Tüm hayatımız bir geliş ve bir gidişten ibaret iken; yenilikler, kayıplar, buluşmalar ve ayrılıklar içinde akıp giderken; bu akışın içinde yılda bir kere bir sultan uğrar gönül hanelerimize. Öyle içten, samimi bir muhabbetle gelir. Muhabbeti hem gelişinde hem de onu karşılayanların gönlündedir. Ramazan uyarandır; ‘bir nefes dur da bak haline’ diye.
O sultanın gelişi ile nefs susar, kalem susar… Yeniden bir olgunlaşma ve çoğalma zamanı fısıldanır kalplere… Aklımız ile öğrendiklerimizi kalplerimizle bilelim diye…
Kelimeleri kaleminde olanlara da dokunur Ramazan, içinde yitirdiğini içinde bulmak gayretine düşürür insanı. Talip, nefsini eğitirken dilini de eğitir, düşüncelerini de. Huzur, sebat ve sevgi ikliminde nefeslenen kalp ise çözülür, yumuşar günden güne.
RAMAZAN’IN ANLATTIKLARI
Ve bir hikaye düşer gönüllere, Ramazanın bize anlatmak istediklerini anımsayalım diye;
Evvel zaman içinde, uzak diyarlarda bir adamcağızın yolu gurbete düşmüş. Düğününün hemen sonrasında geldiği diyar-ı gurbette gece dememiş, gündüz dememiş, çalışmış. Ev parası, arsa parası, mal melal derken, tam on sekiz sene kalmış gurbette. O devrin parasıyla da üç bin akçe biriktirmiş. Bizi geçindirmeye yeter bu para, diye düşünerek, memleketine gidecek kervanın yolunu gözlemeye başlamış. Nihayet vakit gelmiş bizimki düşmüş yollara. Kervanın konakladığı bir kasabada çarşıyı dolaşmaya çıktığında, biraz öteden gelen bir ses dikkatini çekmiş:
- 1000 akçeye bir sööz, 1000 akçeye bir sööz...
Benim canımı dişime takıp altı senede kazandığım paraya bir tek sözü satıyorlar! Ne garip adamlar var şu dünyada, demiş kendi kendine, kim bir söze 1000 akçe verir ki? Lâkin kervana doğru yola koyulduğu sırada bir merak ateşi düşmüş içine, kafası karışmış:
-Acaba nasıl bir söz bu? 1000 akçe istediklerine göre kim bilir ne kadar kıymetlidir! Evi yapıp işi kurmaya 2000 akçe de yeter deyip varmış adamın yanına, 1000 akçeyi uzatıp, söyle demiş:
- Kaderde ne varsa o olur...
Sözü duyunca rengi atmış garibin, ben bunu zaten biliyordum da diyememiş. Hayal kırıklığına rağmen, kervana doğru yürüme ye koyulmuş. O sırada birinin daha bağırdığını işitivermiş:
- 1000 akçeye bir söööz, 1000 akçeye bir sööz...
Belki bu defa bu paraya değecek bir sözdür. Oturduğumuz ev de fena değil aslında. Köy yerinde bin akçe neyimize yetmiyor. Uzatmış parayı, söyle bakalım efendi, demiş, neymiş bu kadar değerli söz?
Parayı alan adam, eğilmiş bizimkine:
- Gönül neyi severse güzel odur...
Arkasından bir bağıran daha, oldu olacak bu sözü de duyayım diye vermiş son parasını adamcağız:
- Her şeyin bir vakti vardır, hiçbir şey aceleye gelmez...
On sekiz senede kazandığını üç söze veren adam, kervana dönerken, bir kuyunun başında toplanmış kalabalık dikkatini çekmiş. Yaklaşınca, tellalın sözlerini duymuş:
- Ey ahali! Bugüne kadar bu kuyuya girip sağ çıkan olmadı, bunu başarabilene padişahımız ağırlığınca altın verecektir!
Kalabalıktan, o kuyunun halkın tek su kaynağı olduğunu, kuyudaki canavarın suyu kesip, aşağı inmeye cesaret edenleri öldürdüğünü öğrenmiş ki, o anda aklına satın aldığı ilk söz gelmiş: 'Kaderde ne varsa o olur.'
- Ben o kuyuya girerim, diye haykırmış kalabalığı yararken. Beline bir ip bağlayıp aşağıya salmışlar adamı. Aşağı indiğinde, başını kaldırmış ki ne görsün? Yerlerde insan kemikleri, karşıda dev bir ejderha, ejderhanın sağında güzeller güzeli bir hatun, solunda çirkin mi çirkin bir kurbağa... Garibimin korkmasına bile zaman tanımadan haykırmış ejderha:
- İnsanoğlu, söyle bakalım, kadın mı daha güzel, kurbağa mı?
Adamcağız korkudan titreyerek tam kadın güzel diyecekmiş ki, birden satın aldığı ikinci söz gelmiş aklına:’ Gönül neyi severse güzel odur’, deyivermiş.
Meğer kurbağanın gözüne aşık olan ejderha, kadının güzelliğini duymaya tahammül edemediği için insanların canına kast etmekte, sularına el koymaktaymış. Kuyudan çıkınca padişahtan ağırlığınca altını alan adam, güle oynaya evinin yolunu tutmuş. Kapıyı çalmadan evvel pencereden içeriye şöyle bir göz atmış ki, ne görsün! Karısı bir civanla göz göze, diz dize oturuyor sedirin başında.
Ben bunca sene bunun için mi sefil-perişan oldum, deyip çekmiş hançerini, dalmış kapıdan içeri. Fakat Hakk'ın hikmeti, o anda satın aldığı üçüncü söz gelmiş hatırına: 'Her şeyin bir vakti vardır, hiçbir şey aceleye gelmez.' Duraklamış, hançeri kınına sokup:
- Hayırdır hanım, demiş, kim bu delikanlı?
Kadıncağızın demesine kalmadan delikanlı:
- Baba, diye sarılıvermiş adamın ellerine…
HAKİKAT
Üç hakikat gizlidir bu hikayede. Üstelik hiç kimse bu hakikatlerin farkına varmak için bizden bin akçe istemiyor. Hakikatin idrakine bir de gönüllerimiz ile varsak; şu kıymetli zamanlarda nefsimize veda edip Rabbimize muhabbet ile niyazda bulunsak…
Şimdi susarken; yar adı ile başladığını yine O’nun adı ile bitirir talip.
Kalemimizden çıkan kelamlara yüreği ile katılan tüm yüreklere dua ile,
Ramazanınız muhabbet; muhabbetiniz aşk; aşkınız bayram ola…
Yorumlar
Kalan Karakter: