatıyor. Memura, şikayetini nereye iletmesi gerektiğini soruyor. O binada o birim yokmuş. Adamcağız giderken hepimize anlatıyor: “Böyle şey olur mu? Temmuz’dan beri aynı fatura. Yahu Temmuz’da bütün aile günde 40 kere yıkanıyorduk. Hava soğudu, ne o kadar yıkanıyoruz ne o kadar su harcıyoruz. Oturdukları yerden kafaların göre fatura düzenliyor bunlar!”
* * *
Geçen Cumartesi. Konyaaltı tarafında yolda yürüyorum. Yol demem lafın gelişi değil. Kaldırımlarda yürüyemiyorum. Yerinden kayanlar, kırılmış olanlar, altlarındaki kumun oynaması yüzünden inişli çıkışlı hale gelen kaldırım taşları yüzünden ben yolda, asfaltın üstünde yürüyorum. Genç bir anne var kaldırımda. Bebek arabasına binmeyi reddeden yürümeyi yeni öğrenen bebeğine, çantasına ve bebek arabasına aynı anda mukayyet olmaya çalışan bir anne. Başaramıyor, bebek yere kapaklanıyor. Genç anne, arabayı, çantayı bırakıp bebeğe hamle yapıyor. Ağlayan bebeği kucaklayıp doğrulurken tökezliyor. Bir engebeli kaldırıma bakıyor bir de bana. Çaresizce başımızı sallıyoruz birbirimize.
* * *
Geçen Pazar. Hava çok sıcak ve güneşli. Yürüyüşe çıkıyorum. Sabah kahvaltısını geç yapmış insanların acıkma saatleri belli ki. Paket servis motosikletleri vızır vızır! Hamburgercininki trafiğin akış yönünün karşısından geliyor. Yaya geçidindeki pidecinin motosikletine klakson çalıyor. Yaya geçidini o çabuk boşaltsın ki, kendisi de oradan geçecek. Ağır adımlarla yürüyen orta yaşlı hanımın temposundan sıkılan pizzacının sabırsız paket servisi kornaya basıveriyor. Kadıncağız kaldırımın diğer tarafına can havliyle zıplıyor. Kaldırım boyunca hızla uzaklaşan motosikletlinin ardından eli yüreğinde bakakalıyor. O sırada yaya geçidine otomobilini park eden bir adam bankanın para makinesine yürüyor. “Yaya geçidini kapattınız” diyorum. Sanki bilmiyor! Tenezzül edip cevap bile vermiyor.
* * *
Pazartesi sabahı. Bir bardak çay eşliğinde bilgisayarın başındayım. Facebook’u açmamla birlikte ilk gördüğüm gazeteci Habil Tangören’in paylaşımı. “Trafik teröristlerine sinir olanlar haydi işbaşına” yazmış. Yanında dil çıkaran bir surat. Altında bir cep telefonu, ekranında şerit ihlal eden bir otomobil. Fotoğrafı çekince gönderebileceğimiz adres de şöyle: http://www.egm.gov.tr/sayfalar/ihbar.aspx. Açtım baktım, yapılacak işlemler çok basit.
* * *
Kaldırımlarda yürüyemiyoruz. Su faturalarımızın her ay okunduğuna inanmıyoruz desek… Yerel çerçevede yaptığımız bütün şikayetler gibi suya yazılabilir. Ama kaldırımlarda dolaşan, yaya geçitlerine park eden, otobüs duraklarını gasp eden, yolda trafiği altüst edenleri ulusal bir sisteme, bulunduğumuz ili yazarak şikayet edebileceğiz.
Canımızdan bezdiren sorunların birinden olsun kurtulabilecekmişiz gibi geldi.
Keyfim de yerine geldi.
Saygı eğer insanların içinden gelmiyorsa, birtakım yaptırımlarla da sağlanabilir.
Yorumlar
Kalan Karakter: