AH O GEMİDE BEN DE OLSAYDIM
Zaman zaman Karaköy’de görürdüm o devasa yolcu gemilerini… Mavilikleri yararak bilinmeyen uzaklara gitmenin dayanılmaz cazibesiyle, bir şarkının iki dizesini mırıldanıverirdim hemen: “Ah o gemide ben de olsaydım, uzak diyarlara yol alsaydım.”
“Bu yaz bir gemi yolculuğu yapalım” dedi babam… Dünyanın birçok yerini gezip görmüş, içinde yaşadığı gezegeni tanıma tutkusunu bütün çocuklarına aşılamış, meraklı babam… Araştırmaya başladık, nereye ve nasıl gideceğimizi. Derken, MSC firmasının bir gemisi, İstanbul’dan kalkmasına birkaç gün kala, boş kalan kabinlerini doldurmak amacıyla, kaçırılmaz bir promosyon yapınca; nereye gideceğimizin kararı da verilmiş oldu. “Adriyatik’e gidiyoruz, gelir misiniz” diye sordular; çok düşünmeden “neden olmasın” diye yanıt verdik.
Pasaportlarımız, vizelerimiz çoktan hazırdı. Bir gemi yolculuğunda valize neler koymak gerektiğini biraz araştırıp hazırlandık ve birkaç gün sonra, uçakla İstanbul’a gittik. Havaalanından bindiğimiz taksi, bizi yarım saatte, Karaköy Limanı’na demirlemiş MSC Magnifica gemisine ulaştırdı. Elimizden valizleri ve pasaportları aldılar, artık kimliğimiz haline gelecek bir kart verdiler ve kısa süre sonra kendimizi geminin 13. katında çay içerken bulduk.
GEMİYLE TANIŞMA
Bunun o kadar kolay olduğunu sanmayın; öylesine büyük bir gemi ki, yolcular için “gemiyi tanıma” turları düzenliyorlarmış önceden. Sonra, işini pek seven bir kaptan gelmiş; yolcuları sürekli bilgilendirdiği için, turlara gerek kalmamış; tur düzenleyenler, bu nedenle kaptana “en büyük rakibimiz” diyorlar. İtalyan kaptan Marco Massa’yı daha sonra anlatacağım; önce şu devasa gemimizle tanıştırayım sizleri.
300 metre uzunluğunda, 32 metre eninde, 14 katlı kocaman beyaz bir cruise Magnifica… 5 yaşında… Genç ama, oldukça iri; yaklaşık 100 bin ton ağırlığında. 1259 kabini var, 3013 yolcu ağırlayabiliyor. 4 tane yüzme havuzu var; ikisi yetişkinler, ikisi çocuklar için. 5 tane kocaman lokantası, 10 tane barı, 3 konferans salonu, birçok kentte bulamayacağınız büyüklükte tiyatro salonu, sineması, casinosu, SPA merkezi, tıbbi bakım ünitesi, kütüphanesi, sanat galerisi, alışveriş merkezi, mini golf sahası, tenis kortu, diskosu, spor salonu, internet kafesi, koşu parkuruyla, yüzen modern bir kent gibi…
Magnifica, MSC Cruises firmasının 12 yolcu gemisinden biri… Bu 12 gemi, dünyanın pek çok bölgesinde dolaşıp, yüz binlerce insana dünyayı tanıtıyor.
MSC Cruises, dünyanın dördüncü büyük cruise şirketi; İtalya’nın ikinci büyük firması. Yük taşımacılığı yapan 450 civarında gemileri de var ayrıca.
Geminin içi, İtalyan tarzı ve pirincin şaşaalı parıltısıyla donatılmış. Temizlik personeli, sabahın erken saatlerinden başlayarak, gün boyunca bu parıltıyı korumak için çalışıyor.
3 KİŞİYE 1 PERSONEL
Kolay değil 3 bin yolcuyu, gezisi boyunca rahat ettirmek. Bunun için 1027 personel, gece gündüz çalışıyor. Aslında gemi personeli, başlı başına bir yazı dizisi konusu. Dünyanın her yerinden, kendi hikayeleriyle gelip denizin ortasında buluşup yeni hikayeler yazmakta olan 1027 insan…
Gemi personelinin iki farklı gruba ayrılabileceğini fark ettim; ülkesindeki yoksulluk nedeniyle ailesinden uzaklarda çalışmak zorunda kalanlar ve dünyayı gezmenin keyfini çıkarmak için çalışanlar…
Birinci gruptakiler; ABD ve Avrupa ülkelerinin sömürüp yoksulluğa terk ettiği Asya, Afrika, Orta ve Güney Amerika ülkelerinden geliyor genellikle. Konuştukları dillerden, hangi ülkenin sömürgesi olduklarını anlıyorsunuz kolaylıkla. Madagaskarlılar Fransızca konuşuyor; Hintliler İngilizce; Orta ve Güney Amerikalılar İspanyolca; Brezilyalılar Portekizce… Hepsi İngilizce konuşabiliyor, İtalyancayı ve birbirlerinin dillerini de öğreniyorlar çalıştıkça.
İkinci gruptakiler; genellikle Batı ülkelerinden. Bu grupta, Türkiye’den gelen gençler de var. (Gençler diyorum, çünkü gemi personeli, genellikle 20-30 yaş arasında. Zaten böyle yoğun bir çalışma temposuna katlanabilmek için, gençliğin enerjisi şart.) Türkler, hem para kazanmak, hem de değişik yerler görmek için çalışıyorlar gemide. Genellikle eğitimli, Türk personel. Resepsiyonda, tur hizmetlerinde, alışveriş merkezinde çalışıyorlar. Hepsi İngilizce biliyor; birkaç dili daha, yetecek kadar konuşuyor. Zaman zaman sohbet etme imkanımız oldu, kendi öykülerini anlattılar. Alışveriş merkezinde çalışan Ümit’in, “neden ülkemde iş bulamıyorum” sorusu, on binlerce Türk gencinin çığlığı aslında.
“Türkiye’de kendime göre iş bulamadığım için buradayım” dedi Ankaralı Ümit ve hiç üstelememe gerek kalmadan anlatıverdi hikayesini... “Gazi Üniversitesi Kamu Yönetimi bölümünü bitirdim, aylarca aradım, ama iş bulamadım. Sadece yandaşları devlet memuru yapıyorlar; özel sektör ise çok az para veriyor. İşsiz olmanın sıkıntısını yaşıyordum, bu gemide eleman arandığını öğrendim, başvurdum ve şimdi buradayım. Ayda 6-7 bin lira kazanıyorum, Türkiye’de kim verir bana bu parayı? Rahatım yerinde, ama neden ülkemde çalışamadığımı sorup duruyorum kendime. Neden ailemin yanında değilim?”
Annesi ve babası da özlüyor Ümit’i… Aylarca denizde olduğu için, sadece İstanbul’a uğradığı birkaç saatte görebiliyorlar oğullarını; o da her zaman değil… Kolay değil, her hafta Ankara’dan İstanbul’a gelmek. Anne, gelirken bir tencere de yaprak sarması getirmiş bir keresinde oğluna. “Karaköy’de bir yerde oturup yedik o sarmayı” diye anlattı Ümit. “Şu gemide çeşit çeşit yemek var, ama hiç biri annemin sarmasına benzemiyor” dedi.
Ümit’in hikayesi, 1027 hikayeden sadece birisi… Yeri geldikçe, bir haftada tanıyabildiğim personelden söz edeceğim sizlere; artık yolculuğa başlayalım…
İSTANBUL’A VEDA
Bizim için kısa bir veda İstanbul’dan hareket; ama turistler için, doyamamanın verdiği hüzünle ayrılış… Sadece 8 saat kalıyor gemi İstanbul’da; bu kadar sürede İstanbul’u tadımlık gezip ayrılıyorlar kentten. Aslında tüm limanlardaki geziler, doyumluk değil tadımlık gemi turlarında. Gemi limanlara yanaştığında, birkaç saatlik süreniz oluyor kenti gezebilmeniz için. Ya hızlı bir panoramik tur yapabiliyorsunuz; ya da sadece bir bölümünü gezebiliyorsunuz.
Kılavuz kaptanın yardımıyla ayrıldı gemi İstanbul’dan. Saat 16.30’da, düdüğünü 3 kez öttürüp kente veda ederken; yolcular birkaç fotoğraf daha çekebilmek için acele ettiler.
Uzun uzun baktım İstanbul’a… Dünyanın en güzel kentlerinden biri, beton yığınları arasında kaybolmak üzereydi. O ünlü İstanbul silueti, gökdelenlerin gölgesinde silinip gitmiş; yüzlerce yıldır ayakta duran o güzelim minareler, kubbeler, kuleler, neredeyse görünmez olmuştu. Gözümü Topkapı Sarayı’na çevirdim… Saray, sanki bütün bu değişimin uzağında kalmak istercesine, bir burunun üzerinde, yüzünü denize, sırtını kente dönmüş gibiydi.
Magnifica, Marmara’da bir kuğu zerafetiyle yol almaya başladı. Marmara ve Avşa adalarının yakınlarından geçti. Gece yarısı Çanakkale Boğazı’na girdi. Boğazda hafifçe sarsıldı gemi. Sonra usulca Ege’ye açıldı.
Boğazdan geçişi izlemek istedik, ancak uzun bir gün ve heyecanın yorduğu bedenlerimiz, uykuya yenik düştü.
DENİZDE BİR GÜN
Gezinin ikinci günü… Gün boyu denizdeyiz. Bu da, gemide zaman geçirmek demek. Sakın bunun zor olduğunu düşünmeyin; gemide yapılabilecek öylesine çok etkinlik var ki, zaman yetiremiyorsunuz.
Günün ilk ışıklarıyla uyandım. Aslında gece boyunca defalarca uyanıyordum yolculuk boyunca. Odamın perdelerini yatmadan önce sonuna kadar açıp denizi izleyerek uyuyor; sabaha kadar sık sık uyanıp denize bakıyordum. Benim için gemi yolculuğunun en keyifli yanı, denize bu kadar yakın olabilmekti. Ayın bir ateş topuna dönüşüp denizde batması; gün doğumu ve gün batımlarının gökyüzünde oluşturduğu o muhteşem tablo; geminin ardında bıraktığı köpüklerin yarattığı Akdeniz ebrusu… Balkonumdan izlediğim bu manzaralar, doyumsuz bir doğayla bütünleşme duygusu yarattı bende.
Güzel bir kahvaltıyla başladık güne. Tahmin edebileceğiniz gibi, gemide yemekler oldukça zengin çeşitte ve lezzetli. Kahvaltı ve öğle yemeği açık büfe restoranda yeniyor. Akşam yemekleri ise, geminin 6. katındaki restoranda sizin için hazırlanmış ve gezi boyunca değişmeyen masanızda, aynı garson tarafından sunuluyor.
Yemeklerde İtalyan etkisi kolaylıkla hissediliyor. Pizza, makarna ve dondurma, gün boyu serviste. Akşam yemeklerinde ise, özenle hazırlanmış deniz ürünleri bulunuyor. Türkçe de dahil olmak üzere, 6 dilde menü hazırlanıyor. Evet, menü Türkçe; ama bu, önünüze gelecek yemeğin ne olduğunu tahmin etmenize pek de yardımcı olmuyor. Adını okumakta zorlandığımız, tanıdık olmayan yemekler ve tatlılar… Yeni tatlar denemek keyifli…
Kahvaltının ardından, sıra geldi, alıştığımız sabah kahvesini içmeye… Gemide sadece bir barda Türk kahvesi var. Hem de bildiğiniz Mehmet Efendi… Evlerde kullandığımız kahve makinelerinde pişirilip yanında çikolata ve suyla servis ediliyor.
Kahveleri Hintli Navy hazırlıyor, Ukraynalı Roman gülümseyerek masanıza getiriyor. İki uzak ülkeden ve bambaşka kültürlerden gelip iyi arkadaş olmuş iki genç, Navy ve Roman. Her kahveye içmeye gidişimde, “nasılsın” diye soruyorum, her ikisine de. Navy, “seni gördüm, daha iyi oldum” diyor; Roman ise, “Navy burada olduğu sürece hep iyiyim. Bazen beni delirtiyor, ama genellikle de mutlu ediyor” diyerek Navy’nin hafiften şımarıp gülümsemesine neden oluyor.
Kahvelerimizi keyifle içtikten sonra gemiyi dolaşmaya başladık. Binlerce yolcu, geminin başka bir köşesinde farklı bir etkinlikte. Çocuk sesleriyle çınlayan havuz başında, güneşe hasret Avrupalılar, Ege güneşinin keyfini çıkarıyor. Genç bir kız, sabah sporu yaptırıyor. Kimi geminin güvertesinde sabah koşusu yapıyor. Kimileri, çoktan casinodaki oyun makinelerinin başında aldı soluğu. Spor salonu, tatilde sağlığı bir yana bırakmayanlarla dolu.
Dediğim gibi, etkinlik hiç bitmiyor gemide. İtalyanca derslerine katılabilirsiniz; samba yapmayı öğrenebilirsiniz; yüzebilirsiniz; Balili genç kadınlara masaj yaptırabilirsiniz; şarkı yarışmasına ya da tombala oyununa katılabilirsiniz; bilgi yarışmasında yarışabilir, Dominik Cumhuriyeti’nin başkentini biliyorsanız ödül bile kazanabilirsiniz; alışveriş yapabilirsiniz; ya da bir İtalyan dondurmasının tadına vararak sadece denizin büyülü maviliğini izleyebilirsiniz.
YARIN: Yer Gök Mavi- 2
Yorumlar
Kalan Karakter: