Hani bazı olaylar vardır, o sırada orada olmak ayrıcalıktır. Geçen hafta sonu peş peşe iki gün ‘Oradaydım’. Cuma akşamı Yenigün Reçelleri’nin 100. yılını Barut Akra Otel’de kutladık. Gazetelerde o geceye dair ‘İhtişamlı’, ‘Muhteşem’ yolunda tanımlar görürseniz, inanmayın. Tam Alpagot ailesini yansıtıyordu; sade, gösterişten uzak, böbürlenmeden ve saygılı…
Torunlar Özlem ve Necmi Alpagot, dede ve babaannelerinin gözünün içine baktı bütün gece. Onların her yerlerinden kalkmaları gerektiğinde iki torun sandalyelerinin yanında yardım etmek için hazırdı.
Salonda bulunan herkes, bu ülkede istikrarlı bir şekilde büyüyen, onlarca ülkeye ihracat yapan 100 yıllık aile işletmelerinin sayısının bir elin parmaklarını geçmediğinin farkındaydı. İşte sırf bu nedenle Alpagot ailesinin bireylerinden alacak çok ders var.
* * *
Necmettin Alpagot oğlu Mahmut Ruhi Alpagot’u iş yaşamına ta çocukluğunda alıştırmaya başlıyor. Küçük Mahmut Ruhi, Dönerciler Çarşısı’ndaki dükkanın önünü süpürüyor, yıkıyor, içeride toz alıyor; sonra babasının dükkandan ‘borçlandırarak’ verdiği leblebi, şeker ve kestaneyi satıyor. Akşam hesap görüyorlar. Mahmut Ruhi Alpagot büyük çocukları Necmi ve Özlem’i de geleneklere bağlı kalarak mağazalarında çalıştırıyor. Necmi Alpagot, İstanbul’da okurken bir yandan da kendi ürünlerini sattıkları dükkanda çalışıyor. Antalya’dan gelen kutu ve çuvalları gerektiğinde sırtında taşımacasına. Yenigün’e ancak bu çıraklık döneminden sonra yönetici olabiliyorlar. Mahmut Ruhi beyin eşi Mine hanımın da disiplini, çalışkanlığı ve geleneklere saygısı ailenin gücüne güç katıyor.
* * *
Şimdi gelenekler yolundan geçme sırası ailenin en küçüğü Berkay’da. Annesi ve babası onu birkaç yıl önce yaz tatilinde Börekçi Tevfik’in yanında çırak olarak çalıştırmıştı. Berkay bir aylık çalışmanın ardından babaannesinin de katkılarıyla kendisine istediği saati satın almıştı. 100. yıl kutlamasının en güzel anlarını da konuklara o yaşattı. En yakın arkadaşı Ali Ramiz Barut ile ailelerine bile sürpriz yaparak zeybek oynadılar. Son zamanlarda moda olan bu geleneksel bir oyun ile eğlencelere renk katanlara bayılıyorum. Berkay ve Ali Ramiz’e de bayıldım. Geçmişten gelen değerlerimize her geçen gün biraz daha yaklaşıyor ve saygı besliyorum galiba.
* * *
Cumartesi öğleden sonra da ‘Oradaydım’. Antalya Kent Belleği Merkezi ve Elmalı’nın Bayralar köyünde müzik öğretmenliği yapan Emre Dayıoğlu’nun katkılarıyla bir dinleti düzenlendi. Emre hocamın deyimiyle ‘Doğa’nın Sesleri’ olan köy insanlarını dinledik. İbradı’nın yetiştirdiği sevilen sanatçı Gülay Diri vardı. Köyünde seracılık, çobanlık, çaycılık yapan Mehmet Yengin, Yusuf Gök, Ali Ulutaş vardı. Geleneksel sazlar sipsi, üç telli, dört telli, def ve bağlama çalıp türkülerini söylediler. Ayşe Dohan vardı, ‘Boğaz’ çaldı. Boğaz çalmayı bilir misiniz? Türkü söylerken boğazına dokunarak, ses tellerine baskı uygulayarak farklı sesler çıkararak hepimizi etkiledi. AKM’nin Perge Salonu doluydu, herkes cep telefonlarına kayıt yaptı.
Ayşe Dohan’ın, “Kardeşler burada olmak bana münasip değil ya, şu genci (Emre Dayıoğlu) kıramadığımdan” diye dile getirdiği bir çekingenlik, utangaçlık vardı sahnede. Geleneksel köy eğlencesine tanık olanlara baktım. Köylerden kalkıp gelenler, üniversite öğrencileri, şehir insanları, müzisyenler yan yana omuz omuza oturduk… Biz de çekingen çekingen tempo tutmaya çalıştık. Bu ilkti. Bir dahakine birbirimize alışırız, çekingenliklerimizi yeneriz de karşılıklı oynarız bile.
Yorumlar
Kalan Karakter: