Parkın sokak mobilyalarından muhtemelen bir gece önceden kalan bira ve sidik kokularına burun delikleriniz, algınız dayandığınca aldırmamaya çalışarak varırdınız Sarı’nın Yeri’ne.
Belli ki o gün bunu yapanlar çoktu. Sıradan, sakin bir akşam olmayacak hatta onun üzerine zor da bir gece eklenecek gibi görünüyordu kayık kadar meyhanede.
* * *
Udi Rasim abi önüne nota sehpasını koymuş olmasına rağmen ezberinden okuduğu nihavent bir takımın henüz başlarındaydı.
‘Yine bu yıl ada sensiz, içime hiç sinmedi’...
Uğultuların içinde pek etkili olmuyor gibiydi tek parça sazdan çıkan tanıdık nağmeler.
Belki de İstanbul’un sayfiye yerinde bu sezon da yavuklusunu görememiş şairin üzüntüsünü yansıtan bu bilindik şarkı doğrusu biraz ‘yeryüzü’ işi kalıyordu bu sıcakta.
‘Dilde yalnız dolaştım hep gözyaşlarım dinmedi’...
Geçen yüzyılın aşk acıları boğaz esintisinin, adadaki çam ağaçlarının altında tatlı hatıralar olarak duradursun Rasim abinin yanına birkaç peçete bırakıldı. Üzerlerinde konukların istedikleri şarkılar yazılmıştı muhtemelen.
Nihavent şarkıları kısa bir saz semaisi ile bitirip o peçetelere uzandı. Biraz baktıktan sonra gözlüğünü takıp yaklaştırdı kâğıtları.
Bu haliyle biraz yaşlıca görünüyordu Rasim abi.
Sağına soluna bir şey arar gibi bakınmaya, garson Hakkı ile göz göze gelmeye çalıştı bi süre. Sarı Ahmet’in Hakiki lakabını taktığı yeni eleman pek oralı olmadı.
Müşterinin içinde seslenmek istemedi önce. Bir süre ellerini kaldırıp salladı. Hakkı onun bu hallerinden keyifleniyor olacaktı.
Baktı olacak gibi değil;
‘Hakiki!’
‘Bana mı dedin Rasim abi?’
(Kurt kocayınca kuzuya maskara olur demişler. Çok da güzel demişler, pek de doğru demişler) dedi içinden.
‘Bana bi sosyal devlet yapıver hakiki’
‘Ne dedin abi?’
Hakkı biraz dik konuşuyordu yine. Rasim abi anladı. (Bunun elinden bi şey de içilmez) dedi kendi kendine.
Ama akşamın bu kalabalığında ders verecek hali de yoktu ki elalemin çocuğuna.
‘Git Mehmet abine söyle sen, dediğimi o anlar’
Hakkı şaban gibi gitti şefinin yanına. Sırıtarak anlattı.
Zaten işi başından aşkın olan Mehmet’in bir de Hakiki’nin zevzeklikleri ile uğraşacak hali yoktu. ‘Git boşları topla’ diye savdı başından elemanı. Mutfaktan bir ‘pavyon dublesi’ rakı koyup gitti Rasim abinin yanına.
‘Abi hayırdır pek içmezdin sen?’
‘Kızı, hanımı, yaylaya babamgillere yolladım be Mehmet’im. Sıcakta Leyli hep isilik oldu yazık. Şu birkaç gün biz de uyalım biraz kalabalığa bakalım’
İkisi de keyiflendi nedense.
‘Afiyet olsun abi’
‘Eyvallah’
Yeniden notalarına, peçetelerine gömdü okuma gözlüklü başını.
Hakiki ‘bana bi sosyal devlet yap’ lafının ne anlama geldiğini bu sayede öğrenedursun Rasim abi gelen isteklerin arasından seçtiği ‘Üflediler söndüm’ türküsünü çoktan okumaya başlamıştı.
***
Ortadaki uzun masada Almanlı Türklü bir grup konuk vardı. Nedense sohbetleri, kahkahaları pek bir yüksek sesliydi.
Hep bir ağızdan yüksek sesle konuşulan Almanca, adı üstünde bir yabancı dil olduğundan biraz rahatsız ediyordu insanları.
Diğer konuklar birbirlerine seslerini duyurabilmek için farkında olmadan da olsa yükseltiyorlardı seslerini. Sarı’nın Yeri’nde gürültü eşiği yükselivermişti böylelikle.
Sanki dersin yarısı geçmiş, öğretmenin gelmeyeceği kesinleşmiş gibi herkes rahatlamış, her kafadan bir ses çıkar olmuştu.
* * *
‘Kar kokusunu, kömür siyahını şöyle yünlü kalın kıyafetler giymeyi özledim be Tanju abi’
‘Semihciğim daha yaza yeni girdik sayılır. Nereden çıktı bu kış özlemi? Üstelik sen Antalya’da kar kokusunu ne ara duydun ki?
‘Antalya’dan bahseden kim… Ben iki-üç yıl önce Eskişehir’de geçen öğrencilik günlerimi yad ediyorum. Kar manzarası, kömür kokusu altında brendi içerdik be. Ne güzel günlerdi bi bilsen Tanju abi’
‘Ne sosyete öğrencilikmiş bu ithal içkiler falan... Valla ben brendi mirendi bulamam şimdi sana. Kar da yağdıramam. Yalnız özlemin o kadar ağır bastıysa git Sarı Ahmet’ten bi avuç mangal kömürü al. Kokla dur kardeşim’
‘Aman be abi. Hiç hissi şeyler konuşulmuyor seninle de’
‘Oğlum müdürünüm ben senin. İki yıldır ‘Tanju bey’ diyordun iki tek attın ‘abijim’e bağladın. Kesecem primlerini o olacak sonra’
‘Aşk olsun Tanju bey’
‘Ha şöyle yola gel’
‘…’
‘Küsme Semihciğim şaka yaptım’
‘…’
‘Şşşşşttt. Kızacağım ama tamam bu tür yerlerde rahat olabilirsin sonuçta biz iş ile arkadaşlığı ayırabilecek derecede profesyonel insanlarız değil mi?’
‘Aynen Tanju abijim. Öpücem gel’
‘Lan dur…’
* * *
Umarsız yaz göğünün altında felaket filmlerinin yan hikayeleri gibiydi insanlar. Kimi aşık, kimi dertli, kimi borçlu, kimi de kendince hayattan alacaklı.
Yüksek bütçeli bir Amerikan filmi gibi tepelerine bir meteor düşmeyebilirdi bu akşamlık ama kendileri bir meteor olup kayabilirlerdi zamandan. Senaristler jönleri korur filmin sonunda bütün parsayı verirlerdi onlara ama jönün kurtardığı Dünya’nın, yaptığı işin önemini vurgulamak için film boyunca bir bir harcarlardı yan hikaye insanlarını.
En azından bizim patlattığımız hayat stajında hep böyle olmuştu bu.
* * *
Sarı Ahmet kasanın başında hesap yazıp çizerken gözleriyle Mehmet’i çağırdı yanına. Mehmet yetişti hemen.
‘Şu köşedeki arkadaş kim be Mehmet, bi yerden tanıyor gibiyim ama tam da çıkaramıyorum’
Gülümsedi Mehmet.
‘Aklına mı takıldı abi?’
‘Galiba. Boyuna bir şeyler yazıyor.’
‘Abi Salı günleri geliyor arada bir. Gelirken ‘merhaba’, giderken ‘hayırlı işler’ diyor başka da bi şey konuştuğu yok.
‘Ne içiyor peki?’
‘Bi ufak süzdürüyor yavaş yavaş. Yemek, meze hak getire’
Güldü Ahmet abi.
‘Kavun falan götür çaktırmadan koyuver masasına. Rahatsız da etme ne yazıyorsa yazsın bakalım’
‘Bana ne be abi. İşim başımdan aşkın zaten…’
* * *
O anlarda meyhanede çıkan bir tatsızlığa dair uğultular, küfürleşmeler bastırıverdi konuşma seslerini. Ayağa kalkınca görülebiliyordu ki 2 kişi udi Rasim abiyi zor zapt ediyordu.
‘Sözünü geri al ulan, seni istek manyağı yaparım’ diyordu Rasim abi.
Böyle bir takım yoktu fasıl parçaları arasında.
‘Müzisyen coştu lan’ diye genç konuklar eğlenceli bir kavga seyredeceklermiş gibi sigaralarını yakıp, nazır duruma geçtiler.
Rasim abinin azarladığı müşteri beş parmağını -öğretmen cetvelle vuracakmış gibi- birleştirmiş durumu izah etmeye çalışıyordu.
Sizli bizli konuşarak da kavgacı bir adam olmadığını belli etmek ister gibiydi.
‘Tamamen bir yanlış anlama, ben size niye küfredeyim. Yalnız sizin böyle ayaklanıp bağırmanızı da tasvip…’
Böyle gerilimli anlarda haklı ya da haksız olun ama konferans vermeye kalktığınız zaman asla sözün sonunu getiremezdiniz.
Yine öyle olmuştu işte. Rasim abi kendisini tutanların elinden fırlayarak udunun sapını konuşan adamın yüzüne geçiriverdi. Bas bir ses, iki üç notalı bir name yayıldı udun tellerinden. (Bana nedense Acem aşiran gibi geldi)
Erzincanlı Mehmet, Rasim abisini alıp dışarı çıkardı. Sarı Ahmet çok sinirlendi ama bunu ilk anda belli etmemeye çalıştı.
‘Pat pat’ diye alkışlamaya başladı kendi müzisyenini.
‘Bravo Rasim. Aylar sonra sürdün şu zıkkımı ağzına, udu da müşterinin suratına sürdün. Helal olsun Rasim, asıl şimdi üflenmeden söndün, iyi bok yedin gahrıman Rasim!’
Mekan üç beş müdavimin dışında boşalıverdi birden.
Maç sonu yorumları başladı kaçınılmaz olarak.
‘Olay aynen böyle oldu’
‘Ben oradaydım adam öyle bi şey demedi’
‘Bi yerinden uydurma hadise aynen şöyle oldu’
Bitmezdi. Bitmesine olanak yoktu bu geyiğin.
* * *
Gece herkes gittikten, mekanın temizliği bittikten sonra genç garson Hakkı masaların birinde bulduğu birkaç tane A-4 kağıdını şefi ve hemşehrisi Mehmet’e götürdü.
‘Abi bu ne be? ‘Sarı’nın Yeri 3’ falan yazıyor’.
Mehmet şöyle bi evirip çevirdi kağıtları.
‘Şurada bi eleman oturuyordu... Onun icadıdır... Ulan hadi yazıyorsun, neden unutuyorsun... bak bak ‘sosyal devlet’ falan diyor lan. Seni de yazmış.’
‘Ya boş ver abi gidelim yatalım. Sabahın köründe dikeleceğiz yine’
‘Doğru diyorsun. At gitsin şunları da. Sarı’nın Yeri’ymiş. İçimiz dışımız sarı olmuş zaten’...
Yorumlar
Kalan Karakter: