Kimleri uyardığı net anlaşılsın diye, “Orman ve Su İşleri Bakanlığı Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü, özellikle 6'ncı Bölge Müdürlüğü ile Orman Genel Müdürlüğü yetkililerinin yanı sıra, çevreci aktivistler” diye altını çizdi. Anladığım kadarıyla aktivistlere yüklediği sorumluluk gözlerini dört açmaları yolunda…
Göçmen hoca özetle diyor ki, “Orada henüz 2 yıl önce bilim dünyasına tanıttığımız ve sadece o bölgede yaşayan endemik tür Ulupınar semenderi (Lyciasalamandra arikani) var. Yanan ağaçların yerine yenilerini dikeceğiz diye iş makineleri ile alana dalıp zücaciye dükkanına girmiş şaşkın fil gibi davranmayın. Zaten son zamanlarda sayısı düşen o minicik hayvancıkları yok etmeyin.”
***
Hocanın demecini okuyunca aklıma Alakır’daki ilk HES için bölgeye iş makinelerinin ormana girdiği, ağaçları yerle bir ettiği, yaprakları yolunmuş ağaçların kamyonlara yüklendiği o ilk günler geldi. Ağaçlar kesiliyordu ama hani şu doğa kamplarının, milli parkların girişinde ahşap tabelalar var ya, işte onun benzeri bir tabela dikilmiş, üzerine de HES’in adı yazılmıştı. Yetkililer o tabelayı çevreye ne kadar saygılı olduklarına kanıt gösteriyordu.
Alakır’a yerleşen Tuğba ve Birhan, o zamanki Konyaaltı Dostları Derneği Başkanı Nilsu Güleç’i aramış. Arkadaşım Nilsu da beni aradı. Alakır’a birlikte gittik. Mart 2009’du. Tuğba ve Birhan yemek hazırlamış, nohut pilav, turşu ve pekmez. Nilsu, “Nohudun tadını şimdi bile hatırlıyorum” dedi. Ben pekmezi unutamıyorum. Ki sevmezdim o güne kadar…
Oradaki köyde doğmuş büyümüş Durmuş amca ile Birhan dağlara çıkıp pekmez toprağı bulmuşlar. Nice emeklerle yapılmış o pekmez.
Onlar dikkatle Durmuş amcayı dinler, doğada yaşamayı öğrenirdi. Durmuş amca da o iki okumuş şehirli çocuğun söylediklerine kulağını açardı. Üçü ilk “Alakır Özgür Aksın” diyenlerdi. Danıştay, birkaç gün önce yerel mahkemenin kararını onayladı; Alakır 1. Derecede Doğal SİT alanı…
Durmuş amcanın ömrü bu kararı görmeye yetmedi. Tuğba ve Birhan, o öldükten sonra a “Doğaya dokunmayın” diye uğraşıyor. Destekleyenlerin, ellerini uzatanların sayısı artarak, “Alakır Kardeşliği” oluşturarak geldiler bugünlere. Beş yıldır içinde mahkeme, dava, duruşma sözcükleri geçmeyen sohbetleri olmadı. Barışçıl yöntemlerden vazgeçmediler, yine de suçlu duruma düştüler. Aynı durumdaki bütün dereler için kilometrelerce yürüdüler. Sonuçta kırmızı benekli alabalıklar ile sedir ağaçları kurtuldu. Ama şimdilik…
Yarın yeni bir şey çıkar karşılarına. Zaten zafer havalarında değiller. Bekliyorlar…
Geçenlerde yine gitmiştim Alakır’a. Birhan, artık toprağa kazma bile vurmadıklarını söyledi. Karınca yuvalarına zarar vermek, solucanları ezmek, toprağı hırpalamak istemiyorlarmış. Artık bir yere tohumu atıyorlarmış, doğa ne kadar verirse onunla yetiniyorlarmış.
Biliyor musunuz bir gün dünya ile başımız fena belaya girdiğinde, kayanın arasındaki semenderi, vadiyi besleyen dereyi kollayan bu insanlar kurtaracak bizi.
Yorumlar
Kalan Karakter: