Osmanlı Ramazanlarının bu eğlence kültürü; önce “Der Saadet” kahvehanelerinde vemahalle arsalarına kurulan çadırlarda,“Hacivat-Karagöz” ile başlamış.Sonra keyifler büyüyüp“Ortaoyunu, Kanto ve Tuluat Tiyatrosu” buna eklenince;o dönem İstanbul’unun meşhur caddesi “Direklerarası”nda sıralanan, depodan bozma, salaş, derme-çatma gazinolarda, uyduruk sahneli düğün salonlarında;her yıl “On Bir Ayın Sultanı” dedikleri Ramazan boyunca coşkuylayaşanmış.
Karagöz’ü paylaşmıştık, hadi şimdi “Ortaoyunu” neymiş ona bakalım… (Değerli sanatçımız Ferhan Şensoy, tiyatrosunun adına“Ortaoyuncular” diyor, ama günümüz genç kuşağı bunun ne anlama geldiğini bilmez sanırım.)Bu konuda da yine Cevdet Kudret’in imzasını taşıyan,büyük boy iki ciltlik“Ortaoyunu”araştırması vardır.Cumhuriyetin 50’inci Yılı nedeniyle İş Bankası Kültür Yayınları tarafından basılmıştır. Başka yerde bulunmayacak belgeler ve çok ayrıntılı bilgileriçeren bu araştırmadan öğreniyoruz ki: Seyircilerin etrafında daire oldukları orta alanda yapılan gösteriye, halk dilinde “Ortaoyunu” denmiş. (“Ortada oynanan oyun” yani, ama lütfen siyasi alana girdiğimi düşünmeyin.)Her Ortaoyunugösterisininbir konusu oluyormuş, ama yazılı bir metne dayanmıyormuş. Konuyu doğaçlama sürükleyen iki güldürü ustasınınadları “Kavuklu” ve “Pişekâr” olarak anılıyormuş. Sanat tarihçileri, “Kavuklu”nun Karagöz’e, “Pişekâr”ın Hacivat’a benzerliğine dikkat çekerlermiş.
Ortaoyununun her yere taşınabilen basit dekorunda: Evi sembolize eden “Yeni Dünya” adlı bir paravan, dükkân sembolü olan daha küçük bir paravan ve bir tabure olurmuş. Oyuncular “Sandık Odası”dedikleri soyunma odalarından gelip oyun alanına girerlermiş… Cumhuriyet dönemine aktarılabilen Ortaoyununun yegâne Kavuklusu İsmail Dümbüllü idi. Gösterisini canlı seyretmek kısmet olmadı; ama TRT televizyonunun yayınlara başladığı günlerde, hep gülen yüzü ve ilginç ses tonuyla hatıralarını dinlemiştim... 1973 yılında bir trafik kazasında kaybettiğimiz sanatçı, Üsküdarlı hemşerimizdi.
Onunla ilgili pek bilinmeyen bir anıyı Hocamız Beklan Algan aktarmıştı. Şimdi ben de sizinle paylaşmak istiyorum... İsmail Dümbüllü, artık oyuna çıkmadığı emeklilik günlerinde, Harbiye Tiyatrosundaki odasında Muhsin Ertuğrul’u ziyaret eder. Yanında genç, güzel bir kız vardır. Şunları söyler: “Bu benim kızım efendim. Tiyatrocu olmak istiyor. Ona modern tiyatroyu öğretmenizi istirham ediyorum. Lütfen kabul buyurunuz…”
Dümbüllü’yü saygıyla anarken, ona ait olduğu anlatılan ve bildiğinizi sandığım bir nüktesi ile bitirelim: Bir gösteri sırasında, seyircilerden biri, ortaoyunu alanına salatalık fırlatmış.Usta bakıp gülmüş ve “Birisi kartvizitini düşürdü” diye kahkahaya boğmuş seyredenleri…
Yorumlar
Kalan Karakter: